Çocukluk
ve ilk gençlik yıllarını yaşadığım ilçede ne çok gördüm onu…
Rapay
derdi
ilçenin insanları ve belli belirsiz bir korku saygı karışımı geçerlerdi
yanından daima…
İnsan
içine çok karışmazdı Rapay…
Ya da
içine karışmak için
insan arardı da;
pek bulamazdı !!!
Şimdi
sisli bir bulutun arkasına saklanmış yıllar öncesine enikonu gitmek isteyen
zihnimde beliren resmini o kadar flu hatırlıyorum ki; gözü nasıldı kaşı nasıldı
yüzü nasıldı Rapay’ın çıkaramıyorum…
Ama
bütün Rapaylar gibi sakallıydı…
Yüzü
kavruktu…
Elleri
nasırlıydı…
Tırnakları
kirli, çehresi kırış kırıştı Rapay’ın…
Aklı
, biz fanilerin aklından farklıydı…
Bazen
metruk binalı bir arsanın içinde günler boyunca kalın tahtalardan enikonu gemi yapmaya kalkar
, sonra bir gün büyük aynaları yan yana getirir garip düzenekler kurar güneşin
enerjisinden yararlanarak tencerelerin içinde bir şeyler ısıtıp pişirirdi…
Mutlaka
ama mutlaka bir şeylerle uğraşırdı…
Başladığı
işi bitirdiği çok görülmezdi Rapay’ın…
O
kadar çok işi vardı ki…
Bağırıp
çağırmazdı, insanların üzerine yürümezdi , muhtemelen iyi sigara içerdi ve
yine muhtemelen, bütün muhtemelleri
aşarak varmıştı o limana…
Bazen
ilçenin o asfalt yolunun kenarında saatlerce yürürken görürdü ahali Rapay’ı…Üstü
başı kendine özgü bir ahenk içindeydi…Hasır şapkasının içinden çıkan tel
parçalarının, kumaşların , raptiyelerin , çivilerin mutlaka bir anlamı mutlaka
bir işlevi olmalıydı…
Dünyanın
her yerinde her zaman çocuklar sever gariplikler üzerinden garip ve ürkütücü cümleler
kurmayı…Bu yüzden arkadaşlarımın da sohbetlerinde mutlaka Rapay’a çıkan cümleler
olurdu…
Onlar
o cümleleri kurarken ben daha iki haneli yaşların en başındayken bile,
mesela türkiyenin spor takımlarının
neden bol mağlubiyetli günler geçirdiği hakkında, mesela ürkütücü sağlık ocaklarında neden sevimsiz
beyaz floresan lambalar kullanıldığı hakkında kendimce kafa yoran sevimsiz meşguliyetleri olan ve kibirli bir erkek
çocuğu olduğum için bu tür laflara pek karışmazdım…
Rapay’ı
önemsemiyormuş gibi yapardım ama önemserdim.
Hayatım
boyunca hiç çocuk ol(a) mayan büyük ve daima huzursuz aklımla Rapay’ın
zihninin içinden geçen cümlelerin nerelerde ve ne zaman kısa devre yaptığını
merak ederdim…
Rapay
sıradan bir fani değildi …
Ama
Rapay
sıradan bir meczup da değildi…
Deli
hiç değildi…
Efsaneler
çoktu Rapay hakkında da..
Bugün
hiçbirini hatırlamıyorum…
Çocukluğumdan
beri neden
sorusunu nasıl sorusundan daha çok sevdim ve efsanelerin genellikle nasıl
sorusuna cevap verdiğini bildiğim için çok da umursamadım efsaneleri…
Rapay’la
ilgili efsaneler hakkında da bu yüzden böyle bellek silici bir tavır geliştirmiş olabilirim…
Hep
sordum, hep soracağım ;
Bir
insan, hayatın neresinde ve hangi
evresinde, kendini de tanımlamak zorunda
kaldığı o mücavir alana ! ağız ve ruh
dolusu “ha .iktir”
çekerdi…
Bunun
esbabı mucibesi neydi ki ?
Bardak
nerede ve ne zaman dolup taşıyordu ?
Ayna
nerede “can kırıklı” kaleydeskopa dönüşüyordu ?
Bellek
nerede kırılıyordu ?
Zaman
mekan insan hayat kainat nerede birbirine eklemleniyor ve nevi şahsına münhasır
bulamaç
halini alıyordu ?
Çocukluk
ve ilk gençlik yıllarını yaşadığım ilçede ne çok gördüm onu…
Rapay derdi ilçenin insanları ve
belli belirsiz bir korku saygı karışımı geçerlerdi yanından daima…
Sonra ben büyüdüm…
Çocukluğum Kaf Dağının ardında kaldı…
Öylesine
kaldı ki ; boyumu geçen çocuklarıma seslenmek için bile
mont
blanch tepesindeki
güneş bulutlara teslim oldu…
Bu
arada Rapay da zihnimin bir
köşesinde yıllarca uyudu uyudu uyudu…
Bir
güneşlivemartlıveankarasabahında
uyandı Rapaylı zamanlar…
Sonra
ben büyüdüm…
O
kadar büyüdüm ki ; ayrılıkla ölümü ve dahi yoklukla yalnızlığı bir terazide tarttığımda bile aklım , mantığım
vicdanım ve haklılığım ağır geldi…
Sonra
ben bir daha büyüdüm…
Bir
sigara daha yaktım…
Bir
selam daha aldım….
Bir
kahve daha içtim…
Bir
güzel insan daha tanıdım…
Dedim
ki ;
Rapay
da güzel insandı…
İnsandı…
Kirli
tırnaklarının arasında tuttuğu sigara
Güneşe
bakan yüzü
Ve
"can kırıklı" kaleydeskoplu bakışları
Ulus
Baker’in Rapaylı
yüzünü hatırlattı bana yeniden…
ve
Erhan dayımın o unutulmaz cümlelerini ;
“insanlara
güven murat
ama insanları iyi belleyerek…”
(
murat örem / 03 mart 2015 / ankara…)
-başlıktaki resim / salvador dali -
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder