*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

26 Mayıs 2016 Perşembe

bak, ayakkabıların gibi hayatın da bin bir rengi var…kimilerine en çok siyah düşmüş milyarlarca insan olabilir…sen o ışıltılı beyazlarına gümüşlerine simlerine bak…onları hırsla çoğaltmaya bak…




arda,     “ flört ”   grubu konserine gidiyordu bin yıllık arkadaşı mert’le…
bana sorarsanız egemen’le…


evet  “ flört ” isimli bir grup var…mış…
ben de yeni haberdar oldum  birkaç ay önce…

gerçi  bu  flört mlört…
kelimesi bile ne kadar densizce…


bu ismi bile münasebetsiz grubun , özellikle bir şarkıları var…
dün trt’de  izledim…”  şarkının adı…


tarihinin her döneminde doğası gereği hem çok sevilen hem de çok eleştirilen bir kurumun , şarkı adında da geçmesinin anlamı,  o kurumdan daha çok, dönemin ruhuyla ilgili aslında…


çünkü şarkı trt’yi anlatmaktan ziyade,   uzunca bir dönemin tek yayın kuruluşundan  yola çıkarak, bütün  ülkenin o kuruma da yansıyan  1980’lerdeki hali pür melalini anlatıyor ya da anlatmaya çalışıyor …


çocukluğu, ilk gençliği 80’lere rehin olanlar çok şey bulabilir şarkının sözlerinde özellikle…


ama bu zamane çocukları ne buluyorlar bilmiyorum…
vardır onların da bir bildiği…


bakın bakalım…
sizin fikriniz ne…


işte  arda ,   flört konserine  revan olunca ben de özdemir asaf sergisine uğrayayım istedim yeniden…nisan ayı içinde açılan özdemir asaf sergisine,  çağdaş sanatlar merkezinde ışık hızıyla bakabilmiştim bir ara…ışık hızıyla bakmıştım çünkü tam tadını çıkara çıkara standları geziyordum/k  ki ,  elinde cep telefonuyla gelen bir görevli , salaş meyhanelerde eskiden yapıldığı gibi salonun ışıklarını söndürüp yakmıştı birkaç kez…


önce bir anlam verememiş sonradan anlamıştım…
meğer akşam saat 20.00 olduğu için kapatıyorlarmış merkezi…
ve bu ışıkları kapatıp açma hareketi de  bunun habercisiymiş…


bir şey demedim görevlinin bu tutumuna….
yanımda benim kusur bulmamı  habire kınamaya hazır biri olunca…
yuttum gittim…


bilmiyorum, genç başkan çalışıyor da çalışıyor diye her yere en az bire iki metre  ebadında  habire fotoğraf  asanlar,  bu çok yaratıcı(!)  uygulamadan haberdar mıdır…


haberdarlarsa da kötü…
haberdar değillerse de kötü…


iddialı olduğunu her fırsatta dile getiren ve  emek verilmiş işlere de imza atan bir sanat merkezinde,  kapanıştan 5 dakika önce sakin bir anons yapmak, bir görevlinin salon ışıklarını eski meyhane usulü söndürüp açmasından  çok daha doğru ve estetiktir herhalde…


diyeceğim ama…
birileri yine itiraz edecekler…

sen de bir kusur bulma artık be kardeşim diye diye…

ne yapalım azizim…

zaten kelaynak kuşları kadar kaldılar ama…
bu memleketin okur yazarı da hep böyle işte…

habire konuşurlar …
habire yakınırlar…
yapılanları da eleştirirler…
hiçbir şeyi de beğenmezler…
taş taş üzerine koyanların da şevkini kırarlar…!!!


oysa ne gerek var…
sanat merkezlerine sergilere kitaplara şuna buna…

aç televizyonu izle…
dizi mi var ona bak…

dönüp dönüp  aynı isimlerin marketingi olan  tartışmaları izle…
bir araba laf konuşup  aslında hiçbir şey demiyor olmanın ilmini yapan bu cahilkerecühela  adamların yüzlerine sinmiş kokmaz bulaşmazlığını, devre göre zigzag çizen hayatını, ilişkilerini , anne babalık , karı kocalık rollerini örnek al…


bu adamlara benze…
bu kadınlara benze…

artık  onlardan o kadar çok ki…
ve gün gün daha da çoğalacaklar…

reklamlarda deterjan mı pazarlıyorlar git ondan al

izdivaç programları mı revaçta,  bul hayırlı bir talip..
hiçbir şey yapmıyorsan otur kim kime münasip akıl yürüt alık alık…


iş yeri dedikodularına bırak kendini…
osman beyin yeni  arabasından konuş…
fatma hanımın kocasından ayrılan kızına üzülmüş gibi yap…
içinden “iyi olmuş kimseleri beğenmiyordu…” diyebilirsin…

ama dışından bunu yapma…
kendini ele verme…


günlük politikadan, altın fiyatlarından konuş ağzını doldura doldura
ama günlük dedikodulardan bahseder gibi yap bunu…

ilişkilerinde,
işinde,
hayatında,
fikirlerinde
hiçbir renk
olmasın,
kendini 
ele verdiğin,
durduğun yeri 
gösterdiğin


baksana ayakkabılarda, çantalarda, duvarlarda binlerce renk var…
yetmiyor mu bu renkler sana...
kişiliğinin niye rengi olsun ki...


kırk yedinci ayakkabını al…
ama bu yine taba renkte olmasın…


sen de haklısın  "yedi ana renk"  varsa  şu kainatta…

mutlaka birbirlerine benzemek zorunda(!!!)
bu çiftlerce ayakkabın, gömleklerin, tişörtlerin…


sonra arabana binerken
o dilenen kadına da beş lira ver ki
ruhun da rahat edip arınsın…


bak, ayakkabıların gibi hayatın da bin bir rengi var…
kimilerine en çok siyah düşmüş olabilir…

o kimilerinin sayısı milyarlarca insan da olabilir…
onların hayatlarından,  kaderlerinden sana ne ki…

sen o ışıltılı beyazlarına gümüşlerine simlerine bak…
onları büyük bir  hırsla   çoğaltmaya bak…


yorma kafanı…
vicdanını…
aklını…
insanlığını…

insan demişken…
sen tek bir insansın…
neye gücün yeter ki…

yetebilir ki ….
değil mi... 

sonra buhranlar gelip bulur yine kalbini gönlünü yüreğini..


o kadın ya da adam niye sokaklarda sürünüyor da  ben niye ellinci pantolonumu bu kadar rahat alıyorum / alabiliyorum  diye  abuk sabuk sorular sorma…

servet düşmanlığı yapma…
 her şeye kusur bulma...
ağzımızın tadını kaçırma...

zaten bu durum yalnızca onların günahı…


senin yalnızca kendini düşünmeni 
onlar senin gibi kendi hayatlarında başaramadıysa 
o  da yalnızca onların hünersizliği

seninle, bencilliğinle  ne alakası var…değil mi ?

altta kalanın canı çıksın ....
değil mi ?

tuttuğun partilerin takımların kulüplerin ölümüne  fanatiği ol…

karşı tarafın da ölümüne düşmanı…

kör olsun gözlerin bu duyguyla…
vicdanın...
aklın...


bir günü daha ye bitir işte…
bir ayı  daha ye bitir…
bir yılı daha ye bitir…


o tek kullanımlık ömrünü  de

“ ceketime ne derler,
saçımın topuzuna ne söylerler, 
sakalımın uzunluğuna nasıl bakarlar,
acaba arabam için şunu mu düşünürler….

amir de şef  de müdür de bana takmasın da
en güzeli tek  güzeli yalnızca kendini düşünmek
heppp ama heppp kendini düşünmek,
şu italya turunu da ucuza getirdik,
iyi oldu…”

diye diye 
kocaman bir hayata rehin ver git…

gittiğin yerden de facebooka fotoğraf koymayı ihmal etme…
gülen emojilerini likelamaya  hazır birileri hep olacak çünkü…

hayat dediğin ne ki...
insan dediğin ne ki...

aşk dediğin ne ki...
ahde vefa dediğin ne ki...

söz dediğin ne ki...

öyle bir rüya işte....
öyle bir rüya....

( murat örem / 26 mayıs 2016 / ankara…)

-fotoğraf / arda erhan örem
resim / hürmüz edeer /  çini mürekkebi  / 1994
 murat örem’e hediye-






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder