sıcak,
çok sıcak,
çok çok sıcak temmuzun
neredeyse son günü…/ymüş…
sarı sıcak alevli gün
akşama döndü dönecek…/miş…
adamın gönlündeki
gün gün , usul usul ölümler
bir yana
daha bir iki hafta önce
gerçekten ölenler
olmuş, kalanlar olmuş…
hiç hesapta yokken
adamın çok sevdiklerinden
küt diye ölenler
olmuş …
herkesi kendi acılarının
başında bırakıp
yadırganacağını bile
bile
kaçmış bir yerlere adam…
çünkü onun acıları
daha da büyükmüş
ona göre…
çünkü yaşarken ölmenin
adı belliymiş de
yaşayarak ölmenin kahrı
anlatılamazmış…
dağ demiş,
deniz demiş,
tepe demiş,
eski demiş,
şehir demiş
insan demiş…
kaçmış bir yerlere adam…
ayağının altındaki
yaşlı italyan aygırına
git
demiş gitmiş,
dur
demiş durmuş…
tık dememiş…
onca yol giderken
kah didişmiş yanındakiyle
kah gülüşmüş adam…
günler geçmiş…
vakit saat gelmiş…
bir dahaki yanyana günlere kadar
herkes kendi yoluna
gidecek olmuş…
biletler alınmış…
eller birbirinden
ayrılmaya hazırlanmış...
dağlardan tepelerden
inilmiş…
o dağlardan inerken ,
ovalara denizlere
bakılmış…
zeytinler, zeytinyağlılar yenmiş…
akşamın hemen öncesinde
bir sahilin kenarında
bir arabanın içinde
çökerken
yaşanmışlıkların
ve yaşanmamışlıkların
hüznü,
hırlarken yorgun yorgun
emektar italyan
aygırının motoru
radyodan bir ses yükselmiş…
adam
kadına bakmış….
kadın
adama uzanmış…
ve bir ses doldurmuş arabanın içini….
onlarca yıldır yaptığı
müzikle
pek de ses
getiremeyen(!) o garip sesin
sayısı çok çok az
güzel şarkılarından biriymiş
arabanın içini dolduran
ses…
belki o anda adamla kadına öyle gelmiş…
ya da adamın zihnine
öyle nakşolunmuş…
ve şunları diyormuş o ses;
“uzaklarda değilim
ben her zaman
senleyim…”
birden
dağılmış arabanın
içindeki ufunet…
adam kadına bakmış…
kadın adama…
yükselmiş müziğin sesi
“bir gün beni özlersen
kalbine sor nerdeyim
uzaklarda olamam
ben her zaman
sendeyim…”
hikaye burda bitmemiş….
hüzünlüamaçokcokgüzel
o günün üzerinden ,
daha ne çok ne çok
günler haftalar aylar
yıllar yıllar geçmiş…
gün
doğmuş gün batmış yüzlerce kere daha…
bambaşka
bahçelerdeki
kristal
vazolar dağılmış…
çin
porselenleri tarumar olmuş…
gidenler
çirkince gitmiş…
kalanlar
suskunca kalmış…
ve
arabanın içindeki o adamla kadın
daha çok yollar aşmış…
kah ayaklarına çok taş
değmiş
kah ellerine çok
karanfil düşmüş…
günler günleri
kovalarken
kah ay doğmuş hanelerine
kah sarı sıcak güneş…
kah rüzgar esmiş
kapılarından
kah fırtınalar
boranlar…
ve ne zaman dinlese bu
şarkıyı adam
her ne olduysa oldu…
her ne olacaksa olsun…
iyi ki dinlemişim bu
şarkıyı…
iyi ki aşmışım onca
yolu…
“bütün ömrümce
yaşadıklarımdan
öğrendiğim
tek bir şey var
yaşadın mı
yoğunluğuna
yaşayacaksın
her şeyi…”
demiş…
ve uzaklarda bir yerde
bir ıslık sesi daha duymuş adam…
ve safran sarısı dağlardaki
dalların arasından
bir kırlangıç daha
uçmuş
( murat örem / 03 mayıs
2016 / ankara….)
-tablo /gustav klimt/ the kiss-
Atla gel bu taraflara da Viyana'da Klimt müzesine götüreyim seni. :) -umur
YanıtlaSilyıllar önce gittiğinde getirdiğin küçük kibrit kutusunun üzerindeki klimt tablosuyla idare edeyim bir süre daha ben...
Silbiraz para biriktireyim...
belki bir gün...
neden olmasın oğlum...
teklifin için de eksik olma...
baban....