Geçen yıldı…
Yine böyle Mayıs’tı…
Güzel bir vesileyle bir araya geldiğimiz Mahir Ünsal Eriş’e kısa zaman önce tadını çıkara çıkara okuduğum iki kitap uzatmıştım…
Nezaketle almış , iki satır yazarak imzasını atmış ve geri vermişti…
İmzaladığı kitaplara ayrı ayrı Umur Örsan’a ve Arda Erhan’a yazmıştı… Ben
öyle rica etmiştim kendisinden, kırmamıştı…
Umur
ve Arda’ya imzaladığı kitaplar kendi yazdıklarıydı Mahir Ünsal Eriş’in…
Bu blogda artık günlük üç haneli rakamlar bandına oturan ziyarette,
okurların kahir ekseriyeti iyi biliyor ki Umur Örsan ve Arda Erhan üniversiteli ve liseli olan
evlatlarım benim…
“Bangır
bangır Ferdi Çalıyor Evde”
ve
“
Olduğu Kadar Güzeldik…”
adlarını
taşıyordu kitapları Eriş’in…
Yazdıklarında
; benim de hayatımın farklı yerinde duran o coğrafyayı ; Bandırma’yı,
Erdek’i, Susurluk’u
, Balıkesir’i
Kapıdağ
Yarımadasının müdavimlerinin çok iyi bildiği Dalyan’ı, Tanaşa’yı,
hasılı kelam taşrayı anlatıyor gibi
görünse de, aslında biz sokaktaki insanı
, elimizden kayıp giden 70’leri, 80’leri hatta 90’ları ve hayat karşısındaki hali
pür melalimizi anlatıyordu Mahir Ünsal…
Hem
de iyi anlatıyordu..
Mübalağa
yapmadan, ağdalandırmadan, karton kahramanlar yaratmadan, edebiyat parçalamadan
(!) anlatıyordu.
Sanki bir masanın etrafında oturmuşuz da, rakı kadehlerimiz önümüzdeyken, herkes bir yerlere dalıp
çıkarken , elindeki çatalla mezeleri minik minik kurcalaya kurcalaya sakin
sakin, aheste aheste anlatıyordu …
Edip Cansever’in “mendilimde kan seslerindeki” o dizeleri misali sanki bir caz müziği dinlermişiz
gibi anlatıyordu…
*
* *
Geçmiş
zamanda başka vesilelerle bir iki kez
daha üç beş kişilik ortamlarda biraraya
geldik Mahir Ünsal Eriş’le…Sigaralar çaylar
içtik…Bandırma’dan, Dalyan’dan, Ankara’dan, Gençlerbirliğinden , bir
Türk sineması delisi / detaycısı ve
arşivcisi olan dostum Murat Çelenligil’den söz ettik…
Sonra
bir gün “Ankara’dan uzaklara” düşmeyi tercih etti Mahir Ünsal…
Bizler
Ankara’dan gittiğini bir vesileyle öğrenmiştik de , İstanbul’a gitti diye yakıştırmıştık
zihnimizde …
Meğer
, hikayesini anlattığı topraklara dönmüş…
Bandırma’ya
dönmüş…
Sonra
, çok yakınlarda bir gün güzel bir haber
düştü ajanslara ;
“60.
Sait Faik Abasıyanık Hikaye Ödülü Mahir Ünsal Eriş’in”
diye…
Haberi
duyduğumda , kendisini aramadan önce şu cümleler geçti zihnimden; “yakışır”
dedim.
Mahir
Ünsal Eriş hikayeleri Sait Faik Abasıyanık Ödülleri’ne,
Sait
Faik Ödülü de Mahir Ünsal’a yakışır…
Oturdum
bu yazıyı yazdım…
Okuyun
, diye…
Mahir
Ünsal Eriş de okuyun diye…
(murat
örem / 12 mayıs 2014 / ankara…)
-yazının başındaki fotoğraf / edebiyathaber.net
-
*****
- bu da geçen yılki sait faik yazısı....-
sait faik abasıyanık ;
türk hikayeciliğinin en güneşli
hasır şapkası....
Orhan Veli Kanık yalnızlığı anlattığı güzelim
şiirinde,
“Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
nasıl korku
verir sessizlik insana;
insan nasıl
konuşur kendisiyle;
nasıl koşar
aynalara,
bir cana
hasret,
bilmezler”
demişse,
ölümünün 59. yılında kısa bir yazıyla anacağımız Türkçenin en büyük hikayecisi de şunu
demişti;
“ Nereden gelirse gelsin, dağlardan,
kuşlardan, denizlerden, insandan, hayvandan, ottan böcekten, çiçekten.
Gelsin de nereden gelirse gelsin!
Bir hişt hişt sesi gelmedi miydi fena...
Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler,
insanoğulları…”
Bu unutulmaz cümlelerin de yazarı olan Sait Faik
Abasıyanık’ın 48 yıllık hayatına sığdırdığı hikayeleri mi hayatının kendisiydi
, hayatı mı bir hikaye gibi yaşandı
ve bitti, tartışabiliriz...
Fakat , Sait Faik Abasıyanık Türkçenin büyük
kalemiydi, kelam erbabıydı, insanın, tabiatın hayatın ve hesapsız çıkarsız yaşamanın erbabıydı... cümlesini tartışmak
abestir...
Dostoyevski gibi çok
büyük bir yazar hiç yüksünmeden ve onur duyarak “ hepimiz
Nikolay Vasiliyeviç Gogol’un
paltosundan çıktık’ diyebildiyse, Türkçenin usta kalemlerinin çoğu da Sait
Faik Abasıyanık’ın hasır şapkasının gölgesinde büyümüş ve çoğalmıştır...
Sait Faik, 1906 yılının Kasım ayında Adapazarı’nda
doğar . Olaylı geçen öğrencilik yıllarından sonra ancak 22 yaşında liseden
mezun olabilir ve o zamanki adıyla Darülfünun’un, Türkoloji bölümüne girer.
İlk hikayesi olan “Uçurtmalar” Türkoloji bölümündeki
öğrencilik yıllarında
yayımlanır....Hikayeciliğinin ilk yıllarında yazdığı Robenson’dan
, son yazdıklarına kadar Sait Faik’te değişmeden kalan insan sevgisidir ki ona
;
dünyayı güzellik
kurtaracak
bir insanı sevmekle başlayacak her
şey”
dedirtmiştir ...
“ Yaşamak varken çalışmak nedir ki ? “ diye
samimiyetle soran Sait Faik Abasıyanık oğlunu zoraki tüccar yapmak isteyen
babasının ani ölümünden sonra hiçbir işte çalışmayacak yazdıklarından kazandığı
küçük paralar ve annesinin sahiplenmesiyle sürdürecektir hayatını..
Sait Faik’in Lüzumsuz Adam’da yazdıkları bugün
bile ne kadar tanıdıktır...Şunları der orada
“Kimdir bu sokakları dolduran adamlar?
Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancı insanlarla
dolu.
Sevmeyecek , sevişmeyecek olduktan sonra neden
insanlar böyle birbirlerine giren şehirler yapmışlar? Aklım ermiyor.
Birbirini küçük görmeye, boğazlaşmaya, kandırmaya mı?
Nasıl birbirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar
tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor?”
Sait Faik’in son yazdıklarında görmek isteyenler için
sanki yıllar sonra okuruyla
buluşacak Oğuz Atay imzalı hayali
kahraman Olric’in ayak sesi vardır...Neşesi kaçmış, sirozu ilerlemiş,
dünyada iyiye giden bir şeyler olmamasına içerlemiş Sait Faik’ten doğan ikinci
bir insandır sanki bu…
Gençliğinden beri düzenli bir yaşamı olmayan Sait Faik
sirozdur... Hastalığın tedavisi için Fransa‘ya gidişinde mesleği hanesini
doldurmak isteyen görevliye ‘Yazar’ cevabını veren Sait Faik’in pasaportuna şu
yazılır cahilce ve küstahça ;
İŞSİZ...
Artık , yol da , yıl da , ömür de bitmiştir ve
ülkesinde, İstanbul’da ölmek istediğini söyler Sait Faik...
11 Mayıs 1954 tarihinde de ‘sessiz geminin’ bir başka
yolcusu kalkar İstanbul’dan...
O Sait Faik
ki en bilinen hikayelerinden olan Son Kuşlar’da şunu demiştir
“...dünya değişiyor dostlarım...
Günün
birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz.
Günün
birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da
göremeyeceksiniz.
Bizim için
değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak.
Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük.
Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”
( murat örem / 7 mayıs 2013 / ankara....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder