Hayat , siz yaşadıkça ,
birileriyle kesiştirir ömrünüzü...
Bu, bir gün de olabilir , bir hafta da ay da ,
uzun bir yıl da....
Bu; ömürden geçen uzun zamanlar da olabilir...
Hayat , siz yaşadıkça ,
birileriyle kesiştirir ömrünüzü...
Minicikken sınıfta sıra
arkadaşı da olabilirsiniz biriyle...
Ergenliğin uçarı
zamanlarında aylar süren gönül arkadaşı da....
Ömür dediğiniz şey
biraz da kesişen hayatların toplamıdır...
Ömür dediğiniz süre, az
ya da çok paylaşılan hayatların
toplamıdır...
Siz çocukken, evin içinde dolanan babanızın ayak
seslerinin anlamı vardır...
Kah yükselen kah alçalan
ve “evladım”
diyen sesinin de...
Aynı babanın yaş aldıkça
aldıkça bulmacaların arasına gömülen yüzünün de...
Kendi isteklerini en sona
bırakarak yaşanan ömrün nişanesi ,
annedir...
Anne bazen bir dilim
ekmektir...
Bazen bir yoruldum
sesi...
Çoğu zaman da evin
içindeki güneştir anne...
Siz yaşadıkça , çok
ömürlerle kesişir hayatınız...
Ekmek aldığınız bakkal, bahçeyi
sulayan komşu, eve iğne yapmaya gelen sağlıkçı, bilet aldığınız görevli,
işyerindeki meslektaşlarınız, okulunuzdaki öğretmen, apartmandaki huysuz
yöneticiden de geriye bir şey kalır...
Az ya da çok mutlaka bir
şey kalır...
Siz yaşarken, birileriyle kesiştikçe hayatınız, o birileri üzerinden yeni insanlar
tanırsınız...
Kaçınılmazdır bu...
Her kesişen hayatla
tanıdıklarınız içinde sevdikleriniz de olabilir, kaçarak uzaklaşmak
istedikleriniz de...
Bir de şu olabilir
elbette ;
Bazen kaçarak
uzaklaşmak istediğiniz kişiler içinden de hakkını teslim etmek istedikleriniz
ya da sevdikleriniz içinden de yeni tartışmalar yaşamaktan imtina
ettikleriniz...
Doğu toplumlarında veya
nesnellik ve aklın yerine duygusallığın ağır bastığı toplumlarda sevmek
sevmemek de farklı anlamlar taşır....
Babasına itiraz eden evlat
saygısız olabilir, böyle görülebilir...
Babasına cevap
ver(e)meyip boynunu eğen de makbul evlat olabilir...
Oysa babasına itiraz
eden evlat çok daha fazla sevebilir o babayı...
Ve , cevap bile
ver(e)meyen nefret edebilir babasından...
Kurduğunuz her ilişkide
yeniden tanımlanırsınız şu hayatta...
Bunu ille birilerinin
yapması gerekmez...
Hayat kendiliğinden yapar
bunu, istesiniz de istemesiniz de...
Bir dönem içine
girdiğiniz her yapı , ki bu işyeri , yeni bir aile, şehir vs..olabilir yeni ilişkiler demektir...
Her yeni ilişkinin , yeni
kodları denklemleri vardır...
Bir Pazar günü çeyrek
asırdan fazladır tanıdığınız ve sizin için çok farklı , çok kıymetli bir ismi son kez bırakırken
sonsuzluğa , aklınızdan binlerce şey geçer...
Bir karlı Susurluk
akşamında, siz gençliğin toyluğunda o güngörmüşlüğün tam tepesindeyken
karşılıklı ettiğiniz sohbette, yalnızca size güvenerek ve sizinle
paylaşarak, bardakların içine içine
bakarak söyledikleri gelebilir aklınıza...
Onca kar borandan, fırtınadan
sonra bir gün uzaklardan ettiği telefonda tam da eski zaman insanlarının
kullandığı kelimelerle
“oğlum sana ,
size, gönülden saadetler diliyorum”
diyen sesi yankılanır
kulaklarınızda....
Hayat , siz yaşadıkça ,
birileriyle kesiştirir ömrünüzü...
Bilemezsiniz neler olup
biteceğini öngörmekten başka...
Siz birileri üzerinden
tanırsınız başka birilerini ama , bir bakarsınız ki onu bir başka kıymetlendirmişsiniz kendinizce...
Herkesin herkesi kendince
anlama , sevme kılavuzu olabilir çünkü...
Herkesin kendince acıya
direnme yolları da olabilir...
Hayat şöyle de ayırabilir
insanları;
“ gözünden ağlayanlar”
ve
“ özünden
ağlayanlar...”
Bazen , tek bir cümle
yeter bir insanı tanımlamaya...
Bazen , bütün cümleler
anlamını yitirebilir...
İşte o zaman hayatın
sizinle kesişen pencerelerine bakın...
Bir insan üzerinden
tanıdığınız başka güzel insanları görmenize engel olmasın tanıdığınız ilk
kişiler...
İbrahim Balkan
benim için o çok kıymetli pencerelerden biriydi...
Her zaman her konuda hilafsız
anlaşmadık belki ama onca şey yaşanırken yıllar yıllar içinde , ne olursa olsun
asla gönüller kırmadık karşılıklı...
Bu yüzden
ola ki varsa
ve küçücükse de hakkım
üzerinde,
çok daha büyükse de hakkı
üzerimde,
benden yana bin kez
helali hoş olsun...
Nur içinde yatsın....
( murat örem / 27
haziran 2013 / ankara...)