arda,
“ flört ” grubu konserine gidiyordu bin yıllık arkadaşı
mert’le…
bana
sorarsanız egemen’le…
evet “ flört ” isimli bir grup var…mış…
ben
de yeni haberdar oldum birkaç ay önce…
gerçi bu
flört mlört…
kelimesi
bile ne kadar densizce…
bu
ismi bile münasebetsiz grubun , özellikle bir şarkıları var…
“
dün
trt’de izledim…” şarkının adı…
tarihinin
her döneminde doğası gereği hem çok sevilen hem de çok eleştirilen bir kurumun
, şarkı adında da geçmesinin anlamı, o
kurumdan daha çok, dönemin ruhuyla ilgili aslında…
çünkü
şarkı trt’yi anlatmaktan ziyade, uzunca bir dönemin tek yayın kuruluşundan yola çıkarak, bütün ülkenin o kuruma da yansıyan 1980’lerdeki hali pür melalini anlatıyor ya
da anlatmaya çalışıyor …
çocukluğu,
ilk gençliği 80’lere rehin olanlar çok şey bulabilir şarkının sözlerinde
özellikle…
ama
bu zamane çocukları ne buluyorlar bilmiyorum…
vardır
onların da bir bildiği…
bakın
bakalım…
sizin
fikriniz ne…
işte arda , flört konserine revan olunca ben de özdemir asaf sergisine
uğrayayım istedim yeniden…nisan ayı içinde açılan özdemir asaf sergisine, çağdaş sanatlar merkezinde ışık
hızıyla bakabilmiştim bir ara…ışık hızıyla bakmıştım çünkü tam tadını çıkara
çıkara standları geziyordum/k ki , elinde cep telefonuyla gelen bir görevli ,
salaş meyhanelerde eskiden yapıldığı gibi salonun ışıklarını söndürüp yakmıştı
birkaç kez…
önce
bir anlam verememiş sonradan anlamıştım…
meğer
akşam saat 20.00 olduğu için kapatıyorlarmış merkezi…
ve
bu ışıkları kapatıp açma hareketi de bunun
habercisiymiş…
bir
şey demedim görevlinin bu tutumuna….
yanımda
benim kusur bulmamı habire kınamaya
hazır biri olunca…
yuttum
gittim…
bilmiyorum,
genç
başkan çalışıyor da çalışıyor diye her yere en az bire iki metre ebadında habire fotoğraf asanlar, bu çok yaratıcı(!) uygulamadan haberdar mıdır…
haberdarlarsa
da kötü…
haberdar
değillerse de kötü…
iddialı
olduğunu her fırsatta dile getiren ve
emek verilmiş işlere de imza atan bir sanat merkezinde, kapanıştan 5 dakika önce sakin bir anons
yapmak, bir görevlinin salon ışıklarını eski meyhane usulü söndürüp
açmasından çok daha doğru ve estetiktir
herhalde…
diyeceğim
ama…
birileri
yine itiraz edecekler…
sen
de bir kusur bulma artık be kardeşim diye diye…
ne
yapalım azizim…
zaten
kelaynak
kuşları kadar kaldılar ama…
bu
memleketin okur yazarı da hep böyle işte…
habire
konuşurlar …
habire
yakınırlar…
yapılanları
da eleştirirler…
hiçbir
şeyi de beğenmezler…
taş
taş üzerine koyanların da şevkini kırarlar…!!!
oysa
ne gerek var…
sanat
merkezlerine sergilere kitaplara şuna buna…
aç
televizyonu izle…
dizi
mi var ona bak…
dönüp
dönüp aynı isimlerin marketingi
olan tartışmaları izle…
bir
araba laf konuşup aslında hiçbir şey demiyor olmanın ilmini
yapan bu cahilkerecühela adamların
yüzlerine sinmiş kokmaz bulaşmazlığını, devre göre zigzag çizen hayatını, ilişkilerini , anne babalık , karı kocalık rollerini örnek al…
bu
adamlara benze…
bu
kadınlara benze…
artık onlardan o kadar çok ki…
ve
gün gün daha da çoğalacaklar…
reklamlarda
deterjan mı pazarlıyorlar git ondan al…
izdivaç programları mı revaçta, bul hayırlı bir talip..
hiçbir
şey yapmıyorsan otur kim kime münasip akıl yürüt alık alık…
iş
yeri dedikodularına bırak kendini…
osman
beyin yeni arabasından konuş…
fatma
hanımın kocasından ayrılan kızına üzülmüş gibi yap…
içinden
“iyi
olmuş kimseleri beğenmiyordu…” diyebilirsin…
ama
dışından bunu yapma…
kendini
ele verme…
günlük
politikadan, altın fiyatlarından konuş ağzını doldura doldura…
ama günlük dedikodulardan bahseder gibi yap bunu…
ilişkilerinde,
işinde,
hayatında,
fikirlerinde
hiçbir renk
olmasın,
kendini
ele verdiğin,
durduğun yeri
gösterdiğin…
kendini
ele verdiğin,
durduğun yeri
gösterdiğin…
baksana
ayakkabılarda, çantalarda, duvarlarda binlerce renk var…
yetmiyor
mu bu renkler sana...
kişiliğinin niye rengi olsun ki...
kişiliğinin niye rengi olsun ki...
kırk
yedinci ayakkabını al…
ama
bu yine taba renkte olmasın…
sen
de haklısın "yedi ana renk" varsa şu kainatta…
mutlaka birbirlerine benzemek zorunda(!!!)
bu
çiftlerce ayakkabın, gömleklerin, tişörtlerin…
sonra
arabana binerken
o
dilenen kadına da beş lira ver ki…
ruhun
da rahat edip arınsın…
bak,
ayakkabıların gibi hayatın da bin bir rengi var…
kimilerine
en çok siyah düşmüş olabilir…
o kimilerinin sayısı milyarlarca insan da olabilir…
onların
hayatlarından, kaderlerinden sana ne ki…
sen
o ışıltılı beyazlarına gümüşlerine simlerine bak…
onları
büyük bir hırsla çoğaltmaya bak…
yorma
kafanı…
vicdanını…
aklını…
insanlığını…
insan
demişken…
sen
tek bir insansın…
neye
gücün yeter ki…
yetebilir ki ….
değil mi...
sonra buhranlar gelip bulur yine kalbini gönlünü yüreğini..
sonra buhranlar gelip bulur yine kalbini gönlünü yüreğini..
o
kadın ya da adam niye sokaklarda sürünüyor da ben niye ellinci pantolonumu bu kadar rahat alıyorum
/ alabiliyorum diye abuk
sabuk sorular sorma…
servet düşmanlığı yapma…
her şeye kusur bulma...
ağzımızın tadını kaçırma...
zaten bu durum yalnızca onların günahı…
ağzımızın tadını kaçırma...
zaten bu durum yalnızca onların günahı…
senin yalnızca kendini düşünmeni
onlar senin gibi kendi hayatlarında başaramadıysa
o da yalnızca onların hünersizliği…
seninle, bencilliğinle ne alakası var…değil mi ?
altta kalanın canı çıksın ....
değil mi ?
tuttuğun
partilerin takımların kulüplerin ölümüne fanatiği ol…
karşı tarafın da ölümüne düşmanı…
kör olsun gözlerin bu duyguyla…
vicdanın...
aklın...
bir
günü daha ye bitir işte…
bir
ayı daha ye bitir…
bir
yılı daha ye bitir…
o
tek kullanımlık ömrünü de
“ ceketime ne derler,
saçımın
topuzuna ne söylerler,
sakalımın uzunluğuna nasıl bakarlar,
sakalımın uzunluğuna nasıl bakarlar,
acaba
arabam için şunu mu düşünürler….
amir de şef de müdür de bana takmasın da
en
güzeli tek güzeli yalnızca kendini
düşünmek
heppp
ama heppp kendini düşünmek,
şu
italya turunu da ucuza getirdik,
iyi
oldu…”
diye
diye
kocaman bir hayata rehin ver git…
kocaman bir hayata rehin ver git…
gittiğin
yerden de facebooka fotoğraf koymayı ihmal etme…
gülen
emojilerini likelamaya hazır birileri hep olacak çünkü…
hayat dediğin ne ki...
insan dediğin ne ki...
aşk dediğin ne ki...
ahde vefa dediğin ne ki...
söz dediğin ne ki...
söz dediğin ne ki...
öyle bir rüya işte....
öyle bir rüya....
(
murat örem / 26 mayıs 2016 / ankara…)
-fotoğraf / arda erhan örem
resim / hürmüz edeer / çini mürekkebi / 1994
murat örem’e hediye-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder