Türküleri dinlemenin zamanı çocukluk değildir…
Gençlikte de pek
dinlenmez türküler…
Türkülerin hakkıyla dinlenme
zamanı yaşanmışlıkla gelir…
Yıllar geçmiş ….
Saçlarınıza ak düşmemiş
(!)
akların arasında artık siyahlar
azınlıkta kalmıştır…
Çocuklar büyümüştür ;
kelimeleri mermi gibi
kullanacak kadar hem de…
Ömür ilerlemiştir…
30, 35, 40, 45 derken 50
yaş görünmüştür limanda…
Türküleri dinlemenin zamanı çocukluk değildir…
Gençlikte de pek
dinlenmez türküler…
Türkülerin hakkıyla dinlenme
zamanı yaşanmışlıkla gelir…
Aslına bakarsanız , çok uzun yıllar boyunca türküleri kadınlı
erkekli koroların içine hapseden iyi niyetli
ama doğru olmayan anlayış da gölgede bırakmıştır o ağıtları, hüzünleri,
dizeleri …
Çünkü bazı türküler
koroların kalabalığında kaybolmayacak kadar hüzünlüdür, hayatın içindendir ve yalnızca
tek bir sesin tınısıyla işler insanın ciğerine ciğerine…
Öyle türküler vardır ki
koroların kalabalığı içinde yıllarca kaybolup gitmiş yıllar sonra tek bir sesin
tınısıyla kendini daha bir fark
ettirmiştir…
Mesela “ ne ağlarsın benim zülfü siyahım..” türküsünü hem korodan hem de tek bir sesten
dinlerseniz daha iyi anlarsınız ne demek istediğimizi ve aradaki farkı …
Bu coğrafyanın tarihi
acılıdır….
İnsanlık tarihi de öyle…
Ama bu coğrafyanın
tarihi hakikaten çok daha acılıdır…
Bu coğrafyada , ortadoğuda, asyada , balkanlarda, anadoluda
üzerine bastığınız toprak öylesine kaygandır
, tarih öyle muallakta ve muğlaktır ki ki siz hep aynı yerde durduğunuzu ,
eğilip bükülmediğinizi sansanız bile en
şaşaalı antik şehirlerin bir büyük depremde yerin yedi kat altına inip yok oluvermesi
misali kapkara bir kuyunun en dibine
düşebilirsiniz bir anda hem de bir daha asla çık(a)mamak üzere…
Tersi de mümkündür…
Boynunuza geçirilen
ilmiği son anda atmanız ve küllerinizden doğmanız da…
Bu anlattıklarımız
ismi geçen coğrafyalardaki
milletler için de
devletler için de
hatta tek tek insanlar
için de
geçerlidir…
ve hiçbirimiz için
uzakta değildir…
Bu coğrafyada toprak ve
tarih bu kadar kaygan olunca günlük hayat da kendi hercümercinde , kaosunda akar
elbette…Öyle bir kaos ve hercümerçtir ki şaşırtıcı olduğu kadar yorucu, yorucu olduğu
kadar da ürkütücüdür….
Bir sabah kalktığınızda
okuluna giden çocuğunuzun üzerine dolmuş konduğu (!) haberini alabilirsiniz…Süt almak için
girdiğiniz markette üzerinize devrilen reyonun yanı başında bulabilir
evlatlarınız sizi artık babasız bir hayat gerçeğiyle yaşamak zorunda kalarak…Evin
annesini , mutfaktaki ocağın dibinden sızan zehirli gaz dört duvarın arasına cansız
biçimde sıkıştırabilir her an…
Bu absürt ölümleri
kanıksamıştır üzerinde yaşadığımız
topraklar…
Çünkü kader kavramını
yanlış anlamaya meyyaldir çoğunluk…
Kader, otobüs durağında
beklerken kan revana bürünmek olmamalıdır.
Kader, yanlış bağlanmış
bir topraklı prizle gelen ölüm olmamalıdır.
Kader , birilerinin iki
dudağı arasından çıkanlar değildir…
Kader , birilerinin
cahilliklerini temize çektikleri hayatlar değildir…
İşte türküler bu acılı ve
kaotik coğrafyanın çok hüzünlü hikayeleridir…
Ve bazı türküler öylesine
sahiplenilir ki, farklı hikayelerle birbirinden
çok uzaktaki yerlerde bile onlarca yıldır söylenir olur değişik halleriyle…
Mesela 1940’lardaki yaşanmışlık
üzerine yakılan o Kıbrıs türküsü ne de acılıdır ve ne çok versiyonu vardır…Mağusa
Limanı adıyla bilinen bu türkünün bir başka adı da Arap Ali Ağıdıdır… Kıbrıs’ın
acılı işgal zamanlarında yaşanan olayda Arap Ali meyhanede yaşanan gerginlik
sonrasında İngiliz askerleri tarafından pusu kurularak bıçaklanarak öldürülür…
Türküyle ilgili çok emek
verilmiş bir çalışmayı paylaşan Kıbrıslı akademisyen Şevket Öznur’un yazdıklarına
göre, bu türkü, yıllar içinde Kerkük’te ve anadolunun farklı yerlerinde de
sahiplenilmiştir benzer ve farklı hikayelerle…
Türkülerin böyle bir gücü
vardır işte…
Türkülerin gücü, günlük
hayatın hayhuyu içinde sesini çıkaramayan kendi halindeki ve suçun
çoğu aslında kendinde olan kalabalıkların güçsüzlüğünün kendi hali
pür melalini tescilinden ve paradoksundan da gelir…
Kıbrıs lehçesinde daha
farklı olsa da Magusa Limanı türküsünün o daha çok bilinen sözlerinde şunlar
söylenir;
“magusa limanı limandır
liman
beni öldürende yoktur
din iman
iskeleden çıktım yan
basa basa
magusa’ya vardım kan
kusa kusa
magusa limanından
aldılar beni
üç mil uzağına attılar
beni
uyan alim uyanmaz oldun
da
yedi bıçak yarasına
dayanmaz oldun..”
Magusa Limanı türküsü uzun yıllar boyunca birbirinden farklı isim ve gruplarca da
seslendirildi…Muammer Ketencoğlu, Selda Bağcan, Grup Abdal , İsmail Demircioğlu,
Erkan Oğur ve yabancılar da dahil daha bir çok isim ve grup bu hüzünlü
Kıbrıs Türküsü’nü yıllar öncesinden beri tekrar tekrar söyledi, söylüyor…Siz de
küçük bir çabayla türkünün farklı versiyonlarını dinleyebilirsiniz…
Yazının
başında ne dedik ;
Türküleri
dinlemenin zamanı çocukluk değildir…
Gençlikte
de pek dinlenmez türküler…
Türkülerin hakkıyla dinlenme zamanı yaşanmışlıkla gelir…
Yaşanmışlıklarınız ve keyfiniz daim
olsun…
Artık nasıl olacaksa...
( murat örem / 16 mart 2015 / ankara…)
-desen / bedri rahmi Eyüboğlu-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder