şu hayatta
çok hakiki
çok silik
çok gizemli
insanlar da tanıdım…
çok densiz de…
patavatsız da….
şu hayatta
çok güzel
insanlar da tanıdım…
çok çirkinleri de….
çirkinlikten güzelliğe
güzellikten çirkinliğe
saniyeler içinde evrilen
de çok insan tanıdım…
şu hayatta
ismiyle müsemma
çok insan da tanıdım…
tersini de…
kimi isim,
gerçeğin filizlendiği yerde, yavanlaştı…
gerçeğin filizlendiği yerde, yavanlaştı…
kimi isim de,
yavanlığın olduğu yerde -ummazdım- insanlaştı…
bir
gün karşılıklı sohbet ederken kurthan fişek hoca anlatmıştı davudi
sesi, samimi havası ve aksanlı artikülasyonuyla isimlerle ilgili enteresan bir
anısını…mealen şunları demişti ; “70’lerin
sonlarında biz hocalar daha da solda dururken , ortalık sağ sol diye birbirine girmişken ve
çoğumuz kelle koltukta yazıp çizerken isimlerimizi düşündük birden yahu…kurthan, bozkurt, toktamış…alpagu…kurtböke…gülmeye
başladık…bunlar daha çok hakkıyla sağ
ideolojinin sahiplendiği isimlerdi…o
ideolojinin isimlerinden de çok dostum vardı ülkedeki kamplaşmaya rağmen…onlara
da söyleyince bu tespitimi bu kez karşılıklı bir daha gülmüştük….”
kurthan
fişek hoca’nın ölüm haberini, ne gariptir ki gözüm saatte ağabeyi gürhan
fişek hoca’yı merakla mikrofon başında beklerken almıştım, önümdeki
haber sitesinden…gürhan hoca her zamanki
alicenaplığıyla birkaç dakika sonra yine de gelmişti sözünde durarak…hayat
ölüme galip gelmişti…sorumluluklar ölüme galip gelmişti…
eh,
gürhan
hoca da , kurthan hoca gibi türk tababet tarihinin en güzel isimlerinden nusret
fişek’in oğluydu…hiçbiriniz bilmezsiniz muhtemelen nusret fişek’i…
şu
kadarını söyleyeyim ;
çocuklarınız
vakti zamanında en basit hastalıklardan bebek halleriyle ölmediyse, sağlık
ocaklarında, ana çocuk sağlığı merkezlerinde hala yapıla/bile/n düzenli
aşıların sayesindedir…ve tüm bu çabaların arkasında 1950’lerden beri emeğini otoritesini bütün yıldırmalara inat
esirgemeyen nusret fişek’in ülke sevgisi vardı/r…
yukarıdaki
fotoğrafta yanında olmaktan onur
duyduğum kişi de kurthan hoca’nın
anlattığı yaşanmışlıkta ismini espriyle andığı kişilerden biridir…
"bozkurt güvenç" hocadır…
türkiye ve dünya antropoloji tarihinin / insanbilim tarihinin marka ismidir hala bozkurt güvenç… türkiye bu gerçeği ve kıymeti ne kadar bilir, ne kadar önemser derseniz ağız dolusu iyimser bir cevap veremem...halen okuduğum elimdeki muhteşem kitapta, düşünce tarihimizin en yürekli ve çalışkan kalemlerinden olan aziz nesin , ruhi su’yu anlatırken , tevfik fikret’in nef’i için yazdığı dizeleri hatırlatmış…şunları demişmiş tevfik fikret ;
“eyvah ki; bir çorak vadide yitip gitmişsin…”
çorak
vadi neresidir , onu da bilemem…
ama şunu iyi bilirim…
toplumlar,
kalabalıklar, bazı dönemlerde şaşılacak derecede hoyrat olabilirler düşünen
üreten eğitimli duyarlı naif insanlarına…mesela; yazıp çizen insanlara bunca
kitabı okudun da ne oldun diyebilirler…ben bir tek aydın tanırım o da
vilayet olan , il olan aydın’dır diyebilirler…basitliğin vandallığın
şahikasına çıkabilirler…veya birbirinden bayağı, sıradan ve kışkırtıcı ,
ayrıştırıcı cümleleri facebooklardan şunlardan bunlardan paylaşarak daha da
ilkelleşebilirler…çünkü eğitimsiz insanların düşünsel fiziksel ruhsal şiddeti
bütün canlılardan çok daha vahşidir, ilkeldir, yıkıcıdır…aslında bu davranış
kalıplarının arkasında neyin yattığı bellidir…adına
psikoloji , psikiyatri denen bilimler bu gerçekleri zihinlere çaka çaka
açıklayalı on yıllar olmuştur…kitlelerin ve bireylerin bu tarafını kaşırsanız kısa vadede
etrafınız çok kalabalıklaşır…ama bir eşik vardır ki onu geçtiğiniz andan
itibaren vasatlığı, vandallığı durdurmanız imkansıza yakındır…
bir futbol maçında ülkenizin,
dünyanın her anlamdaki güçlü ülkelerinden birini yenmesi güzeldir
elbette…sevinebilirsiniz de…fakat sizin takımınız o ülkeyi yendiğinde,
ekonomideki, sağlıktaki, hukuktaki, eğitimdeki geri kalmışlığınız veya
sıralamadaki yeriniz değişmez….siz bir galibiyetle o ülkeyi bu alanlarda geride
bırakmış olmazsınız…işte aydın, münevver, entelektüel adına her ne derseniz
deyin, bu kişiler şeytanın avukatlığına soyunup, siz bu yavan duygular içinde kendinizden geçmişken, anlık sevincinizin içine limon sıkmış (!!!) adama benzer…kızsanız da, yahu neşemizin içine etme şimdi
deseniz de birilerinin bunları söylemesi
gerekir…bunları söyleyen insanları evde, okulda, işte, sanatta, siyasette,
diplomaside susturdukça , küstürdükçe bir toplumun geleceği daha aydınlık olmaz…olamaz…
bilen
bir insanın, eğitimli bir insanın, etrafına her vesileyle kuru bir kibirle yaklaşması ne kadar rahatsız
edici ve rezil bir şeyse, bilmeyen , bilmeye tenezzül etmeyen, vaktini okey
masalarının, oyun kağıtlarının, müptezel televizyon yayınlarının içinde heba
eden kara kalabalıkların düşünen
insanlara yönelik bu küstahlığı da işte o kadar adicedir, aşağılıktır ve
rezilcedir…
bozkurt
güvenç hoca bugün 90 yaşında…
bugünün
şartları için bile uzun bir ömür bu…
daha
çoook yılları olsun, bozkurt hoca’nın…
yukarıdaki
fotoğrafta 87 yaşındaydı bozkurt hoca…
ben
45 yaşındaydım…
bir
yayın kaydı sonrası odamı onurlandırmış , kahvemi içmiş hatta sonrasında arabamla kendisini evine
bırakırken fısıldayarak o zaman için daha kimselerin göremediği sosyolojik cümleler kurmuştu bana bozkurt güvenç hoca…güneşli bir bahar günüydü…yazının başındaki fotoğraf,
telefonumla çekilirken muhtemelen odaya biri girmiş olmalı ki ben kapıya doğru
bakmışım…yayında da , sonrasındaki sohbette de yapıcı ve temkinliydi olan bitenleri
yorumlayıp analiz ederken bozkurt güvenç hoca…o anlatırken , analiz ederken ben
bir anda çocukluğuma, öğrenciliğime gitmiştim
nedense biraz da ürpererek…bir mürekkebin hokkanın içine girdikten sonra
çıkmasının ne kadar zor olduğunu düşünmüştüm çocukluğumdaki tecrübelerime de
dayanarak…
hayat
bana, emeklerim bana, böylesi güzel,
doğru, çalışkan, diğerkam ve yurdunu hiçbir beklenti içine girmeden hakikaten
seven , ülkesi için kaygılanan ve söyleyeceklerini kırıp dökmeden ama hiç de esirgemeden yazan insanları da ağırlama fırsatı verdi..onların
cümlelerini kulaklarımla duyma, dostluklarını, kardeşliklerini yaşama fırsatı
verdi ne mutlu ki…
elbette her dedikleri doğru değildi…değildir….hangimiz her yanımızla dosdoğru olabiliriz ki…olabildik ki…ama bu insanlar çok yanlarıyla dosdoğru insanlardı…insanlardır…bu insanlar hakkıyla ülkesini seven eğitimin hakiki eğitimin önemine inanan insanlardı…insanlardır…benim pusulam da hep bu insanlar oldu...
elbette her dedikleri doğru değildi…değildir….hangimiz her yanımızla dosdoğru olabiliriz ki…olabildik ki…ama bu insanlar çok yanlarıyla dosdoğru insanlardı…insanlardır…bu insanlar hakkıyla ülkesini seven eğitimin hakiki eğitimin önemine inanan insanlardı…insanlardır…benim pusulam da hep bu insanlar oldu...
nazım
hikmet , otobiyografi
isimli unutulmaz şiirinde kendini hayatını umutlarını zaaflarını kadınlarını hissiyatlarını
başından geçenleri anlatır anlatır ve cümleyi / şiiri şöyle bağlar…
“…ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir….”
kimbilir…
bakalım;
hepimizin başından/başımızdan neler geçecek…
kimlerin
insanlığından yaşadıklarından ne kalacak…
(
murat örem / 30 ocak 2016 / ankara…)
-fotoğraf / bozkurt güvenç-murat
örem/ 2013-
Sevgili Dostum,
YanıtlaSilbu sefer kitaplarını keyifle okuduğum ve tesadüfen sohbetlerine tanık olabildiğim insanları anlatmışsın ve iyi ki de anlatmışsın. Nusret Fişek ismini kendi hocamdan çok duydum, Mümtaz Peker isimli demografi hocam, kendisi ile Hacettepe nüfus etütleri idaresindeki anılarını sık sık bizlere anlatırdı. Kurthan hoca ile 2000 yılında Manisa'daki bir spor sempozyumunda tanışmıştım, kitaplarıyla tanışmam ise çok daha eskilere dayanıyordu. Bozkurt Güvenç hocanın bizim fakülteye gelip bir konferans verdiğini ve onu keyifle dinlediğimi hatırlarım öylesine tane tane ve öylesine farklı anlatıyordu ki ağzımızı açık kalmış, hayran olmuştuk. kendisinin Türk kimliği kitabına sık sık referans yapar öğrencilerime öneririm. ne büyük bir keyif ki böyle bir ismi odanda ağırlamış ve o güzel hatırayı çektirmişsin. kendine çok iyi bak, lütfen yazılarını aksatma.
selam ve sevgilerimle.
Ahmet Talimciler.
Murat Bey merhaba;
YanıtlaSilBozkurt Güvenç hocayla benim de bir anım var... 1992 yılıydı sanırım, Hacettepe Üniversitesi'nin Beytepe Yerleşkesi için servis beklerken sohbet etmiştik. "Bizim sistemde, öğrencinin hem sosyal olması hem de derslerinde başarılı olması birarada mümkün olamıyor ne yazık ki" demişti...
O yıllar, öyle ya da böyle bizim de başımızdan bir şeyler geçmekte olduğunu, sınavların üniversiteden çıkıp hayata uzandığını fark etmeye başladığımız yıllardı...
Hepimizin başından geçenler ve insanlığımızdan kalanlar! Bu işlem doğru orantılı mı, ters orantılı mı bazen bilemiyorum! Keşke, insanlığımızla bu kadar sınanmasaydık diyorum... Üniversitelerde hem sosyal hem de başarılı olmanın ters orantılı gerçekleşmesi, belki büyük, ama şu an yaşananlara bakınca küçük bir sınavdı... Ancak sonra gelen sınavlar, belini büküyor insanın zaman zaman! Batılı toplumlardan Doğu'ya geldikçe de bu sınav zorlaşıyor sanıyorum. Evet, zor koşullar kişiliğimizi geliştirebilir, ancak fazla zor koşullar, kişiliklerimizi parçalayabiliyor da! Hep dua edilir ya başımıza, kaldırabileceğimizden fazlası gelmesin diye, insanlığımızı sınayacak daha zor günleri görmeyiz umarım...
Sevgi ve saygıyla...
Kemal Atalay