30 yıl önce tam da
bugün ölmüştü edip cansever…
takvim 28
mayıs 1986’yı gösteriyordu…
yani ;
30 yıl önce…
360 ay önce…
1560 hafta önce…
10 bin küsur gün önce…
28 mayıs 1986’da
öldüğünde
daha 60 yaşında bile
değildi edip cansever…
edip cansever
öldüğünde ben ıstanbul’da üniversitenin ilk
yılındaydım…ama ıstanbul’un dağdağasından ve family pansiyon’un
keşmekeşinden kaçıp kaçıp o zamanlara
dek en iyi bildiğim limana, kasabaya
sığınıyordum…
18 yaşındaydım…
yalnızca 18
yaşındaydım…
cebimde kelimeler
vardı…
cebimde ülkeme dair de
umutlarım vardı…
-cebimde
hala kelimeler var, artık her ne halta yaradığını pek de bilemediğim…
devir kelimelerin zamanı değil artık… -
devir kelimelerin zamanı değil artık… -
ve ben o zamanlar
cebime doldurduğum bütün kelimelerle, bütün umutlarla, ilk otobüse, ilk
feribota atladığım gibi her fırsatta kasabama kaçıyordum…
gittiğim
yerde ,
o
kasabada
görmek
istediklerim,
hep görmek istediklerim vardı…
her fırsatta kaçtığım
kasabanın unutulmaz bir parkı vardı…
o parkın içinde
güzeller güzeli ağaçlar vardı…
her fırsatta o
ağaçların altında olmaya meftun iki çocuk vardı…
daha o yaşta bile kendilerini
kocaman sanan…
orada , o ağacın
altında söylemiştim karşımdaki çocuğa
“edip cansever ölmüş” diye…
ve hüzünle o ağacın altında yakmıştım bir dal maltepe sigarası daha…
karşımdaki çocuk,
yıllarca hep yaptığı gibi gözünün birini
belli belirsiz kısıp yüzünü hafifçe havaya
çevirerek dinlemişti beni minik minik yutkunarak…ona bu cümleyi kurarken benim
aklım aynı anda hem ondaydı hem edip canseverdeydi hem kasabadaydı hem
dallardaki çiçeklerdeydi hem ülkemdeydi hem and dağlarındaydı, hem ordaydı hem burdaydı …
aklım
benim her yerdeydi….
onun
aklı yalnızca bendeydi…
edip cansever de
ölebilirdi…
dallardaki çiçekler de
düşebilirdi…
aklım
beni çok yordu…
aklım
çevremdekileri de çok yordu…
ama
akıl bu…
atsan
atılmıyor…
satsan
satılmıyor….
30 yıl önce, edip
cansever tam da bugün öldüğünde ben gepgenç bir çocuk adamdım..
iki oğlum da benim o zamanki
yaşımdan daha büyük şimdi…
düşünün işte ne kadar
zaman geçmiş…
ama şunu da düşünün;
bir ülkenin edip cansever misali en büyük şairlerinden birinin 30. ölüm
yıldönümünde gazetelerde, radyolarda, televizyonlarda ve internette kibrit kutusu kadar yazı görmek için bile kırk takla atmak gerekiyorsa o ülke derin kara bir tüneldedir demektir…
ve
milletlerin medeniyetini gösteren
paralar,
sekiz çekerli arabalar,
9
odalı kasırlar yalılar değil
yazılı
eserlerdir…
bizimki de laf işte…
bizimki de fırtınada
sesini duyurmak için yırtınmak işte…
bizim ki de rüzgara
karşı işemek işte…
ne yapalım…
bizim
de fıtratımız buymuş…
laf
aramızda,
iyi
ki de buymuş….
( murat örem / 28 mayıs
2016 / ankara…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder