*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

6 Ocak 2014 Pazartesi

ankara devlet tiyatrosu ; kaldığımız yerden devam edersek...






Ben dahil ;  bin türlü günlük zorluğa, huysuzluğa, politik, ekonomik sosyal gerginliğe  rağmen unutulmaz bir hafta sonu geçirdiysek Ankaralılar  olarak , Ankara Devlet Tiyatrosu’nun tarifsiz katkıları vardı bu güzellikte çok  zaman olduğu gibi...

Cuma gecesi ,  Stüdyo  Sahne’de çok emek ve akıl verilmiş muhteşem bir dekorun önünde hakiki bir aktör vardı...

Yaklaşık iki saat süren oyunda tek bir cümlede daha dili sürçmedi...
Aklı sürçmedi, gönlü sürçmedi, emeği sürçmedi....
Erdinç Doğan’dı ismi bu aktörün...

O Erdinç Doğan ki , daha neredeyse dün, 2013‘ün Ekim ayında yine bu oyunda çok ciddi bir sahne kazası yaşamış , seyirciye saygısızlık olur diye diye, kırık bilek ve kanayan kafayla oyuna devam etmeye  çalışmış ama bir süre sonra  gözünü hastanede açmak zorunda kalmıştı...

Maçlarda kılım döndü diye sahanın kenarındaki  teknik direktörlere beni hemen değiştirin diye  işaret çakan milyon dolarlık topçulara bir şey der mi bu ahlaklı duruş , bu asil duruş orasını bilemiyoruz artık...

Her manasıyla çok emek verilmiş oyunun sahneye çıkan yüzü olarak Erdinç Doğan’ı izledik bizler ama geride yönetmen Murat Çıdamlı  başta olmak üzere onlarca  ismin tarifsiz çabaları vardı...

Artık aramızda olmayan Savaş Dinçel’in  “ meraklısı için öyle bir hikaye...” başlığıyla metin olarak kurguladığı oyunda Sait Faik Abasıyanık anlatılıyordu...

Ama ne anlatmak...
Ama ne anlatmak...

Sait Faik’i de anmış , anlatmıştık bu blogda aylar önce...
Günü gelir Savaş Dinçel’i de anlatırız sevgiyle uzun uzun...

O Savaş Dinçel ki bu blogda bir çok kez özlemle sevgiyle saygıyla andığım tiyatrocu dayım Erhan Dilligil’in arkadaşıydı, yaş itibariyle kardeşiydi de ...

Çok bulundum artık gün gün  sırayla o güzel atlara binip giden o güzel insanların sohbetlerinde toy ve çiçeği burnunda üniversite öğrencisi olarak ben de...

Çok izledim bu isimlerin birbirlerini ince ince tatlı tatlı  zeka zeka  iğnelemelerini...

Yine o Savaş Dinçel ki,  1980’lerin ikinci yarısında,  İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen Haldun Taner imzalı unutulmaz Keşanlı Ali Destanı oyununda İzmarit Nuri’yi canlandırırken ,  kafasındaki mavi / gri renkli el örgüsü bere Nezahat Anne diye saygıyla hürmetle seslendiği büyük halam tiyatrocu  Nezahat Tanyeri’nin  el emeği göz nuru örgüsüydü...

Erhan Dayım’ın soğuk kış günlerinde kafası üşemesin diye örmüştü o bereyi  60 küsur yaşındaki ana yüreği olarak yıllar önce...

Yine bu blogdan / siteden okuyanlar da bilir ki Nezahat Tanyeri , Erhan Dilligil Dayım’ın annesiydi...

Annelerin hası,  benim annem Müjgan Örem’in halasıydı Nezahat Tanyeri...
Bessat Aga yazımda andığım dedem Behzat Tanyeri’nin de kız kardeşiydi...

Ve Türk Tiyatro tarihinde konu nereye gelirse gelsin mahşerin dört atlısı misali ismi mutlaka anılması gereken  hakkıyla usta Avni Dilligil’in ilk eşiydi Nezahat Tanyeri Halamız...

Erhan Dilligil dayım da,  bu evliliğin tek çocuğuydu zaten...

Söze Ankara diye Ankara Devlet Tiyatrosu diye başladık ama klavye gene nerelere aldı götürdü sözü, yazıyı...

İyidir böyle yazılar sevgili okur....
Yazana da iyi gelir , okuyana da...

Yoksa inanın bu satırların yazarı da iyi bilir , hımmmm sahnedeki izlencedeki dairesel plandaki seyirci şusu busu...diye sevimsiz cümleler kurmayı....

Ama yapmaz...
Yapmayacak...

Kaldığımız yerden devam edersek ;
Cuma gecesinin tarifsiz güzelliğinin , emeğinin tadı damağımızdayken Pazar Günü de Altındağ Sahnesi’nde bir başka emek denizinin içine düştük mutluluk duyarak...

Babam Taşkın Örem’in  1960’lardaki  Bursa Eğitim Enstitüsü  öğrenciliği yıllarında muhtemelen başroldeki ilk ve son (!) sahne deneyimini yaşadığı Nalınlar oyununun izleyicileriydik bu kez de yine,  sarı damarlı gelinle...

Muhteşem bir ekiple muhteşem bir oyun çıkarmıştı gene Ankara Devlet Tiyatrosu  Nalınlar eserinden...

Evet , eserin dramatik yapısı sağlam değildi...

Hemen itiraz etmeyin bilmiş bilmiş....
Sağlam değildi çünkü  kaya gibi sapasağlamdı...

Çünkü yazarı Necati Cumalı’ydı...

Herkes iyiydi ama Aysın Işımer ve Rengin Samurçay  bu kaya gibi sapasağlam metinde , Nalınlar oyununda apayrı iki ayrı şahika oyunculuk sergiliyorlardı...

Şu koskoca internet denizinde bu iki isimle Aysın Işımer ve Rengin Samurçay la ilgili çok daha detaylı izleyici yorumları , yazıları göremiyorsak hala,  inanın bu durum usta aktörlerin aktrislerin ayıbı değildir...

Hepimizin ayıbıdır...
Büyük ayıbıdır....

Bu blogda , sitede hep mi ağzını doldura doldura,  klavyeni coşkuyla tıkırdata tıkırdata  Ankara Devlet Tiyatrosu’nun oyunlarını öveceksin diye soranlarınız çıkacaksa içinizden işgüzarca,  onlara da cevabımız şu olsun ;

“ vallahi murat örem de iyi bilir kelimeleri kılıç gibi kullanmayı...
zaman zaman yapar da...
hele hele oyun kritiklerinde de iyi yapar...
fakat her şeyin hepimizi çok yorduğu şu günlerde murat örem de olumluyu paylaşmayı yeğliyor...

kulağınızı dayayın size bir meslek sırrı fısıldayayım burada ;
son dönemde izlediği oyunların bazıları hakkında tek bir kelime etmiyorsa murat örem bilin ki o oyunlar hakkında yazmaya kalksa hem kendisi üzülecek hem de okuyanlar....

bazen böyle yapmakta da yarar vardır sevgili okur...
bazen yok saymak , kendini bilenlere en ağır cümlelerden daha ağır gelebilir...
tabi onlar kendilerini biliyorlarsa...

bir de  bir  hatırlatmayı yapalım yine ;
ismini andığımız oyunlar da yönetmenler de oyuncular da uzaktan yakından tanışımız değildir...bir çay içmişliğimiz yoktur...olmayacaktır...ayrıca tek bir oyuna dahi davetiyeyle gidilmemiştir...
internete girerek biletleri 13 gün önceden kredi kartı hesabı verilerek takır takır ödenmiştir...

( murat örem / 06 ocak 2014 / ankara....)   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder