o/ sen
şimdi burada en çok kiminle nasıl zaman
geçiriyorsun…
s/ kendimle…yalnızlığımla…geldiğim
yerde de kırk yıl boyunca o kadar çok
kendimle zaman geçirmek zorunda kaldım ki …bir alışkanlık oldu…yüzümün kenarında çıkık bir ben gibi kopmaz koparılmaz
oldu yalnızlığım…
o/ sen bana
sormayacak mısın aynı soruyu…
s/ ben yaşarken o
kadar çok soru sordum ki…artık soracak hiçbir sorum kalmadı…cümlem de…
o/ biliyor musun,
tabi ki bilmiyorsun…ben de zamanında o kadar çok cevap verdim ki…benim de
kelimelerim bitti…sen buraya geldiğinde ben orada 14 yaşındaymışım…bilmemen doğal…hesaplamıştım
bir aralar…ve sanki ismini de hatırlıyorum o kırık camlı dükkandan…yığılmış
kitapların arasında bir köşede duruyordun…seni o köşede gördüğümde neredeyse
bütün bir ömür boyunca kıyıda köşede kalacağımı hissetmiştim sanki..
s/ kıyıda
köşede kalmak…kıyıda köşede ölmek…başında bir odunun belki krikonun hışmını
duyduğun anda yığılıp kalmak…kıyıda köşede kalmanın da bin türlü hali var…sokakta…evde…hayatta…koğuşta…ormanda…
o/ başında
bir odunun hışmını… deyince sen…yıllarca ne çok ağrıdı başım benim…ne çok…ne
kadar çok…birden öldürmedi o baş ağrısı…ama…
s/ benim de…her
baş ağrısında sayfalarca yazmak zorunda kaldım müddei umumilerin iddialarına
müdafaa olarak…sonra aynı başla devrildim küt diye…
o/ biliyorum
…biliyorum…gazeteler ne çok şey yazdılar…ama olan biteni üstünkörü okuduğum
için o zamanlar, hiçbir şey kalmamıştı aklımda…kızların uçuşan saçları daha çok
ilgimi çekiyordu…sonra sonra öğrendim başına gelenleri…daha o günlerden ben de
kendi başıma gelecekleri az çok tahmin
ediyordum…aradan biraz zaman geçince selim’e söylemiştim bunu…hüsamettin’e
de…hikmet’e bile…belki sen de ömer’e
söylemişsindir kendi başına gelecekleri…
s/ ne
kadar uzun cümleler kuruyorsun…başın hala ağrımıyor mu senin…baş ağrısı o kadar
çabuk geçmez…gönül yarası da…biliyorum sen şimdi gönül yarası cümlesine
takılmışsındır…ben de söylerken takıldım ama ağzımdan çıkıverdi…yoksa gönül
yarası…öyle aşk falan değil…kastettiğim…başka bir şey…bir insanın bir başka insana ettiği büyük haksızlığın yarası…
o/ bak sen de
uzun cümleler kurdun…bulaşıcıdır bu…insan kafasında cam kırıklarıyla dolaşır
düşündükçe…yazmak biraz da o cam kırıklarından kurtulmak içindir…fakat bilirsin
ki cam kırıklarının en çok çoğaldığı yerdir insanın kafasının içi…belki o
yüzden başına vurduğunda o rezil herif, kafanın içindeki bütün cam kırıkları
büyük bir şangırtıyla düşmüştür yere…hani tahta masadan taşa düşen bir vazonun
kırılmadan saliseler önce bütün berraklığıyla zihnimizdeki yer etmesi gibi, zihnindeki kelimeler de yeryüzünün en güneşli
harfleriyle bezenmiştir belki o son anda…
s/ hatırlamıyorum…aliye’yi
düşünüyordum…onu çok sevdiğim halde hayatıma giren kadınları…ne
çoktular…filiz’i düşünüyordum…kucağımdaki halini…dudağını büzüp çay içen çocuk halini…parasızlıklarını…çoğunlukla geçen parasızlığımızı…
o/
"her şey geçer. her şey unutulur.
kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur."
s/
geçer…her şey…geçmeyen ne var…selim’in bile bütün vesveleri geçmedi mi…pencereyi
açık bulmasa …mutlaka bir başka pencere açılacaktı önünde…
o/ sen
selim’i nereden biliyorsun…ben bile unuttum gitti…ayrıca teknik olarak bilmemen
gerekiyor selim’i…biz mühendisler çok kullanırız bu teknik olarak terimini…ayrı
bir güç verir hepimize…!!! hukukçuların her yere sokuşturdukları “hayatın tabii
akışına uygun değildir…” tanımı gibi…
s/ biliyor
musun…o derin yalnızlık günlerimde dalga
seslerinin arasında bir ışık görürdüm ben…selim bir ışık’tı o…habis
değildi…insan zamansız ve mekansız olduğunda çok şeyi görür oluyor…hatta
görmemeyi yeğliyor…ışığın da fazlası zararlı…aklın da…düşünmenin de…konuşmanın
da…
o/hatta baş
ağrısının da…çok uzun zamandır ağrımıyordu başım…elim sakalıma değince bile
zonkluyor bak yine…hem de ne zonklamak…eskiden gazetelerin spor sayfalarına
bakarken de ağrırdı böyle başım…çamur gibi fotoğrafların altına hep aynı
cümleyi yazardı gazeteciler…”maçtan bir enstantane…” diye…belki
ben de hayattan bir enstantane yazmak isterdim yalnızca…ama hayat bir
futbol maçı kadar basit olmayınca en büyük hazinemi , aklımı çok
zorladım….cemil bey, muzzaz hanım’a hep derdi ben küçücük bir çocukken ; hanım
bu oğlanın aklıyla zoru var diye…
s/ bana da benzer
şeyleri aliye derdi hep…sen
huzuru bilmiyorsun diye…oysa o gönülden o gönüle giderken aliye en çok
uğramak istediğim limandı…sığındığım tek limandı….başıma bir hal gelmeseydi
eminim ki o limanda batacaktı gemim…sığındığım limanda aliye batıracaktı beni…turgut
da günlerden bir gün nasıl kapatmıştı bütün limanlarını…kapılarını…
o/ sen bu
isimleri bilerek söylüyorsun…bu kadarı tesadüf olamaz…oysa ben geleceği bile elinden alınmış insanların cümlelerini
kurmak için geçmişini beyaz bir mantonun içine saklamak isteyenleri
anlatmıştım…kürk mantoların zamanı geçmişti sizlerden sonra…tekrar hayatın
içine girmesi sonraları olmuş…haldun abi söylemişti buraya geldiğinde….ne var
ne yok oralarda demiştim de her yer papatya…her yer icraat…her yer
müptezellik…demişti…müptezel kelimesi hiç yakışmamıştı ağzına…sakil
durmuştu…hakkıyla kibar adamlara bazı kelimeler bile yakışmıyor…
s/
haldun kibar adamdır…hakkıyla…çelebi adamdır…beni buraya gönderirlerken beyaz
mendilimi unutmuşlar diye ne çok hayıflanmıştı ilk geldiğinde…nasıl
baktıysam yüzüne , hemen büyük bir mahcubiyetle susmuştu…oysa benim kanlı ve
bir camı paramparça olmuş gözlüğüm bile yoktu yanımda…kalemim de…
o /
benim de yoktu kalemim yanımda…oradayken , bir aralar bic marka olan
kalemlerle yazardım “canım” kelimeleri
kahverengi defterime…
s/
yeşil mürekkebe bulanmış sayfalar ne güzeldir…filiz’de hala vardır
onlardan…umarım…
o/ umarım
…yine denk gelir adımlarımız…umarım …
s/
ben ummam…hiçbir şey için ummam…sen de umma…hangimiz umuyorduk
öleceğimizi…ummadığımız şeyler başımıza geldiğinde bu kadar sarsılmamak için
ummamayı öğren…ölümü öğrenen birinin ummamayı öğrenmesi çoktan olması gereken
bir tecrübe olmalı…ben umuyor muydum bir daha aliye’me
sarılmayacağımı…filiz’imi kucağıma alamayacağımı…ama bak öğrendim…ermişlerin coşkun’una
selam söyle…tarihi yeniden yazmaya kalkmasın…rahat rahat yatsın artık…hep hüzünlü
yüzüyle hiç halden anlamayan karısından
uzak kalmanın huzurunu yaşasın…
o / peki…ben
söz dinlerim…ama…dur bir dakika…sen aziz’i neden o kadar sevmiştin…
s / çok
sevdim…çok da kızdım…ama en çok güvendim…iyi ki de güvendim…insanlara güvenmek
zorundayız…aziz çok güvenilecek bir adamdı…aziz gibi aziz insanların ve hayatın adaletine güvenmek
zorundayız…kötülüklerle baş etmenin yolu daha büyük kötülükler yapmak değildir…iyilik
demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak
demektir.
o /
bilge de buna benzer şeyler söylerdi hep…yoksa bir yerde mi okumuştum…
s/ boş
ver şimdi kelimeleri…sen de berber ilhami’ye söyle selamımı…o da dinlensin…saç
doktorlarının da dinlenmeye hakkı var…yorulan yalnız biz değiliz…
*****
yukarıdaki yazıda
“o” harfini gördüğünüz yerlere “oğuz”
“s” harfini gördüğünüz yerlere “
sabahattin”
diyerek bir daha okuyunuz…
isimlerin arkasına gelecek soyadı boşluklarını
doldurunuz…!!!!
arzu ederseniz ; kainatta bir yerde, yazılanlar üzerinde de biraz düşününüz…
(
murat örem / 29 ocak 2016 / ankara…)
-artık hakkıyla uzağıma düşerek
uzaklara daha uzaklara giden
umur’la geçmişte geçirdiğim
günlerin yılların anısına….-
-başlıktaki
resim / rene magritte-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder