- meraklısına ön not ;
sesi bile bin yıl öncelerde kalmış
birinden geldi telefon…destursuz bağa
girenler misali selam sabahsız saydı
döktü…sonra çat diye kapadı yüzüme yüzüme…yok dünyanın bilmemneresinden üçtür
arıyormuş da açmıyormuşum da…niyeymiş de…ben eskiden daha matrak
adammışım da …
habire ölüleri anlatıyormuşum…da…
yazılarımda hep hüzünlü ve ölümlü
anılar varmış…da…
oysa biz onunla güle oynaya ne çok gezip tozmuşuz da…ne sigaralar içmişiz
de…eski murat nerdeymiş de…kılmış
tüymüş…de…
dinledim…dinledim…dinledim…
sonra baktım son yazılara…
kızcağız haklı…
ama ben de haklıyım…
bu dünyada ölüm çoksa , ben ne
yapayım yani…
bu dünyada zulüm çoksa , ben ne
yapayım yani…
bu dünyada insan azsa, ben ne
yapayım yani…
hasan hüseyin korkmazgil’e bir gün, habire kavga şiiri , açlık şiiri, adalet şiiri , ırmak şiiri, işçi
şiiri yazıyorsun, adamsan bir de aşk
şiiri yaz derler…
insanın densizi çoktur…
ulan, hasan
hüseyin dediğiniz adam, bırak yazmayı aşkın feriştahını yaşamış şairdir…karısı
olan azime, yıllar önce okur / şair
hayranlığıyla başlayan mektuplaşmaların ardından sırf hasan
hüseyin için evini barkını
bırakmıştır bir hamlede...hasan hüseyin
de bu kadri kıymeti bilmiştir ömrünün sonuna dek…öyle mi der oturur bir şiir bir şiir daha yazar ve akarsuya mektup olarak bırakır hasan hüseyin…
okurken
insanın ciğeri delinir…
tabi eğer insan insansa…
ciğer
de ciğerse….
bu
yazıyı da biraz öyle okuyun…
isterse
bu adam da
hüzünlü
yazılar yerine
mizahın
da feriştahını yapar
ince
kalın çakarak hem de…
yine
de ,
o
üniversiteli haliyle zihnimde kalan
densiz
ama güzel kızın da hatırı kalmasın…
alın
size mizah yazısı
kallavisinden….
başlıyoruz….
vira
bismillah…..-
( murat örem…)
**********************************
akşam
tam da münasebetsiz zamanda zır zır çaldı telefonum…
bu
teknolojinin bir tarafı nimetse öte yanı
mahkumiyet…
hakkıyla
mahkumiyet…
zırlayan
telefonun gönülsüz gönülsüz ekranına baktım…
yazmıyor
bir isim çıkmıyor bir resim…
numaranın
biri habire yanıyor sönüyor yanıyor sönüyor…
alengirli
mi alengirli de …
bangladeş’in salkım saçak yolcu taşıyan
bitmeyen
vagonlarıııııı….. misali
ne
başı görünüyor rakamların, ne sonu…
saniyeler
içinde zihnimden ihtimaller geçti…
hani
var ya, şu artı bilmem ne diye yurtdışından
arayıp olta atan numaralar…
onlar
olsa bir kere çınlar dururdu dedim…
umur
paşa:)) macar ellerinden çevirse,
alan kodu bilmemne olurdu
dedim…
ben
bunları saliseler içinde düşünürken, tapon malları ucuza kapışan tatminsiz teyzeler
misali , esrik bir titreme
içinde zırrlıyor telefonun kendisi de…sehpanın üzerinde bir sağa salınıyor bir sola…bu
salınıp titremeyle saniyeler içinde küt diye yere düşmesi mukadder…
bir
kez daha düşse çatlak desenli (!) ekranla
vedalaşmak kaçınılmaz olacak…
artık
hangi duygularla alındıysa haziran 2014’te, iki yıl içinde , başından üç
deprem , dört yangın felaketi, altı su baskını ve dört de duvara çarpma:))
geçti ama direndi…
ölmemeye
direndi…
ben
de kıyamadım…
biraz
da kıyamamam gerekiyordu…
çocuklar , okullar, taksitler şu bu …
bilirsiniz işte…!!!!
hasılı
kelam, kendinden geçe geçe zırlayıp esrik
esrik titreyen telefonu açmaya hiç niyetim olmasa da, bizim takımın efsane kalecisi tolga
zengin’in kalenin bir metre dışından giden toplara şevkle atlaması ve topu
ısrarla kalenin içine buyur etmesi (!!) misali, sehpanın üzerine bir hamle yaptım…
tam
da tolga misali oldu hamlem…!!!
elim,
içinde iki güzeller güzeli karanfil
dalıyla birlikte su olan minik
vazoya çarptı, vazonun içindeki su döküldü, dökülen su da çatlak ekranın üzerinde kendince
manaları olan derin şekiller çizmeye başladı…ben de bu şekillerin bana yüklü
bir kredi
kartı ekstresi !!! olarak
döneceğini sezdiğim için sakar mr
bean tarzı bir hamle daha yapınca sehpayla birlikte her şey yere düştü…
hakikaten
gol olmuştu…
ağlamak
istiyordum… sayın
okuyucular…
-vardı değil mi öyle bir fenomen ;
sesini gırtlağa alarak maç anlatır, televizyonun ekranında kibirli kibirli
karşısındakine “hııocaamm hııoocamm”
diye bir şeyler kekelerdi bir aralar…karşısındaki da bu
programdan da bir 5 bin daha aldık mı çocukların okul taksidi ödenmiş olur !!! diye diye ellerini ovuştururken, bir taraftan
da “kanatlar
manatlar tandem mandem …bloklar…..”cümleleri
kurardı…-
neyse
konumuz bu değil….
olaya
geri dönerek sakin bir şekilde bakarsak…
çalan
bir telefon evin içindeki hayatı değiştirmişti…
telefonun
üzerindeki suyla yapılan yeni desenleri anında kurulamak gerekirdi…
bu
son şansıydı emektar samsungun….
hemen
kuruladım…
karanfiller
ve vazo yere düşmüştü, kaldırılmalıydı…
anında
kaldırdım…
vazonun
içindeki su dökülmüştü, su konmalıydı yeniden…
işler
bitince koydum…
eh,
parkenin üzerindeki suyu viledayla silmek de işin mütemmim
cüzüydü…
hemen
kabarıverirlerdi laminant lanet parkeler…
la
havle diye diye viledaladım…
bunlar
tabi böyle anlatırken kolay da…
olay
anında öyle olmuyor…!!!
aynı
anda arda da artık iyiden
iyiye baritona giden sesiyle hatırlı bir nara atınca hali pür melalimiz hakkıyla şekillendi…
oysa
ben yalnızca, arsız arsız çalan telefona
yüz vermek istememiştim…
mesele
bu kadar basitti….
hani
en çok cahil kadınlar
sever
ya böyle kaknemlikleri…
adamlardan,
püsür
tüsür mevzular üzerinden
intikam
almayı…
“indirmedin” derler…
“kaldırmadın” derler…
“aldırmadın” derler…
“sattırmadın” derler…
“ sindirmedin…” derler…
ey fani…
ey lanetlenmiş erkek soyu…
aslında sen ne yaparsan yap,
o artık bir şey diyecektir…
hiçbir
şeyi bulamasa bile
“ şu sakalını eksik kesmişsin”
diyecektir…
böyle
durumlarda en iyisi
olay
mahallini kat’iyetle terk edip
bir
defteri şrak diye kapatıp
önünüzdeki
maçlara bakmaktır…
takım değiştirmeniz de haktır…
saha değiştirmeniz de…
benimki
de biraz bu hesaptı…
çalan
telefona cevap vermeyecektim…
ve
cevap vermemek için mutlaka bir bahane bulacaktım…
ve
hem arayanı hem zır zır çalan telefonu cezalandıracaktım…
hayat
işte….
hesaplar
tutmadı…
eskilerin
mutlaka bu konuda da bir cümlesi vardır diyeceğim size ama içinizden bazı işgüzarlar olamazzzzz,, zinharrr olamazzz, eskiden cep telefonu mu vardıııı diyecekler…
peki güzel kardeşim…
eskiden cep telefonu
yoktu…
dolayısıyla cep
telefonuyla ilgili atasözü de yoktu…
mutlu musun…
açığımızı yakaladın…
başın göğe erdi mi:))))
meğer
ben çalan telefona cevap vermemek için kırk takla atarken , sigaramı yakıp
kahvemi höpürdete höpürdete içmenin hayalini kurarken fenerbahçe’nin kalesine bir gol
daha vasıl olmuşmuş…volkanların demirelli olanı klasik bakışını atıyormuş sağa
sola topu kaleden çıkarırken…
başaklar boy vermişmiş….
gönülden
ve akıldan beşiktaşlı olmada, yaşayan ölen bütün aile büyüklerinin önüne
geçen arda da bu nazik duruma
eşlik ediyormuş nara atarak..
“bitti ulan bitti…bu iş bu
kadar…şammmpiyonuz” diye diye…
o
telefon münasebetsiz zamanda çalmasıydı…sonrasındakiler
olmasaydı….o güzelim ikinci gol topu filelere çat diye selam verirken, ben de arda gibi bitti ulan bu iş…çok yakıştı ulan bu şampiyonluk kara kartala diyecektim…
ama
öyle olmadı…
arda,
bitti ulan bu iş…şampiyonuz…biz
beşiktaşız….diye evi inletirken benim payıma da gitti ulan mis gibi hediye karanfiller...hay
senin eline ayağına murat örem diye kendi kendime söylenmek düştü…
neyse…
biz
bu takımla…
bu
takım ahlakıyla…
çamura
yatmak bilmeyen
bu
kalender hocamızla
daha
çookkk şampiyonluklar görürüz…
ömrümüz
varsa sonraki seneler birlikte bağırırız artık;
“bitti ulan bitti işte….
ŞAMPİYONN BEŞİKTAŞ :))) ”
ŞAMPİYONN BEŞİKTAŞ :))) ”
diye….
( murat örem / 11 mayıs 2016 /
ankara…)
-fotoğraf / arda erhan örem/ mayıs 2016-
Bir şeyi de "kötü" yapmayı denesene:)
YanıtlaSilEllerinden öperim...
Ayşın