Şubat, bizim de kullandığımız Gregoryen ya da Miladi
olarak adlandırılan takvimin en kısa
ayı. Dört yılda bir 29 çekmesi dışında yirmi sekizinci günde biten bir ay Şubat.
Bu
yüzden Şubat ayının halk arasındaki
adlarından bazıları da cüce ay, gücük
ay ya da Cüce Şubat.
Şubat,
İbranicedeki Şabat’tan dilimize geçmiş
yıllar içinde...
İlkokul çağında çocuğu olanlar daha iyi
hatırlayacaktır ki, miladi takvimde sonu
00 ile bitmeyen ve 4'e kalansız bölünebilen tüm yıllarla sonu 00 ile biten yüzüncü yıllar eğer 400'e bölünebiliyorlarsa artık yıldır ve bu yıllarda Şubat ayı 29
çeker.
Bu
formüle göre 1900 yılı artık yıl değildi ama 2000 artık yıldı. Artık yıllar her dört senede
bir tekrar ettiği için, en son artık yıl olan 2008 ve 2012’den sonra 2016 da
artık yıl olacak. Sonra 2020, 2024 ,
2028 diye devam edecek....
Ancak
2100 yılı sonu iki sıfırla bitse de 400'e kalansız bölünemeyeceği için artık yıl
olmayacak .
Eh, bu durumu da 2100 yılını görecekler düşünsün
artık.
Amma karışıkmış bu işler diye aklından geçirenler
bilsin ki, habire “ders
çalış, ders çalış” diye nefes
aldırmadığınız, ömürlerini kararttığınız çocuklarınız bunları da öğrenmek zorunda, bir yandan da büyümeye, ergen olmaya çalışırlarken.
Şubat
ayının bir başka özelliği de 14’ünde ve öncesinde yaşanan telaş... Özellikle
son yıllarda öylesine fazlasıyla tekrar edilip gündeme getirildi ki , insanlar
doğum günlerini , evlilik yıldönümlerini unuturken 14 Şubat’ı , ülkemizdeki adıyla Sevgililer Günü’nü unutmaktan utanır oldu.
Günler
öncesinden yapılan reklamlar, vitrin düzenlemeleri siz bu günü unutmak
isteseniz de ısrarla hatırlatmaya yönelik. Evet, 14 Şubat bizde Sevgililer Günü
olarak hatırlanırken dünyada da Saint
Valentine olarak yaşanıyor.
Saint
Valentine’in Türkiye’de nasıl Sevgililer Günü olduğunu merak edenler biraz çaba
harcarlarsa bu hikayeyi de öğrenebilirler...Evet , bazen , bazı şeyler bu kadar
kolay olabilir...
İnsanoğlunun
zamanı adlandırmak ve sonrasında da kendine göre anlamlandırmak konusunda
üstüne yok. 14 Şubat da bir yanıyla böylesi çabaların sonucu. Ancak işin
içindeki pazarlama tekniklerinin farkına varanlar içinse sıradan hatta yok sayılması gereken bir gün
14 Şubat.
Tarihe
ve toplumların hayata verdikleri derin
anlamlara ilgi duyanlar, bu konularda doğu toplumları ve batı toplumları arasındaki
temel farkları da daha yakından bilir.
Batı
toplumları bu tür parıltılı organizasyonlara, abartılı anlam yüklemelere daha yakın olmuştur her zaman. Doğu
toplumlarındaki felsefi temelse, daha derinden ilerler ve şekle yaslanmayı,
abartıyı çok sevmezdi....
Tabi
ki düne kadar çok sevmezdi...
Şimdi
çağ başka bir çağ....
Globalleşen
(!) dünyayla birlikte bu kavramlar ve ayrımlar da değişiyor gün gün.
14
Şubat da başka etkinlikler gibi bize batıdan gelen bir olgu...
Dünya üzerindeki ekonomik modellerin
toplumları şekillendirmesiyle ilgili çalışmalar yapan isimlere göre bu tür abartılı
anlamlar yüklenen özellikli günler özü itibariyle kapitalizmin eseri...
Hep,
her zaman ve daha çok biçimde tüketmek üzerine kendini konumlandıran kapitalizm
için, her insan doğumdan ölüme kadar öncelikle ve yalnızca müşteri çünkü...
O
zaman, bu müşterilerin tüketim alışkanlıklarını da bir çok farklı etkinlikle ve
sürekli gıdıklamak gerekir ki, üretilen onca şey gerekli olup olduğuna
bakılmaksızın şuursuzca ve daima tüketilsin.
Kapitalizmin
çarkları böyle döner çünkü.
Ayın karanlık yüzüne bakmayı
bir öğrenirseniz; “ birey birey birey” diye bilinçlerin altına üstüne pazarlanan olgunun da kapitalizm için yeni
müşteriler demek olduğunu görebilirsiniz...
Her yeni boşanma bile bir yeni
televizyon, buzdolabı, halı ve kap kacak dahadır aynı zamanda kapitalizm için...
Benzetmeye
çalışırsak, kapitalizm bir yanıyla
sürekli pedal çevirmek zorunda olan bir bisikletçidir. Nasıl bisiklet
kullanırken dengede duran biri pedal çevirmeyi bıraktığında bir süre sonra o
bisikletten inmek ya da düşmek zorunda kalırsa, kapitalizm de sürekli tüketimi
körüklemek zorundadır yılın bir çok gününe farklı isimler , anlamlar vererek...
Yoksa
duran bisikletçi gibi kapitalizmin de maazallah (!) küt diye düşme ihtimali
vardır...
İnsanların
bu tür günlere, etkinliklere sahip çıkma ya da karşı olma hakları vardır. Elbette
çeşitli vesilelerle bütün insanların birbirlerini anmalarının, küçük
hediyelerle sevgilerini ifade etmelerinin hiçbir sakıncası olmadığı gibi
mutluluk veren tanımsız bir yanı da var...
Ancak bunun için “ille de dünya çapında icat
edilmiş hatta uydurulmuş günlere
ihtiyaç var mı” diye sormaya da her
zaman hakkı var başka birilerinin.
Sözün
sonunda , 14 Şubat deyince, Sevgililer
Günü diye bir çırpıda cümle kuranlara da hatırlatalım ki, 14 Şubat aynı zamanda Dünya Hikaye Günüdür de...
Bilmiyoruz
onca reklam bombardımanı arasında kaç kişinin dikkatini çeker bu gerçek...
Bilenler
bilmeyenlere anlatsın bu durumu da...
Hoş
, bir gökdeleninin gölgesinde bir sardunya ne kadar yetişir ve güneşi
görebilirse , Dünya Hikaye Gününün de , Saint Valentine furyası karşısında
şansı elbette o kadardır...
Saçı
sakalı ağarmış bana bile yıllardır hep şunu sordu etrafımdakiler; “Sevgililer
Gününde karına ne aldın/alacaksın?” Allah’tan biraz ağzı laf yapan adamım da
son yirmi yıldır hep şu yanıtı verdim bu işgüzarlara ; “Biz sevgili
değiliz...Karı kocayız...:))
İnsan
iyi yaşamak ister , kabul...
Saray
yavrusu evler, dünyaya tepeden bakan jeep kırması arabalar , şunlar bunlar hala
milyonlarca insan için iyi yaşamanın hem hedefi hem de tatminidir...
Bu
da kabul...
Amma
,
Hakiki
insansa önce ve yalnızca “elindeki
en iyiyi paylaşmak ister..”
Elinizdeki en iyi de , sevdiğinize yaptığınız veya
onun elinden içtiğiniz bir fincan
kahvedir...
Soyduğunuz bir dilim
portakaldır...
İkram ettiğiniz bir bardak
sudur...
Tarçınlı çaydır...
Elinden
çok kahveler içip hikayeler paylaşabileceğiniz sevdikleriniz varsa onların kıymetini çok ama çok iyi bilin...
Çünkü
onların sayısı hiç de çok değildir...
Hele
hele 21. yüzyılın bu dağdağasında en kırılganıdır bu insanlar kainatın...
Gittiler
mi giderler...
Bakakalırsınız
arkalarından...
(
murat örem / 11 şubat 2013 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder