ellerinde lastikli kocaman çekiçler
büyük taş plakaları yerleştiriyor ustalar
cinnah yokuşu kaldırımlarına…
kahverengi kösele ayakkabılarım
ve beyaza uzamış sakallarımla
yokuşlara tutunmaya çalışıyorum ben…
uğuldayarak tırmanıyor
araçlar…
gümbürtüyle yere düşüyor çınar
yaprakları
duyanlar için…
sonbahar, geldim
diyor…
sombahar, geldim, bak
birden giderim de diyor…
çocuklar sırtlarında
okul çantaları
telefonlarıyla like / dislike oynuyorlar….
boynu bükük kalıyor ekim güneşi….
anneler ucuz pirinç arıyor…
ucuz deterjan, ucuz yumurta…
ve illa ki yarım yağlı sütler arıyor anneler…
dar geliyor giydikleri korseler bellerine…
dar geliyor fason gece öpücükleri, annelere…
o teflon tava geldiği gibi bitti
çok ucuzdu herkes ikişer üçer aldı diyor
kasada duran minyon bakışlı kadın…
yüzü saçlarından daha çok sararmış
bir başka anne o da…
babaların bıyıklarında
yorgunluğun çamaşırları
sallanıyor…
babaların elleri sarı tütün kokuyor…
babaların alnına hayatın yokuşu
vuruyor…
siyah arabalar geçiyor harlayarak
beyaz arabalar, kırmızı mavi gri arabalar...
ve körüklü körüksüz kocamannn arabaların içinde
gözleri jilet kesiği, dışarı bakıyor insanlar…
cahit zarifoğlu düşüyor aklıma birden
yaralı rüzgar gibi inerken cinnahtan aşağı;
“çünkü
beklenenden tez düştü
aklar çocuk
sakallarıma...
çünkü
kırıldım;
saç uçlarıma
kadar....”
ve ismet özelin şu
muhteşem dizeleri ;
“…ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa , bir
başka hayata karşı….”
sonbahar , geldim diyor…
ömür, geldim ama birden giderim de haaa !!! diyor…
ellerimde olmayan ekim papatyalarıyla
bakakalıyorum üvercinkanın
sonsuzluk fıskiyelerine…
( murat örem / 04 ekim 2016 / ankara…..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder