Bir önceki yazıdan
sözümüz var…
“…sen şimdi işsiz bir
telgrafhane gibisin,
durmadan sesler alacak
sesler vereceksin
uyuyamıyacaksın
düzelmeden memleketinin
hali
düzelmeden dünyanın
hali
gözüne uyku girmez ki
uyumayacaksın
bir sis çanı gibi
gecenin içinde
taa gün ışıyıncaya
kadar
vakur metin sade
çalacaksın…”
diyen Melih
Cevdet Anday’ı
upuzun bir yazıyla anma sözümüz
var…
1980’lerin ikinci
yarısında İstanbul’da öğrenciyken feriköy’den
bayazıt’a çok yürüdüm ben cebimde
bitmeyen kelimelerle…Bilenler bilir iki semtin arası öyle çok da yakın ve düz bir parkur
değildir…
Hava çok soğuk çok sıcak
ya da çok ıslaksa(!) şişli’den otobüse biner bayazıt’a kadar giderdim…Soluk
pembe iett biletlerinden öğrenci olanı otobüsün önündeki bilet kutusuna atar
boş bir yer bulduğumda da elimdeki gazeteyi açardım hemen….
Cuma günleri gazetesinde uzun
uzun yazardı Melih Cevdet…Yazılarında , anlatmak istediği
konuya sakince girer araya onlarca farklı durak sıkıştırır ve yolcusunu sakince bilinmez durakta indirip seferine yine devam ederdi Anday…
Melih Cevdet’i
okuduğunuzda yazı bitmezdi…
Bazı yazarların yazısı
bitmez,
Melih Cevdet onlardandı…
Melih Cevdet onlardandı…
Bitmiş görünse de siz o
yazıyı zihninizde daha da farklı
paragraflara taşırdınız dehlizlerde
ilerleye ilerleye…
Onlarca yüzlerce yazısını
makalesini okudum Melih Cevdet’in ama bir yazısını hiç unutmadım…Hep hatırladım...Yıllarca gidip
geldiği ve benim de onlarca kıymetli düşünür isimle birlikte her yaz döneminde kendisini de çok gördüğüm Burhaniye
/ Ören / Sunar Sitesi’nin yakınlarındaki bir yaşanmışlığı anlatıyordu
Melih Cevdet o yazısında…
Yazlıkçıların denize
girip çıktıktan sonra ortaklaşa kullandığı duşları ve duş başlıklarının başına
gelenleri hikayelerken aslında toplumun başına
gelenleri anlatıyordu Melih Cevdet o yazısında tane tane…
Bir duş başlığından yola
çıkarak toplumun analizini yapıyor ve insanımızı anlatıyordu Melih Cevdet…Anlatılanların
özeti şuydu…Sahile yapılan duş kabinleri ilk birkaç gün içinde sağlam biçimde
kullanılıyor ama sonrasında her gün bir duş başlığı koparılıveriyor, kapılar
yerinden çıkıveriyordu…Koparılan duş başlıklarının yerine yenisi takılıyor ,
insanlar kullanmaya devam ediyor ve birkaç gün içinde aynı senaryo
tekrarlanıyordu…
Herkes koparılan duş başlıkları için kendince yorum yapıyor ama mülkiyetini kendine ait görmediği için çok da önemsemiyordu…
Herkes koparılan duş başlıkları için kendince yorum yapıyor ama mülkiyetini kendine ait görmediği için çok da önemsemiyordu…
Sonunda duş
başlıklarını koparanlar kazanıyordu
Kapıları yerinden
oynatanlar kazanıyordu…
Yapanlar kaybediyordu…
Yıkanlar kazanıyordu….
O duş başlıklarından
yararlananlar DA kaybediyordu…
Ama mülkiyeti
kendilerinin olmadığı için meseleyi de sahiplenmiyorlardı…
Toplumsal bilinç olmadığı için kaybediyorlardı aslında...
Bu kadar basit (!) bir olayı anlatıyordu işte Melih Cevdet yazısında…
Toplumsal bilinç olmadığı için kaybediyorlardı aslında...
Bu kadar basit (!) bir olayı anlatıyordu işte Melih Cevdet yazısında…
Bu yalın yalın anlatarak bir toplumun kendine ait görmediği hiçbir şeyi
sahiplenmeyeceğini daha da ötesi içselleştirmeyeceğini söylüyor ve sözü
demokrasiye hak etmeye, yönetene ,yönetilene getiriyordu…
Toplumun
sahiplenmeyeceği
hiçbir şeyin,
hiçbir kurumun,
hiçbir idealin ,
hiçbir ahlakın…
kalıcı olmayacağını
anlatıyordu
Melih Cevdet Anday…
O yazısını okuduktan
sonra uzun yıllar boyunca neredeyse hemen her yaz Ören’e gittiğimde
etrafımdakilere hiç hissettirmeden Melih Cevdet’in anlattığı o duş
başlıklarının yerinde olup olmadığını kolaçan etmiştim…
Yoktu elbette hiçbiri….
Yıkıcılar gelip yıkıp gitmişti…
Giden, duş başlıkları değildi,
bir toplumun
yarınlarıydı….
Aradan geçen 25-30 yılda Melih
Cevdetler bu toplumla ilgili hangi kaygıları , hangi korkuları , hangi
olacakları şaşırtıcı biçimde hangi zarafetle
anlattıysa hepsini yaşadık , yaşıyoruz…
Korkarım ,
daha da
yaşayacağız da…
Elimizde 8 çekirdek 16
çekirdek telefonlarımız var bugün…
Geliştik değil mi ?
Zıkkımlandığımız
yemeklerin fotoğraflarını sosyal paylaşım sitelerine anında koyup egomuzu
parlattığımızda daha da gelişiyoruz değil mi ?
Ama 1980’lerde
kaybettiğimiz / çaldırdığımız duş başlıkları hala yok…
Kapıların menteşeleri
kırık….
Evlerimizde kıymetli
vücutlarımızın her yerine masaj yapan duş setlerinin envai çeşidi var ama o kırılan , çalınan o duş
başlıklarının hiçbiri yok…
Ama geliştik çok geliştik değil mi ?
Sonra murat örem ağız dolusu hicvetmesin , değil mi ?
Aşağıdaki Melih Cevdet
yazısını bir de bunları düşünerek okuyun…
( murat örem / 15 mart
2015 / ankara…)
*******
Melih Cevdet Anday 100
yaşında…
Garip şiir akımıyla , deyim yerindeyse Türk
şiirine makas değiştiren üç isimden biriydi Melih Cevdet…Özellikle 1940’lı
yılların başında yaşanan ve Türk şiirinde o güne dek görülmemiş keskinlikteki yol
ayrımına bir çok yazıda değindik. O dönemde henüz yirmili yaşlarını süren üç
genç şairin başlattığı Garip akımına yönelik olumlu ve olumsuz değerlendirmeler dün de bugün de oldu…Elbette yarın da olacak... Bugün gelinen
noktadaysa şunu kesin olarak söylemek mümkün; Bu üç genç, yani Orhan Veli,
Oktay Rifat ve Melih Cevdet , Garip
adını verdikleri ortak kitaplarıyla açtıkları yolda bütün tahminlerin ötesinde çok
ses getirdi ve başarılı oldu. Şiirleri
onlarca yıldan bugünlere geldi ve yarınlara da kalacak..... Garip
şiirinin özellikle iki şairi Oktay Rifat
ve Melih Cevdet şiirde zaman içinde başka denizlere yelken açtı...Yaşasaydı
muhtemelen Orhan Veli de yapacaktı bunu ama erken ölümü yeni şeyler söylemesine izin
vermedi...
Yıllar içinde daha
çok ahengin ve felsefi içeriğin öne çıktığı bir şiire doğru
yol alarak unutulmaz şiirler yazdı Melih Cevdet Anday....Melih Cevdet Anday
1915 yılında dünyaya gelir. Ortaöğrenimini
Ankara’da, Gazi Lisesi’nde tamamlar. Orhan Veli ve Oktay Rifat’la bu okulda
tanışır Anday. Şair Cemal Süreya’nın çok yerinde saptamasına göre , bu üçlü daha delikanlılık gönlerinde
birbirlerini tanırlar ve yalnızca edebiyat görüşleri değil, kişilikleri de
birlikte gelişir. Başka hiçbir
toplulukta rastlanmayacak ortak bir söz varlığına sahip olmalarında omuz omuza yaşanan gençliğin de büyük payı
vardır...
Melih Cevdet, şiire lise
sıralarında başlar. İlk denemelerinde hece şiirinin etkisindedir kuşaktaşları
gibi… Daha çok Necip Fazıl, Ahmet Kutsi Tecer ve Ahmet Muhip Dıranas’ta görülen
ve duygu yanı ağır basan, bir yönüyle de
gizemciliğe uzanan şiirler yazar Melih Cevdet... Liseden mezun olduğu 1936
yılında Varlık dergisinde yayımlanan ilk
şiirinin adı Ukde’dir
Melih
Cevdet Anday’ın ve o şiirin ilk dörtlüğünde şunları yazar: …
Bir gün ışığa döner yaprak,/ Üzümler kızarır kütükte,
Elbette diner bu sağanak, / Kaybolur içimdeki ukde.
Elbette diner bu sağanak, / Kaybolur içimdeki ukde.
Garip şairlerine
yöneltilen eleştiriler hece veya aruz
şiirini başaramadıkları ve “ağır”
konulara vâkıf olamadıkları için sıradan temalara yöneldikleri şeklindedir .
Oysa Garip akımının ortaya çıkışının altında yatan nedenleri açıklamak için bu yaklaşım yeterli ve tutarlı hiç değildir… Melih
Cevdet Anday’ın , yıllar önce söyledikleri
, Garip akımına önyargılı olanlara cevaptır...Anday şunları dile getirir bir
söyleşide: “Bizde alışılagelen üç ölçek
var. Aruz vezni, hece vezni, serbest vezin. Aruz vezni çok güzel bir vezin,
çünkü uzun ve kısa hecelerle bir uyum sağlıyor, fakat kendini çok gösteriyor.
Böyle olmasa, aruzla yazardım. Şimdiden sonra da bütün şiirlerimi aruzla
yazabilirim ama aruz vezni sözden daha çok öne çıkıyor, bu hoşuma gitmiyor.
Hece veznindeyse, tekdüzelik, biteviyelik beni rahatsız ediyor. Serbest vezne
gelince, yaşlandıkça isyan ediyorum buna. Herkese şiir yazma hevesi veriyor. Ne
desen olur sanki!..
Melih Cevdet cümlelerinden
de anlıyoruz ki şiirimizde Garip
akımından sonra iyice öne çıkan ve serbestlikten çok bir başıbozukluğu andıran yeni
şiire yöneliş, Garip’çilerin arzuladığı
bir şey değildir.. Melih
Cevdet’in yakındığı nokta tam da budur. Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhane ve Yanyana adlı kitaplarında lirik
söyleyişe toplumsal bir içerik kazandırır
Melih Cevdet... Garip akımı günlerinden sonra Oktay Rifat tabiata yönelirken Melih Cevdet daha çok topluma yönelmiştir.
Melih Cevdet Anday’ın
bestelenmiş şiirlerinden biri Düzenli
Dünya ismini taşır...Anday bu şiirinde dünyaya dair ironik göndermeler
yapar...Nasrettin Hoca’nın bir gün kendi
kendine ağacın altında dünyayı sorgularken kocaman
bal kabakları neden yerde de elmalar ağaçta demesinden hemen sonra başına
düşen elmayla kendine gelmesini andırırcasına dünyanın düzenine dair farklı şeyler söyler Melih Cevdet…
Bayılırım şu düzenli dünyaya
Kışı yazı , baharı güzü , gecesi gündüzü sırayla.
Ağaçların kökü içerde , bütün ağaçların kökü içerde
Dalların başı yukarda , insanların aklı başında
Bütün insanların aklı başında...
Beş parmak yerli yerinde , baş işaret orta yüzük serçe.
Diyelim kalksa da serçe orta parmağa doğru yürüse
Ne haddine!
Yahut akasyanın biri başını toprağa daldırdığı gibi bir gezintiye çıksa
Merhaba kestane, merhaba çam
Selâmün aleyküm, aleyküm selâm
Kimsin nesin nerelisin derken
Laf açılır mı bizim akasyanın kökünden
Bir uğultudur başlar rüzgârda
Kökü dışarda, kökü dışarda...
Yahut ne olur koca bir dağ , Baş aşağı gelsin...
Aman Allah göstermesin.
Bayılırım şu düzenli dünyaya
Altta ölüler üstte diriler
Gel keyfim gel!
Melih Cevdet Anday’ın yazdığı
şiirlerden birinin adı da Anı’dır...
ABD’de , 1950’lerle başlayan ve giderek,
düşünen insan avına dönüşen MC
Charty’ci dönemin sonunda Sovyet casusu
olmakla suçlanan Rossenberg çifti idam
edilir. Bu yaşananlar dizi olarak çekilir ve 1970’lerin ikinci yarısında aralarında TRT’nin
de olduğu onlarca ülke televizyonunda gösterilir...Melih Cevdet Anday’ın da Rosenberg çiftinin başına gelenler
ve karı koca olarak birbirlerine duydukları sevgi konusunda söyleyecekleri
vardır …Daha sonra Zülfü Livaneli tarafından da bestelenen Anı şiiri böyle doğar…
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma
Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.
Melih Cevdet Anday, İkinci
Dünya Savaşının doğurduğu korku ve yokluk ortamını yükseköğrenim için gittiği Avrupa’da yaşar önce. Yurda
döndüğünde, savaşa katılmayan bir ülkede bile büyük zorlukların olduğunu görecektir . Savaş sonrası yaşanan kutuplaşmanın
Melih Cevdet’e yansıyan tarafıysa kitabının toplatılması ve kovuşturmaya uğramak
olur. 1956’da yayımlanan Yanyana’nın
içeriği aykırı bulunur, kitap piyasadan toplatılır. Anday, kovuşturma sonucunda
aklanır …Üzerinden yıllar geçtikten sonra bugün biliyoruz ki, o dönemde öne
çıkan gerçek, yazar çizerleri mahkum ettirmekten çok yıldırmaktır...
Melih Cevdet Anday,
Avrupa dönüşü sonrası Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde görev yapar , gazetelerde
çeşitli işlerle uğraşır. Bir yandan da
diksiyon ve mitoloji dersleri verir. 1960’lardan itibaren şiirinde mitolojik
öğelere sıkça yer verdiği görülür Anday’ın. 1962’de yayımlanan Kolları Bağlı Odysseus bu eğilimin ilk
kitabıdır. Melih Cevdet şiiri üzerine yazanlar, onun şiirini genellikle Kolları Bağlı Odysseus kitabının öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırırlar...
Eleştirmen Memet Fuat, Rahatı Kaçan
Ağaç, Telgrafhane ve
Yanyana’yı , açık, anlamını kolay ileten, tadına kolay
varılan kitaplar olarak tanımlarken, Kolları Bağlı Odysseus bambaşka bir anlayışla yazılır. Gündelik
olaylara sıkı sıkıya bağlı, alaycı, yergici bir şiirin şairi olarak tanınan Melih
Cevdet Anday’ın şiir anlayışı başka bir yatakta akmaktadır artık....
Melih Cevdet Anday 1960’larla birlikte şiirde anlamı sorgular. Bu dönem aynı anda İkinci Yeni şiirinin de öne çıktığı zamandır. Anday da bunun dışında
kalamaz. Ne var ki, Melih Cevdet Anday şiirinin okura tanıtıldığı antolojiler
ve ders kitaplarında bugün bile Anday’ı yalnızca Garip şairi olarak gösterme eğilimine rastlanır.
Melih Cevdet, özellikle Kolları Bağlı
Odysseus ve Göçebe Denizin Üstünde
kitaplarında eski uygarlıkların mitolojilerinden yararlanır. Anday , Teknenin Ölümü adlı kitabından itibaren
benzetme, eğretileme ve göndermelere
daha fazla yaslanır... Bu yönüyle Türk şiirinde olduğu kadar batı şiiri içinde de
özel bir yer açar kendine Melih Cevdet. 1976 Yeditepe Şiir Ödülü’nü kazanan şiir
kitaba da adını verir…
Şair kimliği baskın olarak
öne çıkan Melih Cevdet Anday çok yönlü
bir isimdir…Denemeleriyle bir düşünür portresi çizer Anday. Roman ve tiyatro
alanında verdiği eserlerde de kurgu ve dramatik yapıda büyük usta olduğunu gösterir. Özellikle Gizli Emir romanı ve Mikado’nun Çöpleri oyunuyla Türk
edebiyatında şiirlerinden de ayrı olarak sarsılmaz bir yer edinir kendisine....Mikadonun
Çöpleri oyunu , bir kış gecesi çocuğuyla
birlikte bir eve sığınmak zorunda kalan
kadınla evde yaşayan erkeğin konuşmaları üzerinden akar gider...Oyunda, insana dair bütün
çelişkiler, kavramlar, yalanlar, umutlar , sözcükler ruhlara ve duvarlara çarpa
çarpa okuyanı da izleyeni de kelimenin tam anlamıyla darmadağın eder...
Tam bu noktada şunu
söyleyelim ki, tiyatro metinlerini okumak
çok yorucudur ve anlaşılmazdır
görüşlerinin aksine Melih Cevdet
imzalı Mikadonun Çöpleri gürül gürül
akan ve insanoğlu oldukça hiç eskimeyecek bir metindir...Melih Cevdet sırf bu
oyunuyla bile Türk edebiyatında daima hatırlanmayı hak eder….Türk tiyatrosuna
verdiği emeklerden hangi birini dile getireceğimizi şaşırmaktan büyük mutluluk
duyduğumuz Prof.Dr.Sevda Şener, Mikado’nun Çöpleri oyunuyla ilgili zamanında emek
verilmiş bir çalışma yapmıştır ve bu çalışma meraklıları için erişilir
uzaklıktadır....Bizden hatırlatması....
Melih Cevdet’in şiir
çevirileri tıpkı Can Yücel’inkiler gibi , Türkçe’deki en usta çeviri örneklerindendir.. Şair Edgar Allen Poe’dan çevirdiği Anabell Lee şiiri, çeviriyle ilgili
söylenen “güzeli sadık sadığı da güzel
olmaz” tezini tümüyle boşa çıkaracak kadar kusursuzdur... Anday bu çeviriyle sanki kendi şiirinin bile üstüne
çıkmıştır... Şiiri bir dilden başka bir dile tıpatıp aktarmak yerine kendi
duyarlığıyla yoğurup yorumlayan Melih Cevdet Anday’ın Annabel
Lee çevirisi şöyledir :
Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.
O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi, o deniz
ülkesinde....
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,
Evet! bu yüzden ...
(şahidimdir herkes Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.
Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim,uzanır beklerim
Sevgilim,sevgilim,hayatım,gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni .
Melih Cevdet Anday’ın
şiirinden bestelenmiş farklı türdeki eserlerden biri de Dursun Bebeğe Ninni ‘dir…
Merhaba Dursun bebek merhaba
İşte su, İşte ışık, İşte hava
İşte Dursun bebek bizim dünya
Dandini dandini dastana
Dursun bebek uyusun
Uyusun da aman çabuk büyüsün
Danalar girmiş bostana
Melih Cevdet Anday imzalı
ve bestelendiğinde büyük ilgi gören bir başka şiir de Şinanay ismini taşır...
1971 yılında Birleşmiş
Milletlere bağlı UNESCO’nun yayını olan Courrier dergisi tarafından dünya yazarları olan Cervantes,
Tolstoy, Dante ve Seferis’le birlikte anılan Melih Cevdet Anday
yaşadığı dönemde Yaşar Tellidede, Niyaz Niyazoğlu,
Mecdi Velet, Yaşar Tellidere,
Gani Girgin, Yaşar Tellioğlu takma
isimlerini de kullanmıştır...28 Kasım 2002’de 87 yıllık yaşamın ardından
öldüğünde geride onlarca kitap, alınmış ödüllerle birlikte büyük bir edebi
miras bırakır Melih Cevdet…
Yazının sonunda son sözü yine
Melih Cevdet Anday söylesin ‘Fotoğraf’
diyerek…
dört kişi parkta çektirmişiz,
ben, orhan, oktay, bir de şinasi...
anlaşılan sonbahar
kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
yapraksız arkamızdaki ağaçlar...
babası daha ölmemiş oktay'ın,
ben bıyıksızım,
orhan, süleyman efendiyi tanımamış.
ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
oysa hayattayız hepimiz.
(
murat örem / 2010- mart 2015 / ankara…)
-alper beşe’nin 2010 yılındaki değerli katkılaryla-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder