bugün 19 mayıs…
susurluk
lisesinin , inebey ilkokulunun o güzelim
bando takımlarında sırama girip o
sokaklarda alkışlar tezahüratlar arasında yürüyebilir miyim milli bayramlarda…
1977 /susurluk emek evler
çocukluğumun ilk gençliğimin en güzel milli bayramlarını yaşadığım susurluk sokaklarında , ceketinin yakasında her daim gümüş bir Atatürk rozetini onurla taşıyan ukala, bilgili, hevesli, aşık, genç, liseli adamı bulabilir miyim…
kız kardeşim ayşın’ı koluma takıp, gündüz de ayrı tavaf ettiğim tarihi susurluk parkı yollarında kardeşimle doyumsuz sohbetler edebilir miyim…
susurluk lisesinin bahçesindeki bayrak törenlerinde, aradaki onlarca kafanın arasından her sabah ama her sabah o sarı damarlı:)) kızla göz göze gelebilir miyim…
okul şampiyonu olan 6-mat/b sınıf voleybol takımımız adına kantine gidip ilhami hoca’nın hesabına yazacakmışsın:)) diye bütün sınıfa çay yerine 25 tane coca cola 25 tane çokoprens ısmarlayıp , batırdın ulan beni :)) diyen ilhami hoca’yla uzaktan uzaktan didişme jimnastiği yapıp , ayların rövanşını ince ince alabilir miyim…?
1985 / susurluk lisesi/ 6 mat- b / final maçı öncesi
ey hayat söyle…
bunların hiçbirini artık yapamaz mıyım…
ben artık 50 yaşında mıyım...????
ey
hayat…
o
zaman ben de filmi geriye sararım…
anıları hatırlar onlara yaslanırım...
anıları hatırlar onlara yaslanırım...
onları silmeye de gücün yetmez ya….
(murat örem )
*******
lisedeydim…
susurluk
lisesinde son sınıf öğrencisiydim…
1984-85
eğitim öğretim dönemiydi…
-30 yıldan fazla mı geçmiş…
pes…-
dört
kişilik örem ailesi olarak sabahın alacasında kalkardık hafta içi…
çünkü
evde iki daimi
öğretmen , iki de kıdemli öğrenci
vardı…
kalkılınca
radyonun kulağı hemen bükülürdü…
uzaklardan
gelen sesler doldururdu sabah telaşındaki evin içine…
cuma
günleri radyo-1’deki halk hikayelerini dinlerdim/k…
onlar
ne güzel dramalardı…
sonra
hayat bana bu alanda binlerce program kapısı açtı…
evdeki
kıdemli öğrenciler bizlerdik...benden 4 yaş küçük
kız kardeşim ayşın ve ben... daimi öğretmenler de anne babamız müjgan hocanımla / taşkın hoca’ydı…
her
ama her manada
döneminin ülkedeki en iyi liselerinden olan susurluk lisesi’nde tam
gün eğitim görürdük…susurluk lisesi hakikaten bir okul ve ekoldü ama bu durum yalnızca susurluk lisesinin başarısı değildi…
temelleri
çok eskiden atılmış ve aralarında her daim biraz da sert ve yıkıcı bir rekabet
olan inebey
ilkokulu ve beşeylül ilkokulu sıralarından zaten çok donanımlı gelen öğrencilerin
çeliğine, susurluk ortaokulunun efsane öğretmen kadrosunda da iyice su verilirdi...
bu
yıllarda eğitim ve öğretimin nitelikli hazzını alan öğrenciler, bir de susurluk lisesinin o kendine özgü
havasını solumaya başladıklarında da pozometresi, enstantanesi, diyaframı,
kontrastı çok iyi ayarlanmış fotoğraflar olarak bir bir
ortaya çıkardı…
anlattığım
dönemde susurluk lisesinde üniversiteye öğrenci yerleştirme oranlarının yüzde doksanlarda seyrettiğini
söylersem ne dediğim daha iyi
anlaşılır…ve bu yüzde doksanlar, bugünkü gibi, üniversitelerin bin çeşidinin olduğu günlerde başarılıyordu...
