seksenlerin
ikinci yarısından doksanların başına kadar istanbul’da geçti ömrüm…
öğrenciydim…eski
beş yüz liraların arkasında bulunan o tarihi kapıdan içeri girmeye hak kazanan
afili üniversitelilerden olmuştum hayli hayli yüksek bir puanla…
doksanların
ortalarına kadar meraklısı tarafından yalnızca meşhur ayranı ve tostuyla bilinen, bir kaza neticesinde ülke tarihinin en derin
hesaplaşmalarından birine ev sahipliği !
yaptığı için sonrasında ismi çok
uzun süre gündemden düşmeyen ilçeden istanbul’a
gittiğimde 18 yaşını bile doldurmamıştım daha….
istanbul’u
hiç sevmedim içinde yaşarken…
öyle
sanmışım…
bugün
aradan çok yıllar geçti, 45 yıllık
ömrümün çeyrek asrını ankara’ya rehin verdim …
veriyorum…
şimdi
geriye dönüp baktığımda görüyorum ki istanbul’u çok sevmişim meğer içinde
yaşarken…
pek farketmesem de…
istanbul
en çok tiyatrolarıyla büyütmüş beni bir de tabi med cezirli aşklarıyla…
çünkü
ve meğer benim için ;
istanbul
en çok akm’ydi…
harbiye
muhsin ertuğrul şehir tiyatrosuydu…
taksim
venüs sahnesiydi…
açık
hava tiyatrosuydu….
artık
yerinde yeller esen spor ve sergi
sarayıydı…
istanbul’daki
öğrencilik günlerimde
yüzlerce
oyun izledim…
onlarca
konser…
azımsanmayacak
sayıda basketbol maçı…
ismet
ay’ı izledim sahnede…
ertuğrul
ilgin’i…
sadrettin
kılıç’ı…
savaş
dinçel’i…
erhan
dilligil’i…
zuhal
olcay’ı…
ahmet
kaya’yı..
timur
selçuk’u…
yeni
türkü’yü…
fikret
kızılok’u...
nedret
güvenç’i…
toron
karacaoğlu’nu…
daha
onlarcasını alkışladım…
eleştirdim…de…
şehir
tiyatrolarının büyük mü büyük ustalarını yakından tanıdım aktör dayım erhan dilligil
aracılığıyla…
kardeş
çocuklarıydı çünkü erhan dilligil’le annem…
bu
yüzden dayı dedim ona ölümüne dek…
sanatçıların
bir çoğuyla sohbetler ederken boyumu aşan büyük laflar da ettim gençliğin
toyluğuyla çay içimi zamanlarında…mesela suna pekuysal’la…hazım
körmükçü’yle…türkiye’ye gelmiş en unutulmaz erkek seslerinden olan yalçın
boratap’la…. erhan yazıcıoğlu’yla…savaş dinçel’le…
aliye
rona’yı gördüm yaşarken …
siyah
beyaz türk filmlerinin aktörü özdemir han’ın gemi gibi kocaman amerikan
arabasıyla seyahatler ettim dayımın çok yakın arkadaşı olduğu için…
ismini
andığım anmadığım bir çok ismin emeği çoktur üzerimde…
oysa
istanbul’un emeği tarifsizmiş meğer üzerimde…
bugün
istanbul denince önce kendi öğrenci
gençliğim gelir aklıma hemen…
parası
pulu sınırlı olan , o sınırlı parayla kitap almak mı , yemek yemek mi sorusuna
her seferinde kitap almak , konsere gitmek cevabını veren toy çocuğu selamlarım bir gözümü kırparak…
sonra
haldun taner düşer aklıma istanbul denince hemen…
haldun
taner’in hemen ardından da onun en güzel evlatlarından olan ferhan şensoy ‘u hatırlarım saygıyla…
içinden
tramvay geçen bir şarkı çalar durur zihnimde…
her
yazıp söylediğine katılmasam da,
gereksiz
polemiklerle kendini ve yorgun bedenini çok hırpaladığını düşünsem de ; ferhan
şensoy benim için tek başına bir kalemin ve kelamın gücüdür…
ferhan
şensoy yine benim için ; hocası haldun taner’den bugün
bile söz ederken hala gözü yaşaran ve hocasına tiyatronun peygamberi diyen bir
güzel insandır…
o
ferhan şensoy ki seksenlerin sonuna doğru şehir tiyatrolarında konuk yönetmen
olarak sahneye koyduğu “keşanlı ali destanı” isimli oyunun tanıtım
kitapçığında “ haldun taner benim hem
annem hem babamdı ama annem babam bunu bilmezler..” diyen ve
ahde vefanın ete kemiğe bürünmüş insanoğluinsan halidir…
yine
böyle bir 26 şubat’ta doğan ferhan şensoy daha nice yıllar görsündür….
kalemi
, kelamı ve oyunculuk yeteneğiyle bir daha benzeri gelmeyecek bir tiyatro fabrikasıdır
ferhan şensoy ama ona sorarsanız yalnızca haldun taner’e öğrenci olmanın
gururuna bunların hepsini bir kenara atabilir bugün bile…
her
fikrine katılmasanız da,
bazen
söylediklerine biraz sitemle yaklaşsanız da
gördüğünüz
yerde bilin kıymetini ferhan şensoy’un…
nasıl
bir başka haldun taner’i , muhsin ertuğrul’u gelmeyecekse türk tiyatrosunun, inanın bir başka ferhan şensoy’u da olmayacak
ondan sonra…
bilin
kıymetini ferhan şensoyların …
hala
sağlıkla yaşarken…
aşağıdaki
yazıyı da biraz bu gözle okuyun….
( murat örem / 26 şubat 2013 /
ankara…)
.................................
ŞEHİR TİYATROLARI BENİM NEYİM OLUYOR ?
Yirmisine bile gelmemiş gepgenç biri olarak, 80’li yılların ikinci yarısıdır İstanbul’la tanışmam...
Vee yine 80’li yılların ikinci yarısıdır, tarihi kapılı İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinin koridorlarıyla, anfileriyle, Beyazıt Meydanıyla, Sahaflarla, Çınaraltısıyla, Hüseyin Avni Dede’siyle göz göze gelmelerim.
80’li yılların ikinci yarısıyla başlamış ve Ankara’ya göç edene kadar sürmüştür İstanbul Şehir Tiyatrolarıyla kurduğum kadim dostluk... Aynı zamanlara denk düşer Gencay Gürün’lü Şehir Tiyatrolarının her yılın Mayıs ayıyla birlikte düzenlediği Gençlik Günlerindeki onlarca etkinliği çölde yolunu kaybetmiş suya hasret meczup misali kana kana içmem...
Onlarca defa kapısından içeri büyük bir huzurla girip oyunlar izlediğim Muhsin Ertuğrul Sahnesinin kulisinde, aktör Erhan Dilligil vasıtasıyla Zihni Göktayları, Burçin Oraloğluları, Suna Pekuysalları, Özdemir Hanları, Murathan Munganları, Yalçın Boratapları, ikinci kuşak Hazım Körmükçüleri, Erhan Abirleri, Savaş Dinçelleri , Erhan Yazıcıoğullarını ... canlı kanlı tanımanın hazzına varmam da aynı dönemdedir..
Bugün bile 1985-1990 arasında sahnelediği onlarca oyunu bir çırpıda sayabilirim İstanbul Şehir Tiyatrolarının ve İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun...Aradan çeyrek asırdan fazla geçmiş olsa da o zaman sayıları çok daha az olan şehir tiyatroları ve devlet tiyatrosu sahnelerinin geçmiş dönemlerdeki kendine özgü kokusunu hala hatırlayabilir anlatabilirim..
Mesela Atatürk Kültür Merkezi Oda Tiyatrosu’nun o samimi ufacıklığı...Bir keresinde Avni Dilligil Ödül Töreni yapılırken töreni sunan Müjdat Gezen’in gözlerinin içine içine bakarak bir fındık faresi kat etmişti oda tiyatrosunun sahnesini boydan boya...Mesela Zuhal Olcay’ı orada izlemiştim Arbutzov’un Söz Veriyorum isimli oyununda harikalar yaratırken Engin Şenkan ve Alev Sezer’le birlikte...İnsan Maier oyununu da orada izlemiştim...Galiba Oğuz Atay imzalı Oyunlarla Yaşayanlar oyununu da aynı sahnede seyretmiştim Sadrettin Kılıç’ın emekli tarih öğretmeni Coşkun Ermiş olduğu....
Mesela kırmızı rengin bütün albenisi ve kışkırtıcılığıyla başrolü oynadığı Taksim Venüs Sahnesi vardı Devlet Tiyatrolarının...Ne güzeldi salonu biz seyirciler için....Ertuğrul İlgin’i orada izlemiştim, Oyunun Oyunu isimli eserde bin yaşındayken bile devleşirken ...Şimdi kaç kişi hatırlar acaba Ertuğrul İlgin’i? Yine kimbilir kaç kişinin aklına düşer o çok karakteristik ve gevrek sesin sahibi bir başka aktör Sadrettin Kılıç ?
Mesela Şehir Tiyatrolarına ait olan ve yıkılıp yeniden yapılmadan önce kahverengi ve krem - beyaz renklerin uyumuyla, seyircileri alicenaplığı, görmüş geçirmişliğiyle karşılayan Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi....Mesela Nedret Güvenç ve Toron Karacaoğlu’nun devleştiği Günden Geceye oyununu izlediğim Cep Tiyatrosunun huzuru Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin üst katındaki...
Biz Aşağıda İmzası Olanlar oyununu Muhsin Ertuğrul Sahnesinde izlemiştim...Keşanlı Ali Destanı oyunundaki Erhan Yazıcıoğlu ve Savaş Dinçel’i de...Pirandello’nun oyunlarını, Lüküs Hayat’taki Suna Pekuysal’ı da....Kuşlar oyunundaki Erhan Dayımı da...Tıpkı Katherine Blumm’un Çiğnenen Onuru oyununda olduğu gibi...
Vee yine 80’li yılların ikinci yarısıdır, tarihi kapılı İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinin koridorlarıyla, anfileriyle, Beyazıt Meydanıyla, Sahaflarla, Çınaraltısıyla, Hüseyin Avni Dede’siyle göz göze gelmelerim.
80’li yılların ikinci yarısıyla başlamış ve Ankara’ya göç edene kadar sürmüştür İstanbul Şehir Tiyatrolarıyla kurduğum kadim dostluk... Aynı zamanlara denk düşer Gencay Gürün’lü Şehir Tiyatrolarının her yılın Mayıs ayıyla birlikte düzenlediği Gençlik Günlerindeki onlarca etkinliği çölde yolunu kaybetmiş suya hasret meczup misali kana kana içmem...
Onlarca defa kapısından içeri büyük bir huzurla girip oyunlar izlediğim Muhsin Ertuğrul Sahnesinin kulisinde, aktör Erhan Dilligil vasıtasıyla Zihni Göktayları, Burçin Oraloğluları, Suna Pekuysalları, Özdemir Hanları, Murathan Munganları, Yalçın Boratapları, ikinci kuşak Hazım Körmükçüleri, Erhan Abirleri, Savaş Dinçelleri , Erhan Yazıcıoğullarını ... canlı kanlı tanımanın hazzına varmam da aynı dönemdedir..
Bugün bile 1985-1990 arasında sahnelediği onlarca oyunu bir çırpıda sayabilirim İstanbul Şehir Tiyatrolarının ve İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun...Aradan çeyrek asırdan fazla geçmiş olsa da o zaman sayıları çok daha az olan şehir tiyatroları ve devlet tiyatrosu sahnelerinin geçmiş dönemlerdeki kendine özgü kokusunu hala hatırlayabilir anlatabilirim..
Mesela Atatürk Kültür Merkezi Oda Tiyatrosu’nun o samimi ufacıklığı...Bir keresinde Avni Dilligil Ödül Töreni yapılırken töreni sunan Müjdat Gezen’in gözlerinin içine içine bakarak bir fındık faresi kat etmişti oda tiyatrosunun sahnesini boydan boya...Mesela Zuhal Olcay’ı orada izlemiştim Arbutzov’un Söz Veriyorum isimli oyununda harikalar yaratırken Engin Şenkan ve Alev Sezer’le birlikte...İnsan Maier oyununu da orada izlemiştim...Galiba Oğuz Atay imzalı Oyunlarla Yaşayanlar oyununu da aynı sahnede seyretmiştim Sadrettin Kılıç’ın emekli tarih öğretmeni Coşkun Ermiş olduğu....
Mesela kırmızı rengin bütün albenisi ve kışkırtıcılığıyla başrolü oynadığı Taksim Venüs Sahnesi vardı Devlet Tiyatrolarının...Ne güzeldi salonu biz seyirciler için....Ertuğrul İlgin’i orada izlemiştim, Oyunun Oyunu isimli eserde bin yaşındayken bile devleşirken ...Şimdi kaç kişi hatırlar acaba Ertuğrul İlgin’i? Yine kimbilir kaç kişinin aklına düşer o çok karakteristik ve gevrek sesin sahibi bir başka aktör Sadrettin Kılıç ?
Mesela Şehir Tiyatrolarına ait olan ve yıkılıp yeniden yapılmadan önce kahverengi ve krem - beyaz renklerin uyumuyla, seyircileri alicenaplığı, görmüş geçirmişliğiyle karşılayan Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi....Mesela Nedret Güvenç ve Toron Karacaoğlu’nun devleştiği Günden Geceye oyununu izlediğim Cep Tiyatrosunun huzuru Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin üst katındaki...
Biz Aşağıda İmzası Olanlar oyununu Muhsin Ertuğrul Sahnesinde izlemiştim...Keşanlı Ali Destanı oyunundaki Erhan Yazıcıoğlu ve Savaş Dinçel’i de...Pirandello’nun oyunlarını, Lüküs Hayat’taki Suna Pekuysal’ı da....Kuşlar oyunundaki Erhan Dayımı da...Tıpkı Katherine Blumm’un Çiğnenen Onuru oyununda olduğu gibi...
Hele Gençlik Günlerindeki Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinin bayram
yerine benzeyen dokusu...Tiyatronun önündeki renkli minderler, flamalar,
afişler...Paneller, toplantılar, söyleşiler...Uğur Mumcu da gelirdi
oralara, Murathan Mungan da, Emre Kongar da, Selim İleri de , Gökhan
Dabak ve Gencay Gürün’ün kendisi de...Bazen üstümüzden helikopterler
uçardı panel sırasında çünkü seksen darbesinin rüzgarı kesilmemişti
daha...Afife Jale filmini orada izlemiştim...Murathan Mungan imzalı
Taziye oyununu da...Oyundaki ak sakallı ermiş Erhan Dayım kuliste
tanıştırmıştı turuncu kravatlı zamanın genç oyun yazarı Murathan
Mungan’ı...Keşanlı Ali Destanı oyununu sahneye koyan Ferhan Şensoy konuk
yönetmen olarak Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesine gidip gelmişti
aylarca ve ustası Haldun Taner’i anlatmıştı oyunun broşüründe en bi
güzel...1986 yılının mayısında öldüğünde Haldun Taner Hoca kocaman bir
şiiri asılmıştı duvara şair Can Yücel’in Haldun Taner’i anlatan ve
‘yepyeni bir istan-buldun’ diye seslenen....
Şehir Tiyatroları Reşat Nuri Güntekin Sahnesi daha renksiz ve kimliksiz bir binaydı ama orada da Vedat Türkali imzalı Dallar Yeşil Olmalı oyununu izlemiştim ki, Yalçın Boratap tek başına alıp götürmüştü ....Nora, Bir Bebek Evi oyunu Henrik İbsen’in yine orada çıkmıştı karşıma bir genç adamken ...
Öylesine çok gidip gelmiştim ki Şehir Tiyatroları sahnelerine...Her günün seyircisinin farklı tepkilerine dair notlar verecek kadar hem de... Mesela hafta içi bir gün öğle sonrasında da oynardı Şehir Tiyatroları ve en renksiz seyirci bu oyunlarda olurdu sanki... Zeki ve algısı yüksek olurdu Perşembe gecelerinin seyircisi ne hikmetse...Şehir Tiyatrolarında da , Devlet Tiyatrolarında da Cuma akşamı ve hafta sonları seyircisinin en önemli kusuru tiyatroya sinema muamelesi yapmaya daha teşne olmasıydı...Olur olmaz çok şeye gereksiz biçimde gülmek isterdi bu seyirciler....O yüzden son tercihimdi hafta sonları oyun izlemek....
Mesela Medea’nın kanlı ellerini de Harbiye Muhsin Ertuğrul’da izledim ben, İsmet Ay’ın dönüp dönüp devleştiği Vişne Bahçesi’ni de....Daha onlarca oyunu da....
Çok yıllar oldu İstanbul’dan ayrılıp Ankara yollarına düşeli.Evlenip barklanalı...
Üniversiteye gidecek kadar büyümüş çoluk çocuklara karışalı....
Duydum ki şimdilerde bir bulut dolanıyormuş Şehir Tiyatrolarının üstünde...
Duydum ki biraz farklıymış bu kez işler...
Şimdi fırsat bu fırsat deyip ; Ey efendiler, sanatçılar yıllar yılı asli işinizi, mesleğinizin nevi şahsına münhasırlığını ihmal etmenizin kefaretini ödüyor olabilirsiniz , bir de işin bu yönünü unutmayın demek aklımdan geçer ama yine de söylemek yakışmaz...Bilirim çünkü çok usta aktörler, aktrisler de, yönetmenler de geçti aranızdan....Aman rolüm olmasın deyip dublaja , televizyon dizisi setlerine koşmak isteyenler de maalesef...
Ustaların ustalarını da, gölge gibi gidip gelenlerin çoğunu tanıdım ben hem sahnede seyirci olarak hem de günlük hayatta...Büyük Halam Nezahat Tanyeri çoğunun hocasıydı çünkü yıllar öncesinden...
Duydum ki şimdilerde bir bulut dolanıyormuş Şehir Tiyatrolarının üstünde...
Duydum ki biraz farklıymış bu kez işler...
Ferhan Şensoy’un çok büyük bir kadirbilirlikle ustası Haldun Taner için yazdıklarını yıllar sonra uyarlayarak söylersem ; ‘ Siz bilmesiniz de ‘sınavlara ve sevdalara her an hazır orta halli memur çocuğu’ olan Murat Örem’in hem annesi hem babası olduğu güzelim zamanları çoktur, İstanbul Şehir Tiyatrolarının, hepinizin...”
Yirmi yıldır elim kalem ve klavye tutuyor , sesim mikrofondan yayılıyorsa, ekmeğimi önce Türkçemle kazanıyorsam, öyle böyle değil hakkınız pek ama pek çoktur üzerimde Şehir Tiyatrolarının yaşayan yaşamayan insanları...
Bu yüzden , yaşasın isterim daima Şehir tiyatroları da kendi ayakları üzerinde...
İnsanlar ölür ama kurumlar kalır, kalmalıdır çünkü...
Yaşasın isterim ve bir yandan da her fırsatta her yerde her zaman söylemekten büyük onur duyarım tekrar tekrar, İstanbul Şehir Tiyatrolarının üzerimdeki büyük emeklerini...
Hasılı kelam, başlıktaki soruya cevap olsun diye söylersem; İstanbul Şehir Tiyatroları benim çok ama çok şeyim olmuştur o gençlik yıllarımda...
Ey ennnn büyük aktörler, aktrisler, dramaturglar, genel sanat yönetmenleri ;
Peki, sizin neyiniz olmuştu(r) yıllar yılı Şehir Tiyatroları ?
Eviniz mi , okulunuz mu, iş adresiniz mi ?
Bu soruya cevabınızı da ,
biz seyircilerinizden beklentilerinizi de
bilip öğrenmeyi çok isterim , hakikaten çok isterim...
Duydum ki şimdilerde bir bulut dolanıyormuş Şehir Tiyatrolarının üstünde...
Ama unutmayın , hiç unutmayın
bulut varsa güneş de var...
İnsan varsa umut da...
Murat Örem
19 Nisan 2012 / Ankara...
Şehir Tiyatroları Reşat Nuri Güntekin Sahnesi daha renksiz ve kimliksiz bir binaydı ama orada da Vedat Türkali imzalı Dallar Yeşil Olmalı oyununu izlemiştim ki, Yalçın Boratap tek başına alıp götürmüştü ....Nora, Bir Bebek Evi oyunu Henrik İbsen’in yine orada çıkmıştı karşıma bir genç adamken ...
Öylesine çok gidip gelmiştim ki Şehir Tiyatroları sahnelerine...Her günün seyircisinin farklı tepkilerine dair notlar verecek kadar hem de... Mesela hafta içi bir gün öğle sonrasında da oynardı Şehir Tiyatroları ve en renksiz seyirci bu oyunlarda olurdu sanki... Zeki ve algısı yüksek olurdu Perşembe gecelerinin seyircisi ne hikmetse...Şehir Tiyatrolarında da , Devlet Tiyatrolarında da Cuma akşamı ve hafta sonları seyircisinin en önemli kusuru tiyatroya sinema muamelesi yapmaya daha teşne olmasıydı...Olur olmaz çok şeye gereksiz biçimde gülmek isterdi bu seyirciler....O yüzden son tercihimdi hafta sonları oyun izlemek....
Mesela Medea’nın kanlı ellerini de Harbiye Muhsin Ertuğrul’da izledim ben, İsmet Ay’ın dönüp dönüp devleştiği Vişne Bahçesi’ni de....Daha onlarca oyunu da....
Çok yıllar oldu İstanbul’dan ayrılıp Ankara yollarına düşeli.Evlenip barklanalı...
Üniversiteye gidecek kadar büyümüş çoluk çocuklara karışalı....
Duydum ki şimdilerde bir bulut dolanıyormuş Şehir Tiyatrolarının üstünde...
Duydum ki biraz farklıymış bu kez işler...
Şimdi fırsat bu fırsat deyip ; Ey efendiler, sanatçılar yıllar yılı asli işinizi, mesleğinizin nevi şahsına münhasırlığını ihmal etmenizin kefaretini ödüyor olabilirsiniz , bir de işin bu yönünü unutmayın demek aklımdan geçer ama yine de söylemek yakışmaz...Bilirim çünkü çok usta aktörler, aktrisler de, yönetmenler de geçti aranızdan....Aman rolüm olmasın deyip dublaja , televizyon dizisi setlerine koşmak isteyenler de maalesef...
Ustaların ustalarını da, gölge gibi gidip gelenlerin çoğunu tanıdım ben hem sahnede seyirci olarak hem de günlük hayatta...Büyük Halam Nezahat Tanyeri çoğunun hocasıydı çünkü yıllar öncesinden...
Duydum ki şimdilerde bir bulut dolanıyormuş Şehir Tiyatrolarının üstünde...
Duydum ki biraz farklıymış bu kez işler...
Ferhan Şensoy’un çok büyük bir kadirbilirlikle ustası Haldun Taner için yazdıklarını yıllar sonra uyarlayarak söylersem ; ‘ Siz bilmesiniz de ‘sınavlara ve sevdalara her an hazır orta halli memur çocuğu’ olan Murat Örem’in hem annesi hem babası olduğu güzelim zamanları çoktur, İstanbul Şehir Tiyatrolarının, hepinizin...”
Yirmi yıldır elim kalem ve klavye tutuyor , sesim mikrofondan yayılıyorsa, ekmeğimi önce Türkçemle kazanıyorsam, öyle böyle değil hakkınız pek ama pek çoktur üzerimde Şehir Tiyatrolarının yaşayan yaşamayan insanları...
Bu yüzden , yaşasın isterim daima Şehir tiyatroları da kendi ayakları üzerinde...
İnsanlar ölür ama kurumlar kalır, kalmalıdır çünkü...
Yaşasın isterim ve bir yandan da her fırsatta her yerde her zaman söylemekten büyük onur duyarım tekrar tekrar, İstanbul Şehir Tiyatrolarının üzerimdeki büyük emeklerini...
Hasılı kelam, başlıktaki soruya cevap olsun diye söylersem; İstanbul Şehir Tiyatroları benim çok ama çok şeyim olmuştur o gençlik yıllarımda...
Ey ennnn büyük aktörler, aktrisler, dramaturglar, genel sanat yönetmenleri ;
Peki, sizin neyiniz olmuştu(r) yıllar yılı Şehir Tiyatroları ?
Eviniz mi , okulunuz mu, iş adresiniz mi ?
Bu soruya cevabınızı da ,
biz seyircilerinizden beklentilerinizi de
bilip öğrenmeyi çok isterim , hakikaten çok isterim...
Duydum ki şimdilerde bir bulut dolanıyormuş Şehir Tiyatrolarının üstünde...
Ama unutmayın , hiç unutmayın
bulut varsa güneş de var...
İnsan varsa umut da...
Murat Örem
19 Nisan 2012 / Ankara...
( ilk kez tiyatrodunyasi.com'da yayınlanmıştır...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder