yıl
1985…
istanbul
siyasal’da öğrenciydim…
yaşım
18 bile değildi…
o
dönemde, yalnızca kamu yönetimi bölümü vardı istanbul üniversitesi siyasal bilgiler
fakültesi ’ nin…
bizlerin
tekler
/ çiftler diye tanımladığı ve okul numarası tek sayı olanlarla
çift sayı olanların ayrı ayrı sınıflarda/anfilerde okuduğu bölümü, çok yüksek puanlarla kazanmış sınırlı imkanlara sahip öğrencilerdik neredeyse hepimiz…
daha çok anadoludan gelmiş halk çocuklarıydık…
tek sınıflar da çiftler de ; ayrı ayrı 150 şer öğrenciden oluşuyordu …
4
ayrı sınıf vardı ve bu hesapla en az 1200 öğrencisi vardı
fakültemizin…
elbette
okulu normal sürede bitiremeyenlerle bu sayı daha da şişiyordu…aradan
4 yıl geçtiğinde hayatın her rengine aşık bir adam olarak ben de bu toplam sayıyı artıran tembel / gamsız öğrenciler
arasına katılacaktım…
daha o günlere zaman vardı ama…!!!!
babam
taşkın hoca’yla güneşli bir eylül gününde kayıt için istanbul
üniversitesi merkez bahçesine girdiğimizde ve beyazıttaki hukuk iktisat siyasal binalarında bütünleme
sınavlarına girenlerin , dünyayı takmayan
sakallı bıyıklı gamsız hallerine rast geldiğimizde , ikimiz de çok şaşırmıştık…
taşkın
hoca hayatında çok az yaptığı haliyle sunturlu (!) bir cümle kurmuş şu adamların hallerine bak , bütünlemeye kalmışlar ama bilmemnerelerinde
bile değil bu yaşadıkları …yazık bunların ana babalarına , onların umutlarına…
demişti…
taşkın
hoca kayıttaki o ilk gün bu cümleyi ederken, yıllar
sonra benim de o gamsız insanlara benzeyen hallerim
olacağını, hatta araya bir de paldır
küldür evlilik sıkıştıracağımı hayal etmiş miydi bilmiyorum…
çünkü babamların
dönemi öğrenciliğin de hakkını harfiyle
yerine getiren kuşağın gençleri, öğretmenleri, vatandaşları
olmuşlardı…
1940’ların
çocuklarıydı onlar…
savaşın
, yokluğun çocuklarıydı onlar…
ve
genç cumhuriyetin ne olursa olsun çok çalışmak gerektiğini unutturmadığı günlerinin çocuklarıydı onlar…
zorluklar
, yokluklar içindeki cumhuriyetin parasız yatılı öğretmen adayı gençleriydiler ve ömürlerinin
sonuna dek cumhuriyete, devlete, millete minnet borçlarını ödeyemeyeceklerini
bile bile, bahane üretmeden çalışmak gerektiğinin ve “balık
bilmezse Halik nasıl olsa bilir…” denilen zamanların çocuklarıydılar…
bizler
başka bir kuşağın çocukları olduk…
o
yoklukların içinden mucizeler yaratan
kuşakların, biraz daha rahat günler gören evlatları olduk. elbette biz de yetiştik
yoklukta yapılan tel arabalara, yamuk tahta
küplerden ortaya çıkarılan evlere, oyuncaksız günlere ama hiçbir zaman taşkın hocaların kuşakları gibi
şekersiz günlerde çaya üzüm kurusu atmadık, defter yapraklarını kötü silgilerle
silip aynı sayfaları yeniden kullanmak zorunda kalmadık çok şükür…
belki
çoğumuzun uzun yıllar boyunca yalnızca tek bir ayakkabısı oldu ama babam
taşkın hocamın gençliğinde başından geçtiği için kah gözleri dola dola
kah acı acı gülümseye gülümseye hepimize defalarca anlattığı gibi dedemizin ayağımıza büyük gelen
ayakkabılarıyla takdirname almadık okul önlerinde...
taşkın
hoca yine de şanslısıydı kuşağının…annesi
babaannem bedia örem ev hanımıydı ama babası yani selahi dedem devlet
memuruydu, ptt müdürüydü çünkü…ama az ama çok, düzenli bir gelir vardı yine de eve giren
yıllar boyunca….
hasılı
kelam sevgili okur ; babalarımızın annelerimizin dönemlerinin aksine mutlak
yoksulluk günlerinden daha iyi şartlarda büyüyüp yetiştik hepimiz…
ben de öyle oldum…
benim kuşağım da öyle oldu…
sizin kuşağınız da öyle oldu…
belki
de bu yüzden babamların kuşağına göre bizler biraz daha gamsız / larj / bohem /
rind / rahat / avareliğe meyyal gençler olduk….
-hatta
, ne kadar olabildik bilmiyorum ama entelektüel olmanın kapısına da bu
imkanlarla vardık. çünkü bizim yetiştiğimiz dönemde kitap , kalem, dergi,
gazete daha erişilir oldu…radyonun yanına televizyon geldi…evlerde en azından
hayat ansiklopedisini gördü çocuklar…laf aramızda benim yetiştiğim ev bu
konularda her zaman fersah fersah ileride oldu yaşıtlarımın evlerine göre…en
parasız zamanlarımızda bile ekmeğin yanına bir gazete , haftalık dergi mutlaka kondu…
o
oldu bu oldu ve türkiye özellikle 1980’lerin ikinci yarısıyla birlikte nüfusun
büyük çoğunluğu için mutlak yoksulluk çemberini kırdı…tam bu noktada
içinizden bazıları “ ama ne pahasına bunlar oldu…” diye itiraz edecek olursa onları da dinleriz,
hak da veririz kısmen ama bunlar uzun sosyolojik , ekonomik tartışmalar ve
ekonomi politiğin tam da konuları…-
bu
satırların yazarı o konularda da , bu sosyo politik / sosyo ekonomik analizlerde de övünmek gibi olmasın hatta hadi övünmek olsun, iyidir…pek
iyidir…
çok çok iyidir çünkü harcı sağlamdır…
çok çok iyidir çünkü harcı sağlamdır…
harcı
çok ama çok sağlamdır…
bu
satırların yazarının harcı neden sağlamdır bilir misin ey sevgili okur…
tane
tane anlatayım sevgili okur…
ben yazmaya üşenmeyeceğim ama sen de yazının yarısında okumayı bırakıp su koyuverme (!!!) ey sevgili okur…
çünkü anlatacağım biraz da senin hikayendir ey sevgili okur…
bu
satırların yazarı bir kere iyi bir aile eğitimi almıştır…
öğretmen annesi müjgan hocanımın otuz küsur yıllık meslek hayatında tek bir öğrenciyi hatta onların anne babasını bile kırmamak için nasıl çırpındığını ve öğrencilerinin hilafsız hiçbirine ayrım yapmadan nasıl önce annelik de yaptığını göre göre büyümüştür…
babası
taşkın hoca’nın 35 yılın ardından, emekliliğine üç beş ay kaldığı günlerde bile
artık sayfa numaralarına hatta yazım
hatalarına varıncaya kadar anlatılan her şeyi yalayıp yuttuğu kimya kitaplarına
akşamları özenle göz atarken bir taraftan da öğrencilerime mahcup olmamalıyım, soruları
hep yaptığım gibi tane tane ve zihinlere nakşede nakşede cevaplarken en ufak
bir şeyi atlamamalıyım dediğine çok şahit olmuştur , kendisi de evli
barklı bir taze baba olarak…
bu
satırların yazarının harcı neden sağlamdır bilir misin ey sevgili okur…
çünkü bu satırların yazarı , nursever tuna’nın 5 koca yıl öğrencisi olmuştur ilkokulda… evet, nursever tuna yeni tanıyanlar için bugün de başlangıçta biraz mesafeli, donuk, mat gelebilir 70 yaşın kapısındayken bile….ama nursever tuna mükemmel bir öğretmendir…o da bir anne öğretmendir…çok kısa bir süre ortaokulda matematik öğretmenim de olan değerli eşi hakkı taner tuna’yla birlikte geçirdiği 50 güzel yılın ardından artık gözlerinin kısıklığıyla bile birbirlerine tıpatıp benzerlerken ben ikisini de 40 koca yıldır taa çocukluğumdan anne babamın arkadaşları olarak tanımanın da mutluluğunu yaşamışımdır…ve nursever tuna’nın ilmek ilmek dokuduğu haliyle hepimizin öğretmeni olmasının onurunu yaşamışımdır…
hala,
nursever tuna denince gözümün önüne
şefkatli ve bakımlı bir el ve öğrencisini şımartmadan sevdiğini belli eden aydınlık bir yüz gelir…
ortaokulda,
ismail
çapar’ın öğrencisi olmuşumdur…türkçenin o güzel yüzünün öğrencisi
olmuşumdur…1979 yılında behçet necatigil öldüğünde ve biz dersteyken
o
benim fakülteden hocamdı derken sesinin titremesi hala gözümün
önündedir ismail çapar’ın…kemerli burnunun mütemmim cüzü kalın
bıyıklarının nasıl hüzünle aşağı sarktığını unutmamışımdır hala…o ismail
çapar ki sonra değerli eşi filiz çapar öğretmenimle acıların en
büyüğünü evlat acısını yaşamış közü hala tüten yürektir…
torosların
en güzel çocuğu eniştem ismail özkök’ün
öğrencisi olmuşumdur…nazander aydemir’in, orhan taşçı’nın, ali ihsan
ulaş’ın, teyzem meral özkök’ün, cahit sıtkı tarancı’nın memleket isterim
şiirini okurken gözünden yaş gelen naci subaşı’nın öğrencisi olmuşumdur…halil
dönmez’in, muhittin çakar’ın ve ortaokulun son sınıfının son gününde
beden eğitimi dersinde bana zorla takla attırıp sana not vereceğim diye tutturan
mehmet
güven’in öğrencisi olmuşumdur...resim öğretmenliğinin yanında susurluk ortaokulunun her bir
fayansında her bir duvarında ellerinin ve emeklerinin izi olan sabri
topkaya’nın öğrencisi olmuşumdur…
dimdik yürüyüp dimdik bakan ve en son eniştem ismail özkök’ün cenazesi sonrasındaki ev ziyaretinde beni, sesimi, adamlığımı ağız dolusu överken bana tatlı bir mahcubiyet yaşatan necati deniz’in öğrencisi olmuşumdur…
dimdik yürüyüp dimdik bakan ve en son eniştem ismail özkök’ün cenazesi sonrasındaki ev ziyaretinde beni, sesimi, adamlığımı ağız dolusu överken bana tatlı bir mahcubiyet yaşatan necati deniz’in öğrencisi olmuşumdur…
öğrencisi
olmasam da üç yıllık ortaokul hayatımda bende her zaman derin bir saygı
uyandıran ayşe gürbüz’ün / haydar gürbüz’ün, mehmet çetin'in ve daha onlarca
doğru ismin rahle-i tedrisinden geçmişimdir…
babam
taşkın hoca’nın da bin yıllık evi olan susurluk
lisesi’nde, artık aramızda
olmayan boncuk mavisi gözleriyle ve daha teneffüs zili çalarken cebinden
çıkardığı sigarasını yakarkenki haliyle zihnime kazınan aykut gümüç’ün fizik dersindeki
tembel ama zekasına güvenen öğrencisi olmuşumdur…
bin
yıllık öğrencilik hayatımda, gördüğüm en nazik halde öğrenciyle arasındaki mesafeyi kusursuz ayarlayan , dingin güzelliği ve sakinliğiyle
tüm sınıfı her zaman avucunun içine alan semra ünal hocamın sınıfında keyifle ne
failatünler çözmüş ne hüseyin rahmi
gürpınar eserleri okumuşumdur…
meslek
hayatının ilk yıllarındaki samimiyetiyle gönlümde ayrı yeri olan kadir
kargın’ın lisede öğrencisi olmuşumdur…öğrencinin hınzırlığını hatta
gençliğin hainliğini her zamanki sakinliğiyle karşılayan ahmet aydoğdu’dan müzik
dersleri almışımdır…
mualla
kural’ın , yüzünü türk edebiyatının en dehlizli kalemi sevim
burak’a benzettiğim mualla kural’ın öğrencisi
olmuşumdur…
ve
yine övünmek gibi olmazsa söyleyeyim ki ; susurluk lisesinin o asrı saadet
günlerinde , efsane zamanlarında,
okulumuzun üniversitelerin en deve dişi bölümlerine leblebi yer gibi çok yüksek puanlarla öğrenci
gönderdiği muhteşem günlerinde babam taşkın hoca’yla birlikte, öğrencilerin en çok ve en tarifsiz biçimde
gönülden sevdiği bir başka hoca olan bedenci allita nıçlaypek’in / atila
pekyalçın’ın sevimli serserilikler yapan öğrencisi, okul voleybol takımının
daimi oyuncusu olmuşumdur…yukarıdaki fotoğrafın en sağında bakan işte bu hocamızdır...
daha
onlarca isim vardır lise hayatımda da saygıyla andığım…
mesela bir fikret ünal…
hocaların da , adamların da hasıdır….
bugün
mesela artık 50 yaşın kapısındayken ben yine karşıma çıksa yine öğretmenim olsa
fikret
ünal , yine saygılı bir korkuyla bakarım yüzüne…ama bu korkum zerre
benzemez bildik korkulara…karşısında bilmeden saygısızlık yapmaktan korkarım
yalnızca…incitmekten korkarım, bir hata yaparım diye korkarım…
o
fikret
ünal ki lisede onlarca öğretmeni
ve yüzlerce öğrenciyi bir arada büyük
bir ustalıkla birbirine dost etmiş, orkestranın hakkıyla bilge şefi olmuştur…
hepimizin hakkıyla müdürü olmuştur…
benim de, ne mutlu ki edebiyat öğretmenim olan okul müdürümüz o fikret ünal ki; yaşıtlarıma göre çok şey bildiğimi biliyor olmamın tarifsiz kibrini (!!!) ben liseyi bitirdikten sonra da bana lisanı münasiple hatırlatmış, aklımın ve gönlümün ayrı ayrı sevip kızdığı ibrahim balkan’ın dalyan günlerinde bile, ince ince nazik nazik ama sonsuz saygı duyduğum öğretmen halleriyle kırıp dökmeden bu yanımı bir daha törpülemiştir…
hepimizin hakkıyla müdürü olmuştur…
benim de, ne mutlu ki edebiyat öğretmenim olan okul müdürümüz o fikret ünal ki; yaşıtlarıma göre çok şey bildiğimi biliyor olmamın tarifsiz kibrini (!!!) ben liseyi bitirdikten sonra da bana lisanı münasiple hatırlatmış, aklımın ve gönlümün ayrı ayrı sevip kızdığı ibrahim balkan’ın dalyan günlerinde bile, ince ince nazik nazik ama sonsuz saygı duyduğum öğretmen halleriyle kırıp dökmeden bu yanımı bir daha törpülemiştir…
aynı
fikret
ünal’dır, okul gazetesinde lise
son sınıfta panoya astığım ve okul müdürü olarak kendisini ergenliğin tatlı
hadsizliğiyle eleştirdiğim yazım için bana
önce sakince ve hiç kızmadan teşekkür eden ama sonrasında da bu yazını panodan hemen
kaldıracaksın ama beni sınırları aşarak eleştirdiğin için değil ,
de / da eklerini yanlış yazdığın için diyerek yıllar önce bir kez daha üslubunca beni kendime getiren…
şu yaşımdayım, 50’nin kapısındayım…
binlerce , belki onbinlerce sayfa yazı yazdım, yazıyorum…
ekmeğimi
bu harflerle kazandım…
çocuklarımın
sütünü yalnızca bu harflerle aldım…
gözümün
aklarının her bir harften alacağı var…
saçımın
tek tük kalan siyahlarının da…
ama hala dahi anlamındaki de / da’ları asla yanlış yazmadığımı çok iyi bildiğim halde hemen her yazıda fikret ünal’ın o pos bıyıklı, güngörmüş, babacan ve gençliğin halinden anlayan insan yüzü gelir gözümün önüne ve bir daha bakarım o de / da’lara, asla ve kat'a hata çıkmayacağını bile bile…
ben bu güzel öğretmenlerimi nasıl
unuturum ey okur…???
ben bu harcın içine emeklerini esirgemeden koyan başta anne babam olan öğretmenlerimin ve hocalarımın ellerini nasıl öpmem ey okur…
bu
isimlerin hepsi güzel insanlardı…
çok
kıymetli insanlardı…
ne
mutlu ki hala pek çoğu sağlık ve esenlik içinde yaşıyor, okuyor, düşünüyor…
gölgeleriyle
bile bizlere huzur veriyor…
bu
isimlerin hepsi türkiyenin çokbigüzel öğretmenleriydi…
öğretmenleridir….
veeee
gelelim hikayenin başındaki ilk cümleye…
siyasal
bilgiler fakültesi günlerime…
övünmek
olacaksa olsun ; bu satırlarının yazarının bilgi harcı da, insanlık harcı da , yapımcılık harcı da,
yöneticilik harcı da iyidir …
çünkü
fakülte yıllarında nazif kuyucuklu’nun öğrencisi olmuştur bu satırların yazarı…o nazif
kuyucuklu ki koltuğunun altındaki kalın kitaplarıyla, kocaman bağa
gözlükleriyle, yazdığı tuğla gibi kitaplarla, ispanyol paça pantalonlarıyla, haftanın üç
günü kendisini yarı yolda bırakan emektar anadoluyla nesli tükenmiş bir
profesördü taa 1980’lerde bile…
sulhi
dönmezer’i hocaların hocasını nasıl unuturum...o
ince sesiyle anlattığı kriminoloji derslerini…yarın anadoluya yönetici olarak
dağılıp gittiğinizde bu cümlelerim ete kemiğe bürünecek derken yüzünün
aldığı şekli…
idare
hukuku’nda anlattığı derse ayrı bir derinlik katan ve sonra sınav zamanlarında
ters köşe sorularıyla hepimizi idari hakim yetkinliğiyle donatan tayfun
akgüner’i…
anayasa
hukuku tarihinde türkiye’nin gelmiş geçmiş en unutulmaz hocası olan bakır çağlar’ı…bakır çağlar’ın
kararmış bir yüzle tane tane anlattığı kelsen piramidini, talidomid
çocuklarını…sınavlarda sorduğu unutulmaz soruları ve öğrenciden istediği mugalatasız net cevapları…
bembeyaz saçlarıyla fakülte dekanımız cumhur ferman’ı….
güleryüzüyle ders anlatan mesut önen’i…
dünya insanlık tarihi ve düşünce akımlarıyla ilgili yazılmış en güzel ders kitabının müellifi ilhan akın’ı…
vakur
versan’ı…her dersi bir hayat kıssası olan güngörmüşlerin
şahı padişahı vakur versan’ı…babası ne
kadar güler yüzlü ve içtense kendisi de bir o kadar ingiliz asilzadesi tavrıyla dersi tek bir ses tonu ve vurguyla anlatan ve yine uluslararası ilişkiler /
uluslararası örgütler derslerinde hepimizi canımızdan bezdiren rauf
versan’ı…herkesi nato uzmanı , birleşmiş milletler uzmanı yapan rauf versan’ı….
birinci
sınıfın birinci dersinde iktisat ahlaklıca hakkını vermezseniz ilizyonun
ta kendisidir diyen ve daha çok tereyağı üretmeyi tercih ederseniz
silaha daha az para verirsiniz yok daha çok silah üretmek isterseniz bu kez
tereyağını daha az yemek zorunda kalırsınız diyerek hepimize karar
vermenin bıçak sırtı dengesini anlatan, marjinal fayda eğrisini tahtaya çizdiği
şekillerle zihnimize kazıyan ve nezleli
sesin her daim kendisine çok yakıştığı burhan şenatalar’ı nasıl unuturum…
çocuklar
demokrasi çoğunluğun değil çoğulculuğun yönetim biçimidir ve daha iyisi
bulunana kadar iyi ki demokrasiye mahkumuz diyen cemil oktay’ı ; blog derslerde
çantasından çıkardığı rothmanns’ı yakarken
aranızda anlaşabilirseniz siz de içebilirsiniz beyler bayanlar diyen
cemil
hocamı nasıl unuturum…
erhan
dilligil dayımın galatasaray lisesinden arkadaşı
olan ve yıllar sonra kulüp başkanlığı da yapan duygun yarsuvat’ı da
unutmam…
hafızamın
bana oynadığı oyun sonucunda bir final sınavında fransız devriminin tarihini
1789 yerine 1879 yazdığım halde, ben seni araştırdım bu fakülteye 300 kişinin içinde ilk 10’da
giren biri fransız devriminin tarihini yanlış bilmez sen nasıl yaptın bunu
dedikten sonra herkesin içinde bunu telafi etme şansın var mı diye soran ve
robespierre’yle danton’un arasındaki yol ayrımına giden detayları yarım saat boyunca bülbül gibi anlattığımı görünce beni yanıltmadığın için sana teşekkür ederim
ama bu da sana ders olsun notunu değiştirmiyorum eylül bütünlemesinde görüşürüz
diyen ve kendisine zerre alınmadığım şükrü hanioğlu’nu nasıl unuturum…
ve
yine siyaset bilimi dersinin ilk
sınavında daha birinci sınıflara demokrasinin ne olduğunu / olmadığını anlatan
muhteşem televizyon izleme seçeneği sorusuyla zihnimde hala yaşayan ve yapımcı olduktan sonra da hazırladığım haber programı yayınları için de
kendisine gece gündüz defalarca rahatlıkla başvurduğum ilter turan’ı nasıl
unuturum…
ve ahmet güner sayar…
yozgatlı bilge yazar abbas sayar’ın da oğlu olan hakkıyla hoca ve entelektüel ahmet güner sayar’ın sikke tağşişini anlattığı, osmanlı döneminden cumhuriyete geçerken ekonominin de yaşadığı türbülansları adeta yaşayarak aktardığı iktisat derslerini nasıl unuturum…haftada bir kitap okumayan bir film izlemeyen adamdan hiçbir numara olmaz, dediklerimi yapmıyorsanız aldığınız notları yazdığınız kağıtlardan çekirdek külahı bile yapılmaz diyen ahmet güner sayar’ın aklı sarsan delici bakışlarını nasıl unuturum…
bugün türk siyasetinde türk idare hayatında uzun yıllardır görev yapan isimlerin hiçbiri, hangi partiden hangi ideolojiden olursa olsun istanbul siyasaldaki hocalarını eminim hiiiç unutmamıştır…
nerede olursak olalım…hangi görevlerde
bulunursak bulunalım bu
hocalarımızın adı geçtiğinde bütün
istanbul siyasallıların gözünün önünden kimbilir neler neler geçer…gençlikleri
geçer…toylukları geçer…sabah mahmurluğunda istanbul siyasalın kantininde içtikleri çaylar
geçer…dünyanın en güzel manzaralı üniversite yemekhanesi sırasında ettikleri
sohbetler geçer…süleymaniyedeki bayram
sabahları geçer…o muhteşem minarelerin gölgesinde az öğrenci
paralarıyla gıdım gıdım yedikleri dünyanın en lezzetli az kuru az pilavları
geçer…gençlik aşkları geçer…
gelelim hikayenin sonuna ey okur…
gelelim hasılı kelama…
gelelim hülasaya…
aldığım
onca eğitimin sonrasında, kendime verdiğim onca emeğin sonrasında vakitlerden
bir vakit, hayat bana, itimat edenler
bana, ülkemin en güzel
kurumlarından birinde yeni pencereler açtıysa, yeni insanlar tanıttıysa ve
hala çok şükür dostların sofrasında
yerim varsa beni yetiştiren türkiyedir…
istanbul üniversitesidir…
istanbul siyasaldır…
susurluk lisesidir…
susurluk ortaokuludur…
inebey ilkokuludur…
nursever tuna öğretmenimdir…
ve elbette babam taşkın hocadır…
annelerin hası müjgan hocanımdır…
istanbul üniversitesidir…
istanbul siyasaldır…
susurluk lisesidir…
susurluk ortaokuludur…
inebey ilkokuludur…
nursever tuna öğretmenimdir…
ve elbette babam taşkın hocadır…
annelerin hası müjgan hocanımdır…
ne
güzel der ataol behramoğlu ;
“….çünkü
ömür dediğimiz şey,
hayata
sunulmuş bir armağandır
ve
hayat, sunulmuş bir armağandır insana…”
ve
onlarca yıl öncesinden ne güzel söylemiştir o şarkıyı mersedes sosa;
“
gracias a la vida…..” diyerek….
bu
şarkının da türkçesini artık bana yazdırma ey okur…
gir internete , annem müjgan hocanımın güzelim tabiriyle sor bay gogol’e ve öyle dinle aşağıdaki şarkıyı da ey okur….
şu yazıyı yazacağım diye 5 saattir bilgisayarın başına mıhlandım ey okur…
saat gecenin / sabahın 4’ü oldu ey okur….
400. yazı
da böyle böyle bitsin ey okur…
( murat örem / 07 ocak 2016 / ankara…)
-fotoğraf /1985 / marmaris / babam taşkın hoca / annem müjgan hocanım, öğretmen kamuran pekyalçın / öğretmenim allita nıçlaypek/atilla pekyalçın-
-7 ocak 1991’deki ölümünün 25. yıldönümünde
erhan dilligil dayımın anısına saygıyla….-
O adlarını saydığın hocalardan biz de ders aldık sevgili Murat, ama bu dünyada yine de bir halt olamadık. Baksana, 50'sine merdiven dayadığımız şu günlerde, işsiz, güçsüz ortalıklarda dolaşıyoruz, o kadar. Haydi şimdi gel de bu çelişkiyi açıkla bakalım...
YanıtlaSilGürcan
Gürcan
SilSen de bir halt olamadıysan....
Sen ADAM GİBİ ADAM oldun....
Dolayısıyla açıklanacak çelişki yok birader....
murat.....
Sevgili Murat,
YanıtlaSilOrtaokul ve Lise yıllarımızda aynı değerli öğretmenlerin eğitiminden geçtik.Üzerimizde çok büyük emekleri var.Adı geçen,geçmeyen tüm öğretmenlerimizi ben de sonsuz sevgi ve saygıyla selamlıyorum.İyi ki vardılar , iyi ki hayatlarımıza katıldılar, iyi ki bizleri yoğurarak biz ettiler.
Ümitcim
SilSen de iyi ki yedigünyazılarının daimi okuru oldun....
Sevgilerimle....
murat.....
Sevgili Murat, maalesef seni ilk defa okuyorum. Ne kadar güzel anlatmışsın geçirdiğimiz o güzel günleri, sevgili öğretmenlerimizi. Bizleri yetiştiren bu güzide insanlara sonsuz saygı ve sevgilerimi sunarım. Ama bizim duygularımıza tercüman olduğun için de seni kutluyorum, teşekkür ediyorum. Sağ ol, var ol Murat. Selamlar...
YanıtlaSil
YanıtlaSilteşekkürlerinin hepsini
ayrı ayrı aldım
başımın üstüne koydum
sevgili target67esk....!!!!
bir de ismini bahşetseydin
tanıdığım halinle de
hitap edip teşekkür etmek isterdim....
murat örem....
Sevgili Murat, afedersin ismimi girmeyi unutmuşum. Ben Turgut ÖZGÜL. Selam ve sevgilerimi yolluyorum. Görüşmek üzere...
Sildemek turgut ha....
Silturgut özgül ha....
park yollarında emek evler sitesi önünde ayak üstü çok konuşup söyleştiğimiz, küçücük adamlarken bile koşup oynamaktan çok ilçemize , ülkemize dair güzel hayalleri, ümitleri paylaştığımız sevgili turgut...
biN selam sana gönül dağlarından...
murat örem...
"Bugün günlerden vefa...
YanıtlaSil" Anneye vefa, babaya vefa, öğretmene, hocaya vefa...”
Hatırladığı kadar yaşıyor insan, karşısındakini unuttuğu kadar da çabuk unutuluyor.
Sevdiği kadar oluyor ömrü insanın, sevdiği kadar seviliyor insan.
İşte bu değil midir hayat, bu değil midir gerçekten yaşamak?
"Güzelliği takdir etmek,
Başkalarındaki en iyiyi bulmak.
İşte budur başarmak."
Sen bu sırrı çoktan çözmüşsün sevgili Murat,
"Harcın çok ama çok sağlam" olduğu için çözmüşsün!
" Yarın günlerden umut..."
Evet. Senin aynı ışık ve umut dolu gelişme, değişim, cesur adımlar, akıllı davranışlar, onurlu çıkışlarla yeni birçok başarıya imza atacağına yürekten inanarak gururlanmak da ayrı bir haz bizler için.
Bugünkü başarın ve gelecek başarıların için en içten alkışlar..
Sevgilerimizle...
Semra - Fikret Ünal
kıymetli hocam ;
Silbu cümlelere uzun zaman cevap yazamadım...
ne yazacağımı bilememenin tedirginliğiyle...
insan bin yaşına da gelse bazı öğretmenlerine yazarken seslenirken içten bir duyguyla ceketinin önünü ilikliyor...
evet harcımız sağlamdı/r çünkü biz fikret ünalların semra ünalların öğrencisi olduk...
daimi saygılarım ve hürmetlerimle...
murat örem / susurluk lisesi / 1982-1985
4-d , 5 fen-c, 6 mat-b.....
Ben Erdem Çetin. Susurluk Lise si mezunu. Bu yazıyı okurken, anılarım, bir sinema perdesi izliyormuş gibi gözümün önünden aktı gitti. Tüm öğretmenlerimi sevgi Ve saygıyla hatırlıyor. Keşke tekrar, dünya gözüyle kendileriyle bir sohbet imkanı bulabilsem. Hepsini çok seviyorum. Canımsınız benim. Ne olur, kendinize iyi bakın.
YanıtlaSildeğerli erdem çetin;
Silçok isterseniz bu iletişim çağında mutlaka bir kanaldan da olsa sohbet imkanı bulursunuz diye düşünüyorum...
yapabileceğim katkı varsa onu da seve seve yaparım...
içten yorumunuz ve güzel dilekleriniz için de çok teşekkür ediyorum...
murat örem...
Aynı sıralardan geçmiş aynı kıymetli hocalardan ders almış olmam sebebiyle hiç kıskanmadım:) siyasal hocaların hariç Duygun Yarsuvatı tanımasam da Hüseyin Derin Yarsuvatla tanışıp konuşmuşluğum oldu. En güzel en değerli yazılarından biri olmuş eline sağlık sevgi ve selamlar...
YanıtlaSilsevgili funda
Silkıskanmamakta o kadar haklısın ki:)
ingiilizler hem "house" hem "home" diyor..
biri "ev" biri "yuva" ama...
bizim okulumuz da evden öte yuvaydı çünkü..
sevgiler selamlar...
murat....
Güzel ve çok detaylı bir yazı yazmışsın. Ellerine sağlık. Benim bu hocaların dışında aklımda kalan süper babaanne Sevim Görgün var. Bizlerin süper bir maliye politikacısı olmasında büyük rolü olan. Bir de muhasebe eğitimini aldığımız Ahmet Kızıl vardı. Onun kibar ve Engin bileğisiniz unutamam.
YanıtlaSilnamıkçım; genç asistanlar da vardı birçoğunu saygıyla andığımız...hakikaten nitelikli bir okuldu her haliyle...koskoca istanbul üniversitesiydi nihayetinde...umarım hala öyledir...selamlar biraderim...
SilBir SBF Kamu mezunu olarak yazınıza denk geldim. Hoş bir yazı olmuş, elinize sağlık. Mazi gözümde canlandı.
YanıtlaSilteşekkür ederim, değerli SBFli okuldaşım....
Sil