Ben
dahil ; bin türlü günlük zorluğa,
huysuzluğa, politik, ekonomik sosyal gerginliğe
rağmen unutulmaz bir hafta sonu geçirdiysek Ankaralılar olarak , Ankara Devlet Tiyatrosu’nun tarifsiz
katkıları vardı bu güzellikte çok zaman
olduğu gibi...
Cuma
gecesi , Stüdyo Sahne’de çok emek ve akıl verilmiş
muhteşem bir dekorun önünde hakiki bir aktör vardı...
Yaklaşık
iki saat süren oyunda tek bir cümlede daha dili sürçmedi...
Aklı
sürçmedi, gönlü sürçmedi, emeği sürçmedi....
Erdinç
Doğan’dı ismi bu aktörün...
O
Erdinç Doğan ki , daha neredeyse dün, 2013‘ün Ekim ayında yine bu oyunda
çok ciddi bir sahne kazası yaşamış , seyirciye saygısızlık olur diye
diye, kırık bilek ve kanayan kafayla oyuna devam etmeye çalışmış ama bir süre sonra gözünü hastanede açmak zorunda kalmıştı...
Maçlarda
kılım
döndü diye sahanın kenarındaki
teknik direktörlere beni hemen değiştirin diye işaret çakan milyon dolarlık topçulara
bir şey der mi bu ahlaklı duruş , bu asil duruş orasını bilemiyoruz artık...
Her
manasıyla çok emek verilmiş oyunun sahneye çıkan yüzü olarak Erdinç Doğan’ı
izledik bizler ama geride yönetmen Murat Çıdamlı başta olmak üzere onlarca ismin tarifsiz çabaları vardı...
Artık
aramızda olmayan Savaş Dinçel’in “ meraklısı
için öyle bir hikaye...” başlığıyla metin olarak kurguladığı oyunda Sait
Faik Abasıyanık anlatılıyordu...
Ama
ne anlatmak...
Ama
ne anlatmak...
Sait
Faik’i de anmış , anlatmıştık bu blogda aylar önce...
Günü
gelir Savaş Dinçel’i de anlatırız sevgiyle uzun uzun...
O
Savaş Dinçel ki bu blogda bir çok kez özlemle sevgiyle saygıyla andığım
tiyatrocu dayım Erhan Dilligil’in arkadaşıydı, yaş itibariyle kardeşiydi de ...
Çok
bulundum artık gün gün sırayla o
güzel atlara binip giden o güzel insanların sohbetlerinde toy ve
çiçeği burnunda üniversite öğrencisi olarak ben de...
Çok
izledim bu isimlerin birbirlerini ince ince tatlı tatlı zeka zeka iğnelemelerini...
Yine
o Savaş Dinçel ki, 1980’lerin ikinci
yarısında, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda
sahnelenen Haldun Taner imzalı unutulmaz Keşanlı Ali Destanı
oyununda İzmarit Nuri’yi canlandırırken , kafasındaki mavi / gri renkli el örgüsü bere Nezahat
Anne diye saygıyla hürmetle seslendiği büyük halam tiyatrocu Nezahat Tanyeri’nin el emeği göz nuru örgüsüydü...
Erhan
Dayım’ın soğuk kış günlerinde kafası üşemesin diye örmüştü o bereyi 60 küsur yaşındaki ana yüreği olarak yıllar
önce...
Yine
bu blogdan / siteden okuyanlar da bilir ki Nezahat Tanyeri , Erhan Dilligil Dayım’ın
annesiydi...
Annelerin
hası, benim annem Müjgan
Örem’in halasıydı Nezahat Tanyeri...
Bessat
Aga yazımda andığım dedem Behzat Tanyeri’nin de kız
kardeşiydi...
Ve
Türk Tiyatro tarihinde konu nereye gelirse gelsin mahşerin dört atlısı misali
ismi mutlaka anılması gereken hakkıyla
usta Avni
Dilligil’in ilk eşiydi Nezahat Tanyeri Halamız...
Erhan
Dilligil dayım da, bu evliliğin tek çocuğuydu
zaten...
Söze
Ankara diye Ankara Devlet Tiyatrosu diye başladık ama klavye gene nerelere aldı
götürdü sözü, yazıyı...
İyidir böyle yazılar sevgili
okur....
Yazana da iyi gelir , okuyana
da...
Yoksa
inanın bu satırların yazarı da iyi bilir , hımmmm sahnedeki izlencedeki dairesel
plandaki seyirci şusu busu...diye sevimsiz cümleler kurmayı....
Ama
yapmaz...
Yapmayacak...
Kaldığımız
yerden devam edersek ;
Cuma
gecesinin tarifsiz güzelliğinin , emeğinin tadı damağımızdayken Pazar Günü de Altındağ
Sahnesi’nde bir başka emek denizinin içine düştük mutluluk duyarak...
Babam
Taşkın
Örem’in 1960’lardaki Bursa Eğitim Enstitüsü öğrenciliği yıllarında muhtemelen başroldeki
ilk ve son (!) sahne deneyimini yaşadığı Nalınlar oyununun
izleyicileriydik bu kez de yine, sarı
damarlı gelinle...
Muhteşem
bir ekiple muhteşem bir oyun çıkarmıştı gene Ankara Devlet Tiyatrosu Nalınlar eserinden...
Evet
, eserin dramatik yapısı sağlam değildi...
Hemen
itiraz etmeyin bilmiş bilmiş....
Sağlam
değildi çünkü kaya gibi sapasağlamdı...
Çünkü
yazarı Necati Cumalı’ydı...
Herkes
iyiydi ama Aysın Işımer ve Rengin Samurçay bu kaya gibi sapasağlam metinde , Nalınlar
oyununda apayrı iki ayrı şahika oyunculuk sergiliyorlardı...
Şu
koskoca internet denizinde bu iki isimle Aysın Işımer ve Rengin
Samurçay la ilgili çok daha detaylı izleyici yorumları , yazıları göremiyorsak
hala, inanın bu durum usta aktörlerin
aktrislerin ayıbı değildir...
Hepimizin
ayıbıdır...
Büyük
ayıbıdır....
Bu
blogda , sitede hep mi ağzını doldura doldura, klavyeni coşkuyla tıkırdata tıkırdata Ankara Devlet Tiyatrosu’nun oyunlarını
öveceksin diye soranlarınız çıkacaksa içinizden işgüzarca,
onlara da cevabımız şu olsun ;
“
vallahi murat örem de iyi bilir kelimeleri kılıç gibi kullanmayı...
zaman
zaman yapar da...
hele
hele oyun kritiklerinde de iyi yapar...
fakat
her şeyin hepimizi çok yorduğu şu günlerde murat örem de olumluyu paylaşmayı
yeğliyor...
kulağınızı
dayayın size bir meslek sırrı fısıldayayım burada ;
son
dönemde izlediği oyunların bazıları hakkında tek bir kelime etmiyorsa murat
örem bilin ki o oyunlar hakkında yazmaya kalksa hem kendisi üzülecek hem de
okuyanlar....
bazen
böyle yapmakta da yarar vardır sevgili okur...
bazen
yok saymak , kendini bilenlere en ağır cümlelerden daha ağır gelebilir...
tabi
onlar kendilerini biliyorlarsa...
bir
de bir hatırlatmayı yapalım yine ;
ismini
andığımız oyunlar da yönetmenler de oyuncular da uzaktan yakından tanışımız
değildir...bir çay içmişliğimiz yoktur...olmayacaktır...ayrıca tek bir oyuna
dahi davetiyeyle gidilmemiştir...
internete
girerek biletleri 13 gün önceden kredi kartı hesabı verilerek takır takır
ödenmiştir...
(
murat örem / 06 ocak 2014 / ankara....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder