*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

29 Ocak 2016 Cuma

kötülüklerle baş etmenin yolu daha büyük kötülükler yapmak değildir…" iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir."



o/ sen şimdi burada en çok kiminle nasıl  zaman geçiriyorsun…

s/ kendimle…yalnızlığımla…geldiğim yerde de kırk yıl boyunca  o kadar çok kendimle zaman geçirmek zorunda kaldım ki …bir alışkanlık oldu…yüzümün  kenarında çıkık bir ben gibi kopmaz koparılmaz oldu yalnızlığım…

o/ sen bana sormayacak mısın aynı soruyu…

s/ ben yaşarken o kadar çok soru sordum ki…artık soracak hiçbir sorum kalmadı…cümlem de…

o/ biliyor musun, tabi ki bilmiyorsun…ben de zamanında o kadar çok cevap verdim ki…benim de kelimelerim bitti…sen buraya geldiğinde ben orada 14 yaşındaymışım…bilmemen doğal…hesaplamıştım bir aralar…ve sanki ismini de hatırlıyorum o kırık camlı dükkandan…yığılmış kitapların arasında bir köşede duruyordun…seni o köşede gördüğümde neredeyse bütün bir ömür boyunca kıyıda köşede kalacağımı hissetmiştim sanki..

s/ kıyıda köşede kalmak…kıyıda köşede ölmek…başında bir odunun belki krikonun hışmını duyduğun anda yığılıp kalmak…kıyıda köşede kalmanın da bin türlü hali var…sokakta…evde…hayatta…koğuşta…ormanda…

o/ başında bir odunun hışmını… deyince sen…yıllarca ne çok ağrıdı başım benim…ne çok…ne kadar çok…birden öldürmedi o baş ağrısı…ama…

s/ benim de…her baş ağrısında sayfalarca yazmak zorunda kaldım müddei umumilerin iddialarına müdafaa olarak…sonra aynı başla devrildim küt diye…

o/ biliyorum …biliyorum…gazeteler ne çok şey yazdılar…ama olan biteni üstünkörü okuduğum için o zamanlar, hiçbir şey kalmamıştı aklımda…kızların uçuşan saçları daha çok ilgimi çekiyordu…sonra sonra öğrendim başına gelenleri…daha o günlerden ben de kendi başıma gelecekleri  az çok tahmin ediyordum…aradan biraz zaman geçince selim’e söylemiştim bunu…hüsamettin’e de…hikmet’e  bile…belki sen de ömer’e söylemişsindir kendi başına gelecekleri…

s/ ne kadar uzun cümleler kuruyorsun…başın hala ağrımıyor mu senin…baş ağrısı o kadar çabuk geçmez…gönül yarası da…biliyorum sen şimdi gönül yarası cümlesine takılmışsındır…ben de söylerken takıldım ama ağzımdan çıkıverdi…yoksa gönül yarası…öyle aşk falan değil…kastettiğim…başka bir şey…bir insanın bir başka  insana ettiği büyük haksızlığın yarası…

o/ bak sen de uzun cümleler kurdun…bulaşıcıdır bu…insan kafasında cam kırıklarıyla dolaşır düşündükçe…yazmak biraz da o cam kırıklarından kurtulmak içindir…fakat bilirsin ki cam kırıklarının en çok çoğaldığı yerdir insanın kafasının içi…belki o yüzden başına vurduğunda o rezil herif, kafanın içindeki bütün cam kırıkları büyük bir şangırtıyla düşmüştür yere…hani tahta masadan taşa düşen bir vazonun kırılmadan saliseler önce bütün berraklığıyla zihnimizdeki yer etmesi gibi,  zihnindeki kelimeler de yeryüzünün en güneşli harfleriyle bezenmiştir belki o son anda…


s/ hatırlamıyorum…aliye’yi düşünüyordum…onu çok sevdiğim halde hayatıma giren kadınları…ne çoktular…filiz’i düşünüyordum…kucağımdaki halini…dudağını büzüp çay içen çocuk  halini…parasızlıklarını…çoğunlukla geçen parasızlığımızı…

o/  "her şey geçer. her şey unutulur. kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur."

s/ geçer…her şey…geçmeyen ne var…selim’in bile bütün vesveleri geçmedi mi…pencereyi açık bulmasa …mutlaka bir başka pencere açılacaktı önünde…

o/ sen selim’i nereden biliyorsun…ben bile unuttum gitti…ayrıca teknik olarak bilmemen gerekiyor selim’i…biz mühendisler çok kullanırız bu teknik olarak terimini…ayrı bir güç verir hepimize…!!! hukukçuların her yere sokuşturdukları “hayatın tabii akışına uygun değildir…” tanımı gibi…

s/ biliyor musun…o  derin yalnızlık günlerimde dalga seslerinin arasında bir ışık görürdüm ben…selim bir ışık’tı o…habis değildi…insan zamansız ve mekansız olduğunda çok şeyi görür oluyor…hatta görmemeyi yeğliyor…ışığın da fazlası zararlı…aklın da…düşünmenin de…konuşmanın da…

o/hatta baş ağrısının da…çok uzun zamandır ağrımıyordu başım…elim sakalıma değince bile zonkluyor bak yine…hem de ne zonklamak…eskiden gazetelerin spor sayfalarına bakarken de ağrırdı böyle başım…çamur gibi fotoğrafların altına hep aynı cümleyi yazardı gazeteciler…”maçtan bir enstantane…” diye…belki ben de hayattan bir enstantane yazmak isterdim yalnızca…ama hayat bir futbol maçı kadar basit olmayınca en büyük hazinemi , aklımı çok zorladım….cemil bey, muzzaz hanım’a hep derdi ben küçücük bir çocukken ; hanım bu oğlanın aklıyla zoru var diye…

s/ bana da benzer şeyleri aliye  derdi hep…sen huzuru bilmiyorsun diye…oysa o gönülden o gönüle giderken aliye en çok uğramak istediğim limandı…sığındığım tek limandı….başıma bir hal gelmeseydi eminim ki o limanda batacaktı gemim…sığındığım limanda aliye batıracaktı beni…turgut da günlerden bir gün nasıl kapatmıştı bütün limanlarını…kapılarını…

o/ sen bu isimleri bilerek söylüyorsun…bu kadarı tesadüf olamaz…oysa ben geleceği  bile elinden alınmış insanların cümlelerini kurmak için geçmişini beyaz bir mantonun içine saklamak isteyenleri anlatmıştım…kürk mantoların zamanı geçmişti sizlerden sonra…tekrar hayatın içine girmesi sonraları olmuş…haldun abi söylemişti buraya geldiğinde….ne var ne yok oralarda demiştim de her yer papatya…her yer icraat…her yer müptezellik…demişti…müptezel kelimesi hiç yakışmamıştı ağzına…sakil durmuştu…hakkıyla kibar adamlara bazı kelimeler bile yakışmıyor…

s/ haldun kibar adamdır…hakkıyla…çelebi adamdır…beni buraya gönderirlerken beyaz mendilimi unutmuşlar diye ne çok hayıflanmıştı ilk geldiğinde…nasıl baktıysam yüzüne , hemen büyük bir mahcubiyetle susmuştu…oysa benim kanlı ve bir camı paramparça olmuş gözlüğüm bile yoktu yanımda…kalemim de…

o / benim de yoktu kalemim yanımda…oradayken , bir aralar bic marka olan kalemlerle  yazardım “canım” kelimeleri kahverengi defterime…

s/ yeşil mürekkebe bulanmış sayfalar ne güzeldir…filiz’de hala vardır onlardan…umarım…

o/ umarım …yine denk gelir adımlarımız…umarım …

s/ ben ummam…hiçbir şey için ummam…sen de umma…hangimiz umuyorduk öleceğimizi…ummadığımız şeyler başımıza geldiğinde bu kadar sarsılmamak için ummamayı öğren…ölümü öğrenen birinin ummamayı öğrenmesi çoktan olması gereken bir tecrübe olmalı…ben umuyor muydum bir daha aliye’me sarılmayacağımı…filiz’imi kucağıma alamayacağımı…ama bak öğrendim…ermişlerin coşkun’una selam söyle…tarihi yeniden yazmaya kalkmasın…rahat rahat yatsın artık…hep hüzünlü yüzüyle hiç  halden anlamayan karısından uzak kalmanın huzurunu yaşasın…

o / peki…ben söz dinlerim…ama…dur bir dakika…sen aziz’i neden o kadar sevmiştin…

s / çok sevdim…çok da kızdım…ama en çok güvendim…iyi ki de güvendim…insanlara güvenmek zorundayız…aziz çok güvenilecek bir adamdı…aziz gibi aziz  insanların ve hayatın adaletine güvenmek zorundayız…kötülüklerle baş etmenin yolu daha büyük kötülükler yapmak değildir…iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.

o / bilge de buna benzer şeyler söylerdi hep…yoksa bir yerde mi okumuştum…

s/ boş ver şimdi kelimeleri…sen de berber ilhami’ye söyle selamımı…o da dinlensin…saç doktorlarının da dinlenmeye hakkı var…yorulan yalnız biz değiliz…

                                                        *****

yukarıdaki yazıda
“o”  harfini gördüğünüz yerlere  “oğuz”
“s”  harfini gördüğünüz yerlere  “ sabahattin”
diyerek bir daha okuyunuz…

isimlerin arkasına gelecek soyadı boşluklarını doldurunuz…!!!!

arzu ederseniz ; kainatta bir yerde,  yazılanlar üzerinde de  biraz düşününüz…

( murat örem / 29 ocak 2016 / ankara…)

-artık hakkıyla uzağıma düşerek
uzaklara daha  uzaklara giden
umur’la geçmişte geçirdiğim
günlerin yılların anısına….-

-başlıktaki resim / rene magritte-


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder