“ Şimdiki gençlerin, türkülerimiz yani bu yurdun sesleri hakkında ne kadar bilgisi
var ki ?
(..) Mesela “Hey Onbeşli Onbeşli” türküsünü çoğumuz düğünlerden biliriz. Neşe
içinde oynar, keyifle söyleriz. (..)
Hey onbeşli onbeşli / Tokat
yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı
diye keyifle söylediğimiz türkünün
hüzünlü hikayesi kaçımıza anlatılmıştır....
Aslında Birinci Dünya Savaşı’nda Tokat’ın Tahtaoba Köyü’nden Hüseyin ile Hediye’nin sevdasıdır Hey Onbeşli türküsü...
Türküde Onbeşli diye anlatılanlar da askere çağrılan 1315 doğumlulardır... Yemen ellerine giden 1315’li Hüseyin’den bir
daha haber alınamayınca Hediye 61
yaşındaki zengin tüccar Emin Efendi’yle evlendirilir.. Emin Efendi bir sene sonra ölür...8 sene sonra Hüseyin Yemen’den geri döndüğünde
Hediye’sini bulamaz...
Ya, meraklısı dışında kaç kişi
bilir Çanakkale Boğazı'nda batan Dumlupınar Denizaltısı’nda içilen son
sigaranın hikayesi olduğunu
“Ah Bir Ataş Ver”
türküsünün ?
Kaç kişi bilir ;
Huriye’ye, yani Misket Kız’a ağıt “Ankara Misketi"ni
Zalim Beyin korkulu rüyası Hekimoğlu’nun aynalı tüfeğini,
Debreli Hasan’ın, yolunu
kestiği gencin evleneceğini öğrendiğinde düğün parası verişini?
Neden derslerde okutulmaz türkülerimiz ve öyküleri;
bu ülkenin asıl ezgileri, gerçek zenginlikleri? ...”
......
Yukarıdaki cümleler Yalçın Ergir’e
ait....
Yalçın Ergir , yıllar önce Üç
Kız Bir Ana türküsünün hikayesini araştırıp yazarken bu cümleleri de
kurmuştu....
Meraklıları için hemen söyleyelim
ki ergir.com insan hazinelerine ve
hikayelerine giden gizemli ve
zenginleştirici dehlizlerle doludur....
Hepimiz biliyoruz ki
anadolunun son aşıklarından, türkülerin bozlakların yareni Neşet Ertaş da bir yıl önce Eylül
ayının son haftasında binmişti o sessiz gemiye...
Döne Hanım ve Muharrem Ertaş’ın evladı olarak
1938 yılında Kırşehir Çiçekdağı’nda doğan Neşet Ertaş da 74 yıllık ömür yolculuğunda varlık ve yokluk
dahil hayatın bin bir yüzünü
görenlerdendi.
İlkokula gittiği
yıllarda önce keman, sonra bağlama çalmayı öğrenen Neşet Ertaş’ın en büyük
şansı elbette Muharrem Ertaş gibi
bir ustanın hem evladı hem öğrencisi olmasıydı.
Neşet Ertaş hem
evlat hem de öğrenci olmanın hakkını sonuna kadar verdi...Bir cümlesinde şunu
demişti yaşarken;
"Babamla ben
aynı ruhun insanlarıyız.”
İlk plağını 1950'li yılların sonunda İstanbul'da "Neden
Garip Garip Ötersin Bülbül" adlı çalışmasıyla çıkaran Neşet
Ertaş’ın yanında babası da vardı.
Geçmişte devlet
sanatçılığı unvanıyla da onurlandırılan Neşet Ertaş bu süreci de şöyle özetlemişti
yıllar önce ; “Devlet sanatçılığı bana
teklif edildi. Ben, 'hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet
sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor'
diyerek teklifi kabul etmedim.
Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük
mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından
üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdatlarımız
adına aldım."
Bir dönem Almanya’da
da bulunan, hapislerde de yatmak zorunda kalan
Neşet Ertaş‘ın yeniden fark edilmesi 2000’li yıllarla oldu daha çok...
Bu , onun değil hepimizin ayıbıdır.....
Şimdi
başa dönelim....
Ne diyordu Yalçın
Ergir ;
Neden derslerde okutulmaz türkülerimiz ve öyküleri;
bu ülkenin asıl ezgileri, gerçek zenginlikleri? ...”
Olduğu gibi görünüp
göründüğü gibi yaşayan Neşet Ertaş’ı , bir başka usta Yaşar Kemal’in deyimiyle Bozkırını
Tezenesi Neşet Ertaş’ı saygıyla
anarak....
( murat örem / 10 eylül 2013 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder