Bir
önceki yazıda “mutlu bir öğrenci olduğumu dile getirmemi ” yadırgayanlar
olmuş ....
Haklarıdır...
Bu
duyguyu yaşa(ya)mayanlardan farklı bir tepki bekleyemeyiz...
Bunun
bin türlü nedeni olabilir...
Fakat,
anne baba teyze amca hala dayı...olmuş bu
kadar çok insan öğrencilik günleriyle ilgili olumsuzlukları daha çok
hatırlıyorsa yapısal bir mesele var
demektir ....
Bu
mesele bugüne özgü değildir ve onlarca yıllıktır...
Bu
gerçeği bilerek bir kez daha söylemek
isterim ki ;
“evet,
ben mutlu bir öğrenciydim...
derslere
ve içeriklerine ,
konuların
anlamsızlığına ,
okulların
donanımsızlığına
işgüzar
öğretmenlerin kaprislerine
mazrufa
değil de zarfa bakan ritüellere
şuna
buna ötekine berikine....
daha
onlarca şeye,
bütün
eğitim hayatım boyunca
akıl ve ağız dolusu itiraz etsem de ,
ben
mutlu bir öğrenciydim...”
Çünkü
hakkıyla eğitimci bir ailenin evladı olmanın yanında , tarifsiz büyük şansım da ilkokulda Nursever Öğretmenin
öğrencisi olmamdı...
Nursever
Tuna
benim
ve onlarca arkadaşımın
ilkokul
öğretmeniydi...
Şimdilerde
ilkokul öğretmenine sınıf öğretmeni mi
deniyor...
Ama
Nursever Tuna benim ilkokul öğretmenimdi...
Ve
elli kere adı değişse bile ,
hiçbir
tanımın
‘ilkokul öğretmenim’ tamlamasındaki
güzelliğin
yerine
geçeceğine inanmıyorum...
Bırakın
bizim kuşağı , sonraki kuşakları ,
aralarında yalnızca 4 yaş olan ve
1990’larda doğan iki evladım bile farklı eğitim sistemleriyle okudular bu
ülkede...
Birinin
başında oks sallanırken diğeri sbs piyangosunu çekti mesala en
basitinden...
Aradan
geçen 30-40 yılda eğitim öğretimle ilgili her şeyin kendi de adı da öyle çok değişti ve değiştirildi ki hiçbirimiz
yetişemez olduk...
Oysa,
bu işler hiç de bu kadar karmaşık değil...
Olmamalı...
Neyse
;
Olan
biteni algılamaya çalışsak da takvim işliyor...
Üniversiteler
dahil yeni bir eğitim yılı başladı....
Aradan
haftalar bile geçti gitti...
Okullar,
kayıtlar , öğretmenler , sınıflar belirlendi...
Ders
programları üç aşağı beş yukarı oturdu..
Çocuklarımızın
lüksü ve çilesi olan okul servisleri düzene girdi...
Aslında,
okulların açılması anne babalar için de anılar yolculuğunun kapısıdır...Hiç olmazsa ilk günlerde çocuğunun elinden
tutarak okula götürenler bile kendi
çocukluklarına dönmenin hengamesini yaşarlar az ya da çok...
Ben de iki evlat yetiştirirken Nursever Öğretmenimi hep hatırladım...
Hatırlarım...
Hala da , Nursever
Öğretmenimin sesini duymak , Hakkı
Hocamla birlikte esenlikte olduğunu bilmek , kendisiyle sohbetler etmek
ve bir araya gelip ayrılırken de
mutlaka ama mutlaka sevgiyle saygıyla elini öpmek huzur verir bana...
Bilenler bilir ; aslında el öpmeyi hiç sevmem...
Etraftaki çocukların bakışlarından çıkardığım
kadarıyla ve kendime hiççç konduramasam da (!) el öptürecek yaşa da geldim ama el öptürmeyi de hiç mi hiç sevmem ve beceremem...
Umur ve Arda
hariç...
Onlar sakallı bıyıklı kazık kadar adam olmuşlardır
Evlatlarımdırlar
ve kendiliklerinden elimi öperler...
Hem de hakkıyla öperler...
Bu aslında tarifsiz
bir sevgi bağıdır aramızda...
Çoğu zaman bunu tatlı bir şımarıklıkla yaparlar ve
daha da hoşuna gider bu ritüel hepimizin...
El öpmeyi öptürmeyi hiç sevmem fakat buna rağmen
hayatımdaki ikamesiz ve yeri doldurulamayacak insanların elini öpmüşümdür ,
öperim...
Hem de öyle nazlı nazlı eli çenesine götürüp
öpüyormuş gibi yapan edalı gelinler (!)
gibi değil , sevgiyle saygıyla şap şap öperim ve bir de alnıma
götürüp tamamlarım ritüeli...
Bu şap şap öpme meselesi de ayrı bir alemdir...
Çocuklarımı da yanaklarından öyle şap şap öpmüşlüğüm
çoktur...
Hoş, hala da öyle öperim ya...
Hatta bir keresinde Arda’nın anaokul öğretmeninden ikaz(!) almışlığım da vardır bu şap
şap öpme meselesinde...
Hadise şu;
Arda bir gün kıpkırmızı yanakla okula gittiğinde
anaokulu öğretmeni sorar ne bu hal diye ? Arda , babam beni ısırarak öptü der...Yıllar önce Umur’un da öğretmeni olan hanım
aramızdaki aile dostluğuna da binaen bir yazı yazar Arda’nın defterine ve babana mutlaka okut der ;
Lütfen oğlumuzu / oğlunuzu daha kibar öpünüz yazmıştır
hocanım bana hitaben...
Arda yazıyı bana okutur...
Getir oğlum bir kalem derim ...
Büyük bir mutlulukla yazarım birkaç cümleyi ;
“Bir babanın evlatlarını
sevgiyle şap şap ısırarak öpmesi, hiç mi hiç öpmemesinden , çocuklarını gözünün
görmemesinden, bin kat evladır...
bunu böyle bilmekte büyük yarar
vardır...
Arzederim Hocanım...”
Arda’ya sorar ; sen şikayetçi misin bu işten ?
Niye şikayetçi olayım
öğretmenim babam o benim,öpmezse üzülürüm
der , Arda...
der , Arda...
Tatlı tatlı pes eder hocanım...
Babana söyle hem haklıdır hem
de hakkıdır der...
Gökten üç elma düşer...
Parantez kapanır...
Hasılı kelam ;
Nursever Öğretmen de , anne babam dışında ,
elini büyük saygıyla öptüğüm çok az
sayıdaki insanlardandır...
İlkokulun başlangıcında bir iki gün gecikmeli şekilde öğrencisi oldum Nursever Öğretmenin...Rivayete göre (!) “okumak istemiyorum, okula gitmek
istemiyorum, çoban olmak istiyorum..” diye diye bahçede geçirmek
istediğim zamanların sonuna gelmiştik...
Okul güzeldi...
Kantinden ıvır zıvır almak
da güzeldi...
Ama sınıfa girmek gereksizdi...
O zaman tanıdım Nursever
Öğretmenimi...
Sakin, huzurlu , tane tane
konuşarak anlatıyordu...
Sen gel
aramıza katıl, sevmezsen yeniden konuşuruz diyordu...
Okula “seni uzaktan sevmek
aşkların en güzeli” duygusuyla bağlı olduğum (!) ilk günlerden birinde, o zamanların Türkiyesinde hakikaten bulunmaz hint kumaşı olan
pilli trenimi de getirmiştim...
Kendi kendine gidiyor, çarptığı yerden geri dönüyor ve kendine yeni bir
yol açıyor ve tüm bunları yaparken de
bacasından kokulu dumanlar çıkarıyor, düdüğünü öttürüyor , ışığını yakıyordu pilli trenim...
Bugünün şartlarında bir çocuğun 126(!)
çekirdek işlemcili bilmemne phonelere sahip olmasından daha manidardı benim
o zamanlar öyle bir trene sahip olmam...
Taşkın Hoca, bir
Ankara ziyaretimizde , sırf ben mutlu olayım diye, tabiri tam caiz olacak eşşek yüküyle para vermişti Amerikan
Pazarındaki satıcıya muhtemelen şimdiki
çocukların teknolojik olarak yüzüne bile bakmayacağı o pilli tren için...
Vakti zamanında o trene eşşek yüküyle para saymakla elbette kurtulamadı
Taşkın Hoca mesuliyetten...
Ben büyüyene kadar, zamanın japon
yapıştırıcıları olan iki renkli 404’lerle çok tamir etti
o treni, dolma kadar pilma
pillere de çokkk para verdi Taşkın
Hoca...
Eh, bir oyuncağı satın almakla bitmez ki babaların vazifesi...
Ömür boyu “tamir ve kullanım
garantisi “ de vermeniz gerekir babaların haslarındansanız en ıvır
zıvır oyuncaklar için bile...
Allah var , Taşkın Hoca hep o gruptan olmuştur...
Ah babalar ,
ah evlatlar...
Sonra ben büyüdüm baba
oldum...
Bu kez ben eşşek yüküyle saçtım paraları kitaplara, kinderlere, actionmanlere, nba figürlerine, model uçaklara,
maketlere, legolara...
Muhtemelen o paralarla görmemişler misali şehrin ortasında hırlayarak
giden hatırlı bir crossover
alırdık...
Laf aramızda hiç de pişman değilim bu paraları savurmuş olmaktan...
Nursever
Öğretmenimin işte o günlerin Türkiyesinde beş yıl boyunca öğrencisi oldum ben...1. sınıftan 5.
sınıfın sonuna kadar hepimize
seslenirken “Yavrum / evladım ”
diye başladı hep cümlesine...
Kızdığı
, yadırgadığı anlarda bile dinlemeyi ,
anlamayı , kıymet vermeyi seçti...
Biz
5. sınıftayken , günlerden bir gün , okuduğum
kitapların, içinde olduğum demokratik
aile yapısının ve itaat yerine itiraz eden arızalı(!)aykırı kişiliğimin de etkisiyle derse giren müfettişe
çocuk aklımla dan dun cümleler kurduğumda hatta eğitim sistemimizle ilgili hesap sorduğumda (!) bile kendini düşünerek sözümü kesmedi Nursever
Öğretmen...
Ama
aynı müfettişin bu çocuğun ailesi kim sorularına gelince sıra, bir vesileyle
yumuşak biçimde oturttu beni yerime...
Muhtemelen
ben biraz daha dan dun konuşunca işin rengi değişecekti...Öğretmen çocuğu
olduğumu iyice öğrenseydi o müfettiş bu kez ucu açık
yeni bir teftişli serüven bekliyor olabilecekti belki de hepimizi...
- ah türkiye , tarihin tekerrür
ettiği , farklı söze tahammülün , birey olmanın kıymetinin bilinmediği , olan
bitene yorum yapmanın kişilere hakaret etmekle bir tutulduğu ülkem benim...-
Böyle
de yürekli bir tarafı oldu hep Nursever Öğretmenin...
Bir
de artık anne babam da dahil o güzel
atlara binip giden kuşağın öğretmenlerinden olduğu için öğrencilerinde beğendiği davranışları
gördüğünde bile abartıyla dile getirmekten bizleri peşin peşin övmekten hep kaçındı...
Yanlış
gördüğü konularda çok daha katı ve acımasız oldu ama Nursever Öğretmen...
Mesela
, bir arkadaşının parasını çaldığını gördüğü öğrencisine bakarken gözlerinden
alevler fışkırdı...
Çocukların
olur olmaz şımartılmaları yerine
öncelikle eksiklerinin hatırlatılması gerektiğine inanılan
ve bugün anlıyoruz ki diğerine göre çok daha
doğru olan
maalesef
Kaf Dağının ardında kalmış
o kendini
daha bir bilen Türkiye’nin
güzel öğretmenlerindendi
Nursever Tuna da...
Mevsimlerden kışsa,
sıralar arasında dolaşırken üşüyen ellerin sahiplerini sobanın yanına
gönderirdi hissetirmeden...
Abartıdan hiç hoşlanmadı,
masum yalanlara bile asla müsaade etmedi “Yalanın dibi deliktir” gerçeğini hikayelerle nakşetti zihinlere...
“Yalancı Çoban
Hikayesini” kimbilir kaç kez anlatmıştı bıkıp usanmadan
bizlere...
Şimdilerde çocuklarımız
hayatı drama yoluyla öğreniyor diye diye tomarla paralar döküyor ya veliler, Nursever
Öğretmenin öğrencileri olan bizler
35 yıl öncesinden yaşamışız bunu
zaten.…
Her pazartesi, ütülenmiş
mendilleri, yakaları ve elleri kontrol eder, bakımını ihmal edenlerin
gözlerinin içine bakardı sitemkar biçimde...
Mutlaka bağırıp çağırdığı
da olmuştur ama hatırlanacak kadar değilmiş demek ki...
Nursever Öğretmen’in tüm öğrencileri derslerinde çok
başarılı değildi ama şurası kesin ki hemen hepimiz çok mutluyduk..
ben de çok mutluydum...
ben de çok mutluydum...
Bir ilkokul
öğretmeninin en temel görevi de bu değil midir zaten...
Öğrencilerinin koşa
koşa okula gelmesini başarmak değil midir ?
Hırslı öğrenciler de
vardı aramızda benim gibi aklına güvenip gamsızlık yapanlar ve bin yıldır dolamayan(!) havuz problemlerine kafa yormak yerine
leblebi yer gibi kitap okuyanlar da...
Herkes farklı yanıyla
özeldi Nursever Öğretmen için...
Şimdilerde “Çoklu
Zeka Kuramı” üzerine çoğu üfürme olan sayfalarca yazıyla, onlarca
kitapla karşılaşıyoruz ya, tam da doğrusunu yaparmış Nursever Öğretmen yine 35 yıl öncesinden....
Nursever Öğretmenimiz çok şey
öğretti öğrencilerine içlerinde okuma yazma, sayılar, paylaşmak ve halden anlamak da olan....
Öğrencilerinin büyük
çoğunluğu çoluk çocuk sahibi ve ne demekse öne çıkan mesleklerin sahibi bugün, benim gibi lafı bitmeyenler de dahil...
Birkaç ay önce “küt”
diye aramızdan ayrılan Şücai’nin de öğretmeniydi Nursever
Öğretmen ; insan denen canlı türünün en
gizemli organları üzerinde kafa patlatırken ahde vefayı acaba unuttu mu ?
diye aklımıza takılan az sayıdaki başkalarının da ....
Sayıları çok az olan
bazıları ‘bugün hava bulutlu’ der gibi sıradan cümlelerle söz etseler de
Nursever Öğretmenlerinden, çok büyük
çoğunluğumuz artık ellili yaşlara giderken bile, zamanında küçücük çocuklar
olarak onun öğrencisi olduğumuz günlerin hayatımızın en büyük hediyelerinden biri
olduğunu unutmadık...
Ben mesela hiç unutmadım...
Yeni bir eğitim yılının
daha ilk günlerinde kaldırın başınızı;
hala bin bir farklı imkan(sızlıklar)
içinde küçücük çocuklara kutup
yıldızı olmaya çabalayan elleri
öpülesi ne çok Nursever Öğretmen göreceksiniz...
Galiba iş, görmekten daha çok görmeyi bilebilmekte...
Bunu istemekte...
( murat örem / 30 eylül
2013 / ankara...)
meraklısı için ; yazının başında atıf yapılan bir önceki " taşkın hoca...." yazısı...
http://yedigunyazilari.blogspot.com.tr/2013/09/taskn-hoca-sart-kipine-bagl-uzun-ve.html
meraklısı için ; yazının başında atıf yapılan bir önceki " taşkın hoca...." yazısı...
http://yedigunyazilari.blogspot.com.tr/2013/09/taskn-hoca-sart-kipine-bagl-uzun-ve.html