ve
kazanılan bölümlerin hemen hepsi, ülkedeki üniversiteler içinde puan,
statü ve eğitim kalitesi olarak en yüksek
bölümlerdi…tıp fakültelerini,
mühendislikleri, hukuk fakültelerini, siyasal bilgileri kazanmak vakayi adiyedendi biz susurluk lisesi öğrencileri için…
bütün
bunları yaparken susurluk lisesinin öğrencileri, çok zengin bir sosyal hayatın da
içinde kardeştiler…gençliğin her döneminde olduğu gibi bizlerin de didişmeleri,
klikleşmeleri, sevda halleri gerginlikleri vardı ama gerçekten büyük
bir aileydi lisenin bütün öğrencileri, öğretmenleri ve yöneticileri…
yeri
geldiğinde yazılarımda her vesileyle şükranla andığım ve anlattığım gibi çok güçlü eğitim ve idari kadroları vardı susurluk
lisesinin, susurluk ortaokulunun ve inebey ilkokuluyla , beşeylül
ilkokullarının…
yazının
tam burasında şu cümleyi kurmak farz oldu benim için…annem müjgan hocanım, hayat
ters bir şey göstermezse en az beş ay kalmaya gittikleri deniz evlerinde yerleşme telaşını biraz biraz bitirdiyse, benim bu yazılarıma da göz ucuyla bakmaya
başlamıştır…bir gün telefonda bana çat diye , evladım sen iki ilkokulu sayarken
ısrarla benim okulum olan atatürk ilkokulunu saymıyorsun, saymamışsın diye
hesap sorar…bilirim…
ben annemi bilirim :))
müjgan hocanımla, tam yeni bir sulh mutabakatı imzalamışken yeni bir gerginliği göze alamam !!! bu yüzden hemen söyleyeyim; evet anacım…senin okulun da vardı…ama bilirsin ki inebey de beşeylül de daha yerleşmiş okullardı altyapı olarak…senin okulun biraz daha o güzelim dizide olduğu gibi “carver” misaliydi…ekonomik ve sosyal olarak çok daha alt grupların öğrencileri vardı…bu yüzden yarışta daha bir kenardaydı…haa, dersen ki , evladım senin inatçı ve idealist anan da yıllarca hem de çoktan hak ettiği halde o iki okula asla tayin istemeyip atatürk ilkokulundan emekli oldu…bunu bir kez daha senden duymaktan mutluluk duyarım…
senin
o tavrın hepimiz için bir onur nişanesidir…
hayat
dersidir…
bizler de , anne babamız olarak ikiniz de iyi biliyorsunuz ki, sizlerden aldığımız emaneti , yapabildiğimiz kadarıyla aynı dürüstlük, samimiyet ve “eyvallahsızlıkla” taşımışızdır…
müjgan hocanıma yazılı
savunmamızı verdikten sonra devam edelim :)))
susurluk lisesinin bu çok emek verilmiş eğitim öğretim rüzgarı benim görebildiğim kadarıyla 1970’lerin ikinci yarısıyla ivme kazanmaya başlamış, bizim dönemi de kapsayan biçimde özellikle 1980lerin tam ortalarında adeta pik yapmış ve yine 1980’lerin sonlarına doğru arızi bir sıçrama yaparak sonrasında da adım adım sönümlenmişti…
evet
biliyoruz..
başlayan
her şey biter…
zirvede
durabilmek zirveye çıkmaktan çok daha zordur..
bu
cümleye de aşinayız…
ama
bu gerileme hiç olmazsa geciktirilebilirdi…
bu
da yapılamadı…
hadi
daha açık söyleyelim; yapılmadı…
çünkü yine her vesileyle söylemeye çalıştığımız gibi susurluk halkı esnafıyla, ahalisiyle ufkunu geliştirip bu eğitim rüzgarına binmeyi , başarıları kalıcı hale dönüştürüp , yetişmiş insanlarının sinerjisinden yeni susurluklar yaratmayı akıl etmedi...buna çaba da harcamadı…bir zamanlar ülkenin en güzel parklarından olan tarihi park bile herhangi bir arazi parçasına çevrilirken gıkını çıkarmadı ve her dönemde çekirdek çıtlayarak günlerin geçmesini tercih etti susurluk ahalisi..
bunun da onlarca sebebi vardı, var…
bilenler
bilir ki , anadolunun batısı coğrafya ve iklim olarak çok şanslıdır…
biz
mesela kulakları çınlasın bin yıllık dostum hüseyinle ortaokul yıllarındayken kırık ve ölü bir kavak
ağacı dalını betonun kenarına voleybol direği olsun diye toprağa öylesine
, laf olsun diye bastırmıştık…betonun içindeki toprağa öylesine sapladığımız dal parçası, günler
aylar geçince gördük ki kendiliğinden
ağaç oldu…
o dalı ağaç yapan biz değildik…
toprağı güneşi iklimiydi susurluk’un…
hem
de öyle böyle bir ağaç değil…
adeta
kalıbıyla boyu posuyla meşeyle çınarla yarışır hale geldi o kavak…
aradan
otuz küsur yıl geçti…ne zaman susurluk’a
gitsem o ağaca bir selam veririm yakından veya uzaktan…bu hikayeyi bu yazıya kadar ne anne babam bilir/di ne
çocuklarım…böyle mümbit bir topraktır işte anadolunun batısı…
ve
böyle bir coğrafyada insanların çok da çalışkan olmaları mümkün değildir…veya o
çalışkan dönemleri sürekli kılmak mümkün değildir…insanlar o kıymetli
akıllarını yormazlar…o narin bedenlerini yormazlar…nasıl olsa betonun içindeki
toprak bile onlara yiyecek bir sap buğday vermiştir ve hep verecektir…
bu
duygunun, insanı ve toplumları nasıl
rehavete iteceğini varın hesaplayın …
işte
susurluk da bu yanlışa düştü…
eğitimin
gücünü önemsemek yerine allah kerim yanlışına
düştü…
oysa Allah, çalışanlar için kerimdir…
oysa Allah, üretenler için kerimdir…
oysa Allah, kendini bilenler için kerimdir…
şu
hayatta iyi ki tanıdığım en nev-i şahsına münhasır insanlardan
olan "ibrahim
balkan’la" çok konuşurduk biz bu konuları…1920’lerin başında doğmuş biri
olarak o dönem için çok da yabana atılmayacak biçimde eğitimli / ilkokul mezunuydu ibrahim
balkan…ve şu hayatın inanılmaz tesadüflerinden biri olarak babam
taşkın hocanın dedesinin, benim de baba tarafımdan büyük dedemin öğrencisi olmuştu ilkokulda…
ibrahim
balkan hayatın her
yönünü tanımış ve zamanında yokluğun da varlığın da dibini görmüş biri olarak
güneşi üzerine hiç doğurmadığıyla övünür, ahalinin tembelliğinden çok yakınırdı…iş
verdiğimiz adam, ikinci gün bize akıl
öğretmeye kalkıyor, yanındaki işçiye kaytarmanın yolunu öğretiyor derdi…
haklı olduğu yerler çoktu…
görmediği
, görmek istemediği yerler de çoktu…
örnek
olduğu asla rol yapmadığı yerler de
çoktu…
onca varlığın içinde kendini hiçbir zaman ayrı yere koymaz üzerine aynı anda onlarca böceğin pike yaptığı karpuzu mutlaka işçileriyle birlikte aynı kırık dökük masada yer, üç günlük çorbayı melamin tabaklarla yine kesinlikle onlarla birlikte içerdi ibrahim balkan…
fikirleriyle
halkçı olan, toplumcu olan bendim dışardan baktığınızda…
ama
dışardan göründüğü kadarıyla iyiceee halkçı olan oydu !!!
benden
de böyle olmamı isterdi belki…ama ben, her bir araya geldiğimizde onun yıllar önce gıyabımda gülerek yaptığı tabiriyle bu konularda mutlaka bir “sineklik” yapardım…evet, ben de 14.luis’in takımlarıyla
yemek yememiştim ama üzerine sineklerin pike yaptığı sofralara da hiç oturmamıştım
o günlere dek…melamin tabaklarda zinhar çorba da içmemiştim…belki melamin
bardaklarda su içtiğim zamanlar olmuştu…ve o bardaklar da zamanının çok estetik
bardaklarıydı….
çok çok paranın hiçbir zaman olmadığı, düzenli bir gelirin ve hayatın her zaman aktığı ve çok ciddi bir estetiğin, emek ve özenin her yere sindiği daha çok annem tarafından otokrat bir evde büyümüştüm…dışarıdan daha otoriter görünen belki farklı biriydi ama…ilk ergenlik zamanlarımda annem müjgan hocanım, bu evde demokrasi var dedikçe, tabi tabi kenan evren demokrasi var:))) derdim hiç altta kalmayarak…!!! kenan evren demokrasisini bilenler bilmeyenlere anlatsın …
yıllar
sonra kendi kurduğum evde de düzen anlamında bu yarı otokrat düzeni her şey
pahasına sürdürmek için çok da çırpınmıştım…çırpınmıştım tabiri biraz hafif
kalabilir…kabul…
bilenler bilir iki kişilik savaşın
kazananı olmaz…
hatta hiçbir savaşın kazananı olmaz da
iki kişilik savaşın kazananı hiç olmaz…
insana
dair konular başta olmak üzere diplomatik biçimle de olsa didiştiğimiz yerler de çoktu ibrahim
balkan’la…bir çok konuda çok haklıydı…her didişmede, konuşmada ondan da
çok şey öğrendim…çağının ilerisinde olan bir tarafı hep vardı…bir çok konudaki
hoşgörüsüyle, supleksiyle, uzlaşmacı tavrıyla, intikamcı olmayan büyüklüğüyle yaşıtlarından zaten hep öndeydi de feraset
olarak...ama yetiştirdiği evlatlarından akrabalarından da fersah fersah ilerideydi…
fakat;
hayatı boyunca eğitime önem vermeyen halleriyle de çok yanlış yapmıştı aynı ibrahim balkan…bir faninin hayatı
boyunca yaşamasının zor olduğu büyük maddi tatminler ama öte yandan da kaldırılması çok çok zor manevi yıkımlar da yaşadı uzun ömründe…bunların arkasında bence eğitim konusundaki ihmali vardı…ben yeri geldiğinde ona da davulcu
yellenmesi gibi gelse de etrafına da eğitime ve üretime kanalize edilmeyecek büyük parasal
gücün günün birinde toz duman
olurken mutlaka büyük bir gümbürtü çıkaracağını bu gümbürtünün etraftaki insanları
da gümbürtüye getireceğini defalarca anlattım…
her
seferinde beni büyük bir nezaketle dinledi…
ya
da dinler göründü…
ve
bence söylediklerimin çoğuna da hak verdi…
ama
artık geri dönülmeyecek kadar ilerle/n/mişti
ihmallerde…
enerjisi
bitmişti…
ok
yaydan çıkmıştı..
eğitim
alanında gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmişti…
yaşı
da seksenlere dayanmış hatta geçmişti…
bir
gün bir sohbet anında hayat herkese her yaptığının bedelini ödetiyormuş evlat er ya da geç demişti ibrahim
balkan elindeki kahve fincanını bir sağa bir sola gıllıgışlarken…çok
keyfi yerindeyse evlat derdi bana…bu cümlenin ardından murat örem murat örem
gülmüştüm ben de…
işte
susurluk da eğitim alanında bu yanlışı yaptı…
esnafıyla,
memuruyla, işçisiyle bu yanlışı, ihmali yaptı…
susurluk’un geçmiş yıllarda her
kademedeki efsane eğitim kadrosunun kendiliğinden oluştuğunu düşündü susurluk
halkı…bu kadronun arkasından gelen öğretmen gençlere yeni yollar açmadı…yeni
emekler harcamadı… oysa o dönemin eğitim kadrosu hakikaten bir türkiye
mucizesiydi ama bu mucizenin fiziki bir ömrü vardı…bu mucizede susurluk
ahalisinin organize bir katkısı yoktu…ahali, bu devran hep böyle gidecek sandı…
gitmedi
işte…
dünya
dönüştü değişti…
ülke
de dönüştü değişti…
susurluk
da payına düşeni aldı…
aklı
başına gelmezse daha da alacak…!!!
mesela
bir ilhami duman’ı vardı susurluk lisesinin…
küt
diye beyin kanamasından ölene kadar efsanelerindendi ilçenin…
onunla
pek sevmedik hatta hiç sevmedik birbirimizi biz…
6
mat b’de , son sınıfta matematik ve sınıf öğretmenimizdi…
ilhami hoca; beni, kibirli , ukala ve başına buyruk buldu her daim…
sınıfta
kurmak istediği köşeli otoriteye muhalefetimden
nefret etti…
bunu
çoğu zaman açık açık gösterip söyledi de…
ama
hiççç geri adım atmadım…
ben
de onu her zaman katı, despot, şabloncu ve işgüzar buldum…
tanımsız
öfke nöbeti anlarında öğrenciyi ezip hırpalayan yanı da vardı…
bilgiye
, sevgiye dayalı öğretim yerine itaate , korkuya dayalı modele
yaslanıyordu…
ki
hayatta işim olmazdı bu tavırla…vurur kapıyı çıkardım…
ben baba olarak anne olarak bir çok yönden hakikaten lokum gibi olan taşkın hocaya müjgan hocanıma bile kök söktürmüş bir asi !!! adamdım…ilhami hoca’nın pozlarına hayatta teslim olmazdım…olmadım da…
derslerinde
tetikte beklerdim bana da ters bir şey yapmaya kalkarsa asla alttan almamak için…olay nereye
kadar giderse oraya kadar gidecektim..neyse ki kazasız belasız atlattık o yılı
ikimiz de birbirini uzaktan yoklayan boksörler gibi…zekasına , bilgi ve
donanımına güvenen, ailesinden aldığı
demokratik özgüvene yaslanan herkes gibi hiç eyvallahım yoktu böyle hallere…ama
okul bittiğinde üniversiteye kadar olan
öğrencilik hayatımdaki tek bütünlemeyi yaşadım ilhami hoca’nın dersinden… okul bittiğinde deve dişi bölümü
kazanmış olmanın mutluluğunu yaşamak yerine gökhan abimle lise son matematiği
çalıştık acıpayam’ın ata evinin
bahçesindeki erik ağacının altında
hem güle oynaya hem söylene söylene…
bütünleme sınavında da aldım 5’i yürüdüm gittim :)))
bir de galiba lise 3 matematik kitabını yaktım evin içinde:)))
bütünleme sınavında da aldım 5’i yürüdüm gittim :)))
bir de galiba lise 3 matematik kitabını yaktım evin içinde:)))
ama
şunu da adalet duygumla ve içtenlikle söylemeliyim
ki ; aynı ilhami duman’dı yüzlerce öğrenciyi,
matematik dersindeki kendine itaat
ettiren emekleriyle üniversite kapısının önüne kadar getiren…evet,
biz onunla hiç sevmemiştik birbirimizi karşılıklı…ben zaten ömrüm boyunca otoriteyle
didişen hatta çarpışan bir adam olmuştum dolayısıyla ilhami duman hoca’ya da
pabuç bırakacak değildim… bu tarz bir öğretim anlayışına boyun eğmek yerine
alır sıfır
notumu otururdum ama asla alttan almazdım…
tamam ben imalat hatasıydım fazlasıyla demokrat ve liberal bir evin özgüveni çok yüksek bireyiydim ama yüzlerce yaşıtım için üniversiteye açılan bir kapı oldu ilhami duman hoca’nın o dönemin ruhuna da çok uygun düşen totaliter ve itaat isteyen yaklaşımı…
tamam ben imalat hatasıydım fazlasıyla demokrat ve liberal bir evin özgüveni çok yüksek bireyiydim ama yüzlerce yaşıtım için üniversiteye açılan bir kapı oldu ilhami duman hoca’nın o dönemin ruhuna da çok uygun düşen totaliter ve itaat isteyen yaklaşımı…
dedim
ya
ilhami duman sevmezdi beni…şu anlatacağım bile yeterliydi sevmemesi
için… çünkü bir yıl boyunca öğle
tatillerinde bile koca sınıfı bir odaya tıkar üniversite sınavı için nefes
aldırmadan deli gibi matematik sorusu çözdürürdü…ben de her seferinde sınıftaki
o 25 kişiye inat, sınıfa hemen girip çıkar raketimi alır sınıftakilere
acıyan ve kışkırtan gözlerle bakar ve masa
tenisi oynardım alt sınıflarla…hele bir de arada o dönemlerde gözümü alan saçları kıvır kıvır mavi gözlü kız
çıktıysa elinde raketiyle karşıma dünya yansa umurumda olmazdı:))
bugün
artık susurluk’a çok daha seyrek gidiyorum…
gittiğimde
de içimden gelmiyor sağını solunu gezmek…
30 yıl önceki tarihinden bile ne az şeymiş kalmış...
o
güzelim park, kimliğini kaybedip ruhsuz
bir yeşil alan yapılmış…
gördükçe
içim acıyor…eski binalar yok…eski okullar yok…
kalanlar da değişmiş…
ağza büyük gelen rezil porselen dişler
misali
her binaya her okula ekler yapılmış…
inebey ilkokulu son gördüğümde çürük bir azı dişi gibi kalmıştı bir kenarda…
şimdi
hala yıkılmadıysa , o kapıdan girsem , müdür
islam hocanın gülleri hala duruyor mudur…küçücük bir çocukken beni sigaya
çekmişti o güller için…yok ben mi
koparmışım…yok koparanları görmüş müyüm…insanın hiç dahlinin olmadığı bir kusurda kendini suçlu hissetmesinin ruhu ne kadar örseleyen bir yanı olduğunu ilk idrak etmem o olayladır...daha iyi anmak isterdim o müdürümüzü de...
ne
güller kaldı…ne inebey….
islam
hoca yaşıyor mudur ki…
hep
o kibar haliyle hatırladığım nefise öğretmen bahçede midir…
hayatta
mıdır…
onun evlatlarından
biri olan ve liseliyken her seferinde evin önünde oynayan çocuk halimi tatlı tatlı
kızdıran samim kara’nın babası mustafa
kara öğretmen’i hatırlayan kaç kişi kalmıştır…
hayatımdaki en anlamlı 5 yılda kocaman mührü
olan ,
çok sevip saydığım nursever öğretmenim bu yazıyı eskaza
okur mu acaba…
beşeylül’ün
bahçesinde tahsin bey’i görebilir miyim…bir ev ziyaretinde kardeşim ayşın’ı
terliklerini yerim diye eni konu korkutan tahsin öğretmen’i…
ömrü
uzun olsun engin kula yine tiril tiril spor kıyafetleriyle ayağındaki esem
sporlarla beden eğitimi dersinde kendinden geçiyor mudur…
beşeylülün
müdürü fahrettin bey okulun camları kırılmasın diye yine yalandan
çocukları kovalıyor mudur…
ne
bahçesi ne kendisi kalan susurluk ortaokuluna giderken
yağmurlu günlerde içi çocuk ruhu ve şemsiye ıslaklığı kokan taka’ya
binebilir miyim…
çocuklar
kalorifere yaslanmayın yasak diyen nazander
öğretmenime , ama bize derken siz niye peteklere yaslanıyorsunuz
diye boyumu aşan:)) cümleler kurabilir miyim…
naci
subaşı öğretmen’in yaşayarak, ağlayıp gülerek anlattığı
türkçe derslerinde yine kendimden geçebilir miyim…
biliyorum
bunların
hiçbirini artık yapamazmışım…
hayat
öyle dedi bana…
1983 / 19 mayıs / ilçe stadı / erkek bando takımı
sahi
size ne diyor hayat…
sahi
size ne diyor
" bütün umudum gençliktedir"
diyen Atatürk 'ün türkiyesi…
( murat örem / 19 mayıs 2016 /
ankara…)
Eskilere hem de çok eskilere götürdün beni Murat sağol varol; kimler canlanmadı ki gözümde biraz gülümsedim biraz da hüzünlendim.
YanıtlaSilSusurluk Lisesi mezunu ve o mükemmel hocalarımın öğrencisi olmaktan ayrı bir gurur duydum.
Kalemine sağlık... Funda Sezer
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Silkıymetli funda;
Silbenim facebookum yok ama
iliyorum ki her yazıya iki güzel sözün var...
işte böyle geldik gidiyoruz...
hepimiz 50'nin ya kapısı ya içindeyiz...
ülkenin ortalama ömrü de belli...
elbette ümitsiz değilim...
karamsar ve yorgun da değilim...
ama yaşanmışlıkların yükü hepimizin üzerinde...
en son üç yıl önce annemlerde karşılaşmıştık seninle...
siz kalabalık bir öğrenci grubuydunuz...
her zamanki gibi samimiydin, içtendin..
dilerim hep öyle kal...
sana , kıymetli eşine, evlatlarına iyi dileklerimi, sevgilerimi selamlarımı gönderiyorum...
yeni yorumlarda da görüşmek ümidiyle...
murat örem...