*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500"ziyaret ! *her cümle"5846" sayılı yasa korumasında ! *fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir ! *sağ alttakiküçük dünya?
İkincisi
daha o zamanlardan bilinmediği için
başına 1. ibaresi gelmeyen dünya savaşı vardır…
Apsenin
içinde birike birike büyüyen cerahat patlayacak ,dünya 20. yüzyılda kartları yeniden
dağıtacaktır. Birkaç kelimeyle tanımladığımız bu süreç elbette milyonlarca
insanın trajedisinin de bir başka adıdır.
Oysa Stalin’e
atfedilen o duygusuz söz şunu der tarihin içinden acımasız gerçekçilikle ;
“savaşta bir kişinin ölümü trajedi
milyonların ölümü yalnızca istatistiktir…”
1915
bu topraklar için de büyük bir hercümercin, direnişin, ihanetin, ayaklanmanın,
aydınlanmanın, çöküşün , yeniden ayağa
kalkmanın…kısaca her şeyin tarihidir…
6
yüzyıl süren imparatorluk dağılmanın eşiğindedir…
Çanakkale
savaşları, balkan savaşları derken
“kahvenin önünden habire redif sesi gelmektedir…”
Ama, 1915 Türk düşünce, edebiyat, sanat , kültür,
demokrasidünyası için de başka günlerin
habercisidir…
Melih Cevdet Anday 1915’te doğmuştur…
Haldun Taner 1915’te doğmuştur…
Ve ,
Aziz Nesin
1915’te doğmuştur…
Bilenler
bilir Aziz Nesin’in okuru olarak, yeri
apayrıdır bende…
Okumayı
öğrendiğim günden beri bu ismin yazdıklarının, yaptıklarının, hayatının, dik
duruşunun, huysuzluğunun, kalabalıklar karşısında yapayalnız kalsa da fikirlerinden
asla geri adım atmamasının bendeki karşılığı apayrıdır…
Elbette
toplumun sinir uçlarına dokunan sert, aykırı, uyarıcı, sarsıcı, dinsel ve
kültürel ortalamaya çok ters gelen çıkışlar da yapmış, yazılar da yazmıştır Aziz Nesin…
Bütün
faniler gibi mutlaka hatalar da yapmıştır, kırılmalar da yaşamıştır…Fakat
hayatının bütününe, daha da doğrusu emeklerinin bütününe baktığınızda Türk insanından, okurundan fazla
fazla alacaklıdır Aziz Nesin…
Oysa o
bunları alacaklı olmak için yapmamıştır.
Çalışmaktan
başka bir şey bilmediği için böylesini yapmıştır.
Düşünmekten
ve düşündüğünü dosdoğru biçimde ifade etmekten başkasını bilmediği için böyle
yapmıştır…
Aziz
Nesin için din düşmanı denmiştir..
Oysa
bütün yazdıklarında ve yaptıklarında döne döne “kimsenin diniyle , inanışıyla
alay etmedim ettirmedim..”demekten yorulmuştur.
Aziz
Nesin için cimridir denmiştir…
Cimriliğin
en büyüğünü kendine yapmıştır Aziz Nesin…
Üretirken,
yazarken, yoksul çocuklar için vakıf kurarken hiç de öyle değildir…
Aziz
Nesin için asık suratlıdır denmiştir…
Gülmece yazarları her zaman anlamsızca gülmek ve güldürmek zorunda
değildir…ayrıca habire etrafını güldürmek için komiklikler yapmaya çalışan
zavallılar kötü gülmece yazarlarıdır…demekten bitap düşmüştür…
Türkiye
maalesef yeniden ve hızla kamplara ayrılmanın yanlışına ışık hızıyla sürüklenmenin
eşiğindeyken bin kere yazıp söylemeliyiz ki ; Aziz Nesin şunun bunun o
ideolojinin bu fikrin kalemi değildir…
Kemal Tahir
de dostudur Aziz Nesin’in , bir mektubunda üstadım diye hitap edip eşiyle
birlikte vakıfta ağırlamaktan onur duyacağını yazdığı Necip Fazıl da çok önemsediğidir…
Türkiye
, Osmanlıdan beri düşünürlerine yazarlarına aydınlarına çok hoyrat davranan bir
ülkedir…
Türkiye,
birey
olmayı önemseyen,
içini
doldura doldura insan yetiştirmek için çabalayanları ,
yazar olsun olmasın ;
megolaman, bencil , egoist, narsist
diye
yaftalamaya meyyal tembel çoğunluğun
diyarı
olmaktan kurtulmak zorundadır…
Türkiye
çoğunluğun gürültüsünün , düşünsel azınlığın mutsuzluğunu habire katmerlediği ve onların fikirlerini
arsızca bastırdığı yer olmaktan kurtulduğu gün , Aziz Nesinlerin, Kemal
Tahirlerin, Orhan Kemallerin, Cemil Meriçlerin… kıymetini daha iyi
anlayacaktır…
Türkiye,
yazarlarına düşünürlerine yaşarken ve öldükten sonra da kıymet vermeyi
öğreneceği güne dek başıboş akan selin
önündeki kütük misali oradan oraya savrulmanın acısını hem çekecek hem de
insanlarına çektirecektir…
Aziz
Nesinler, Melih Cevdetler, Haldun Tanerler bunları görüp yazmıştır onlarca yıl
boyunca…
Düşünen
insanların, üreten insanların, herkesin susmayı yeğlediği zor zamanlarda kelle
koltukta ayağa kalkan insanların tavrı korkusuzluklarından, yürekliliklerinden,
narsistliklerinden ,
megolamanlıklarından şundan bundan
değildir…
Bu
insanlar da ömürleri boyunca sevdiklerini üzmekten , işsiz kalmaktan ,
sanık sandalyesine oturmaktan, hayat ritimlerini kaybetmekten korkmuşlardır ama
yine de doğru olduğuna inandıkları cümleleri de yazıp söylemişlerdir…
Korkmak
insani bir duygudur …
Fakat
, korktuğu halde fikirlerinden geri adım atmamak , aklından geçenleri söyleyip
yazmak kendini yetiştirmeye çabalayan insanın tavrıdır…
Aradaki fark budur…
Cahil çoğunluğun anlamadığı fark budur…
Bu
insanlar da ellerine bakan çocuklarına , evlerine ekmek götürmenin telaşını
yaşamışlardır…Bu insanlar da en yakınlarının en ağır ve hak etmedikleri cümleleriyle
yıkılmışlar ama düştükleri yerden kalkarak savaşmak zorunda kalmışlardır…
“sen de herkes gibi oluversene, idare ediversene…” cümlesine çığlık atarak verdikleri “ben herkes değilim..” cevabı onların megolamanlıklarından,
narsistliklerinden, egolarından değildir…
Böyle
yaparlarsa, herkesin herkese benzediği bir dünyada insanlık lokomotifinin tek
bir tekerlek bile döndüremeyeceğini bildikleri için kendilerini de bir kenara
koyarak vermişlerdir bu kavgayı…
Çünkü
aklı başında hiçbir insan kendisinin de ölümlü olduğunu unutmaz…Çünkü aklı
başında hiçbir insan ölümlü olduğunu bile bile megolamanlığa, narsistliğe, çiğ
egoya teslim olmaz…Eşyanın tabiatına aykırıdır bu…
Kusura
bakılmasın ama düşünen üreten yazan ve çok azınlıktaki insanları , ülkesi için
kaygılanıp risk alan insanları susturmanın yolu ucuz teşhisler yapmak değildir…
Çoğunluk;
bu gerçekleri görmek, iki cümleyle onore etmek yerine ucuz
psikiyatrik teşhisler koymaya kalktığında bilmelidir ki kendi geleceğini de sıfırlamaktadır…
Toplumlar
kendine emek veren insanlarını, düşünüp yazanlarını böylesine hoyratça ve
basitçe ezmek yerine çok daha sahiplenmelidir.
Herkesin herkese herkes gibi davrandığı bir dünya
Herkesin herkesi herkes gibi yapmak istediği bir yer
Türkülerin hakkıyla dinlenme
zamanı yaşanmışlıkla gelir…
Yıllar geçmiş ….
Saçlarınıza ak düşmemiş
(!)
akların arasında artık siyahlar
azınlıkta kalmıştır…
Çocuklar büyümüştür ;
kelimeleri mermi gibi
kullanacak kadar hem de…
Ömür ilerlemiştir…
30, 35, 40, 45 derken 50
yaş görünmüştür limanda…
Türküleri dinlemenin zamanı çocukluk değildir…
Gençlikte de pek
dinlenmez türküler…
Türkülerin hakkıyla dinlenme
zamanı yaşanmışlıkla gelir…
Aslına bakarsanız , çok uzun yıllar boyunca türküleri kadınlı
erkekli koroların içine hapseden iyi niyetli
ama doğru olmayan anlayış da gölgede bırakmıştır o ağıtları, hüzünleri,
dizeleri …
Çünkü bazı türküler
koroların kalabalığında kaybolmayacak kadar hüzünlüdür, hayatın içindendir ve yalnızca
tek bir sesin tınısıyla işler insanın ciğerine ciğerine…
Öyle türküler vardır ki
koroların kalabalığı içinde yıllarca kaybolup gitmiş yıllar sonra tek bir sesin
tınısıyla kendini daha bir fark
ettirmiştir…
Mesela “ ne ağlarsın benim zülfü siyahım..” türküsünü hem korodan hem de tek bir sesten
dinlerseniz daha iyi anlarsınız ne demek istediğimizi ve aradaki farkı …
Bu coğrafyanın tarihi
acılıdır….
İnsanlık tarihi de öyle…
Ama bu coğrafyanın
tarihi hakikaten çok daha acılıdır…
Bu coğrafyada , ortadoğuda, asyada , balkanlarda, anadoludaüzerine bastığınız toprak öylesine kaygandır
, tarih öyle muallakta ve muğlaktır ki ki siz hep aynı yerde durduğunuzu ,
eğilip bükülmediğinizi sansanız bile en
şaşaalı antik şehirlerin bir büyük depremde yerin yedi kat altına inip yok oluvermesi
misali kapkara bir kuyunun en dibine
düşebilirsiniz bir anda hem de bir daha asla çık(a)mamak üzere…
Tersi de mümkündür…
Boynunuza geçirilen
ilmiği son anda atmanız ve küllerinizden doğmanız da…
Bu anlattıklarımız
ismi geçen coğrafyalardaki
milletler için de
devletler için de
hatta tek tek insanlar
için de
geçerlidir…
ve hiçbirimiz için
uzakta değildir…
Bu coğrafyada toprak ve
tarih bu kadar kaygan olunca günlük hayat da kendi hercümercinde , kaosunda akar
elbette…Öyle bir kaos ve hercümerçtir ki şaşırtıcı olduğu kadar yorucu, yorucu olduğu
kadar da ürkütücüdür….
Bir sabah kalktığınızda
okuluna giden çocuğunuzun üzerine dolmuş konduğu (!) haberini alabilirsiniz…Süt almak için
girdiğiniz markette üzerinize devrilen reyonun yanı başında bulabilir
evlatlarınız sizi artık babasız bir hayat gerçeğiyle yaşamak zorunda kalarak…Evin
annesini , mutfaktaki ocağın dibinden sızan zehirli gaz dört duvarın arasına cansız
biçimde sıkıştırabilir her an…
Bu absürt ölümleri
kanıksamıştır üzerinde yaşadığımız
topraklar…
Çünkü kader kavramını
yanlış anlamaya meyyaldir çoğunluk…
Kader, otobüs durağında
beklerken kan revana bürünmek olmamalıdır.
Kader, yanlış bağlanmış
bir topraklı prizle gelen ölüm olmamalıdır.
Kader , birilerinin iki
dudağı arasından çıkanlar değildir…
İşte türküler bu acılı ve
kaotik coğrafyanın çok hüzünlü hikayeleridir…
Ve bazı türküler öylesine
sahiplenilir ki, farklı hikayelerle birbirinden
çok uzaktaki yerlerde bile onlarca yıldır söylenir olur değişik halleriyle…
Mesela 1940’lardaki yaşanmışlık
üzerine yakılan o Kıbrıs türküsü ne de acılıdır ve ne çok versiyonu vardır…Mağusa
Limanı adıyla bilinen bu türkünün bir başka adı da Arap Ali Ağıdıdır… Kıbrıs’ın
acılı işgal zamanlarında yaşanan olayda Arap Ali meyhanede yaşanan gerginlik
sonrasında İngiliz askerleri tarafından pusu kurularak bıçaklanarak öldürülür…
Türküyle ilgili çok emek
verilmiş bir çalışmayı paylaşan Kıbrıslı akademisyen Şevket Öznur’un yazdıklarına
göre, bu türkü, yıllar içinde Kerkük’te ve anadolunun farklı yerlerinde de
sahiplenilmiştir benzer ve farklı hikayelerle…
Türkülerin böyle bir gücü
vardır işte…
Türkülerin gücü, günlük
hayatın hayhuyu içinde sesini çıkaramayan kendi halindeki ve suçun
çoğu aslında kendinde olan kalabalıkların güçsüzlüğünün kendi hali
pür melalini tescilinden ve paradoksundan da gelir…
Kıbrıs lehçesinde daha
farklı olsa da Magusa Limanı türküsünün o daha çok bilinen sözlerinde şunlar
söylenir;
“magusa limanı limandır
liman
beni öldürende yoktur
din iman
iskeleden çıktım yan
basa basa
magusa’ya vardım kan
kusa kusa
magusa limanından
aldılar beni
üç mil uzağına attılar
beni
uyan alim uyanmaz oldun
da
yedi bıçak yarasına
dayanmaz oldun..”
Magusa Limanı türküsü uzun yıllar boyunca birbirinden farklı isim ve gruplarca da
seslendirildi…Muammer Ketencoğlu, Selda Bağcan, Grup Abdal , İsmail Demircioğlu,
Erkan Oğur ve yabancılar da dahil daha bir çok isim ve grup bu hüzünlü
Kıbrıs Türküsü’nü yıllar öncesinden beri tekrar tekrar söyledi, söylüyor…Siz de
küçük bir çabayla türkünün farklı versiyonlarını dinleyebilirsiniz…
Yazının
başında ne dedik ;
Türküleri
dinlemenin zamanı çocukluk değildir…
Gençlikte
de pek dinlenmez türküler…
Türkülerin hakkıyla dinlenme zamanı yaşanmışlıkla gelir…