“Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla
eğilin
Çünkü okçu, uzaklara
giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak
kalan yayı da sever...”
Bu muhteşem ifadeler kısa ömrünün uzun yıllarını Amerika Birleşik Devletleri’nde geçiren Lübnanlı şair ressam
düşünür Halil Cibran’ın “Çocuklar”
başlıklı yazısından... Çevirinin
altındaki imza da Aytunç Altındal’a ait...
Halil Cibran, çocuklarının iyiliğini düşüne söyleye, “vır vır vır” onların hayatına çok fazla müdahale etme
yanlışına düşen anne babalara da seslenir
Ermiş
isimli kitabındaki Çocuklar yazısında...
Halil Cibran’a modern
çağın son filozofu demek yanlış
olmaz. 48 yıllık ömründe ve yazdıklarında çok derin
felsefi temel vardır Halil Cibran’ın...
1880’lerin başında Lübnan’da doğan Halil Cibran’ın
yazıları onlarca dile çevrilmiştir. Ömrünün son 20 yılını Amerika Birleşik Devletleri’nde geçiren
Halil Cibran’ın resimleri de hala dünyanın birçok şehrinde
sergilenir.
Yazıları daha çok İngilizce olan Halil Cibran’ın akla gelen en ünlü kitabı Ermiş’tir...Cibran’ın
bir çok kitabı artık aramızda olmayan gizemli ve çok birikimli isim Aytunç Altındal
tarafından büyük zenginlikle çevrilmiştir ilk olarak...
Ermiş kitabı The Prophet adıyla yayınlanır. Toplam 26 şiirsel metinden oluşan kitap, El
Mustafa adındaki ermişin Orphalese şehrinden ayrılırken
yaptığı konuşmaları kapsar.
Halil Cibran Ermiş’te çocuklar,
suç ve ceza, yasalar, bilgelik, öğretme, arkadaşlık, aşk, evlilik, güzellik, din konularının yanında son olarak da ölüm temasını işler, El Mustafa’nın ağzından.
Elvis Presley , Halil Cibran’ın Ermiş kitabını yüz
binlerce dinleyicisine dağıtmıştır 1960 ve 70’lerde...
Halil Cibran sevgi
ve evlilikle ilgili olarak da şu unutulmaz cümleleri yazar kitabında...Aşağıdaki
çeviri yine Aytunç Altındal’a aittir...
‘...birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin..
bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına
vuran dalgalar gibi olsun...
birbirinizin bardağını doldurun
ama aynı bardaktan içmeyin
ekmeğinizden verin birbirinize ama ayni somundan ısırmayın...
birlikte şarkı söyleyin ;lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin...
sazın telleri de yalnızdır ama armoni
içinde aynı melodiyi seslendirir...
birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için degil!
sadece hayatın eli o kalbi saklar!
birlikte durun, ama
yapışmayın,
tapınakların sütunları
da bitişik değildir!
ve unutmayın; meşe ile
çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler...”
1931 yılının
Haziran’ındaki ölümünün ardından 83 yıl geçse de büyük bir bilgedir, feylesoftur Halil Cibran...
Ne demişti ; dünyanın ve ülkemizin antropoloji biliminin marka ismi bozkurt
güvenç hoca bir gün sana murat örem, hatırla ;
“ben yıllarca insan
değişir kültür değişmez sanmıştım...
meğer kültür değişirmiş
de insan/insanlık gerçekleri değişmezmiş...”
işte değerli okur ; insanın
, yalnızca hakiki insanda yeşermesi gereken insanlık halleri değişmediği için halil
cibranlar görüp bilmek isteyenler için dünya durdukça hep kalacak...
afracılar tafracılar ,
adamsendeciler,
nemelazımcılar
amanbanabirşeyolmasıncılar,
banadokunmayanlarbinyaşasıncılar
çokişimvarnasılokuyupdüşüneyimciler ;
.
ömürlerini tamamlayıp gidecek
ama
insanlık kalacak...
daima kalacak...
*****
-meraklısı için dereden tepeden uzun
uzun notlar ;
*bu yazıyı, güzel bir niyet ve tanımla yapılsa da meramını anlatmaktan uzak nezaketsiz bir benzetmeyle yunanistan’ın sezen aksu’su olarak lanse edilen haris
alexiou’yu defalarca dinleyerek
yazdım... dün geceden beri dinliyorum...özellikle ‘ı roza / nazaria’ isimli
şarkısında derin bir hüzün ve yaşama sevinci var ve alexiou’nun sesi birkaç
insanlık telini koparacak kadar hakiki insan sesi...gece benimle haris alexiou
şarkılarına kulak veren ve müzikte ciddi bir yetenek olma ihtimali bulunan
küçük oğlum arda bir ara şöyle bir yorumda bulundu ; “baba , yahu, bu ezgilerin
çoğu türkçe şarkılarda da var...biz hep mi yunan ezgilerini ve diğerlerini dilimize
uyarlamışız...,?” “insan ve insanlık birbirinden etkilenir oğlum, biz bir çok
yönden bir bütünün parçalarıyız..” desem de iyi bir soruydu ? can alıcı bir
soruydu...
* bu yazıyı , aynı zamanda , halil cibran’ın ilk kez 1974 yılında,
bundan tam 40 yıl önce türkçeye çevrilen
“ermiş” isimli kitabının ilk baskısını gözümün önünde bir hazineyi tutar gibi
yazdım...meraklısı için başlıklı yazının başındaki fotoğraflar da işte bu kitaba aittir. hafızam beni
yanıltmıyorsa kurucusu ve sahibi de olduğu e yayınlarından çıkardığı kitapta ve
çeviride yukarıda da değindiğim gibi çok yönlü entelektüel aytunç altındal’ın imzası vardı...
* ama esasen bu yazıyı , bundan 10 yıl önce bir aylaklık zamanımda
ayaklarım yine beni bir kitapçı dükkanına / sahafa götürdüğünde, tanışmaktan büyük onur duyduğum aydın sami
güneyçal’ı da saygı ve sevgiyle anmak için yazdım... sözünü ettiğim 1974 yılına
ait ilk baskı ermiş kitabını da
kendisinden almıştım...aydın sami güneyçal , sıradan bir kitapçı değildi.
yılların , en netameli yılların da yayıncısıydı...aydın kitap ve yayınevinin
sahibiydi...bugün hala alanında tek olan ferit devellioğlu imzalı “türkçe
osmanlıca sözlük” kitabının da ilk yayıncısıydı aydın sami güneyçal. alanındaki
tek referans kitabın/sözlüğün telif hakları hala ondaydı ,
evlatlarındaydı...edebiyat ve yayıncılık dünyasından yüzlerce şaşırtıcı anısı vardı
güneyçal’ın ölmüş gitmiş insanların
arkasından artık yazıya dökmeyi hiç de etik
bulmadığı...tunalı hilmi caddesinin o hepinizin bildiği gıllıgışlı neonlu
tarafında değil de mimar kemal lisesine giden
tarafında bir oda/ dükkanı vardı ben tanıdığımda 80’li yaşlarda olan güneyçal’ın...ilk ziyaretlerimde ben de çok daha
genç bir adamdım ama doğup yaşamadığım yıllara dair taşları yerine oturtan edebiyat ve gazetecilik
konulu sorularım şaşırtmıştı aydın sami
güneyçal’ı...önce gözleri ve beden diliyle sonra da kelimeleriyle
onurlandırmıştı hem beni hem bu birikimimi...elinde büyüteci , arkasında
lambası ve kış günlerinde içeriyi ısıtan elektrikli cihazıyla hep masasının
başında kitapların arasındaydı aydın sami güneyçal...emek emek ,ilmek ilmek
çalışıyordu kelimeler , kavramlar üzerinde o yaşında da.... dükkana giren çıkan
çok az müşteri olurdu ya da bana hep
öylesi denk gelmişti...açıkçası bu durum işime de gelirdi...daha çok ve
kesintisiz sohbet ederdik...sorardım hemen susardım ve can kulağıyla dinlemeye
başlardım...ağır ağır tane tane
konuşurken olay örgüsünde hiçbir hata kopukluk yapmazdıı... her
seferinde kapıdan içeri girdiğimde de yaşına başına bakmadan mutlaka ayağa
kalkardı ve ben mahcubiyetle , “lütfen hocam..” derdim...hep ağır konulardan
konuşmazdık...arada kadınlardan hanımlardan da şikayet ederdik tatlı tatlı.. “kadınlar gazeteleri, kitapları pek sevmez,
bir süre sonra kitapları seven kocaları da gözlerine fazlalık görünür” derdi...bu cümleyi ne çok duydum etrafımdaki
seluloz bağımlılarından...
belki de haklı olan kadınlardı, kadınlardır...
son ziyaretimde kanser nedeniyle ameliyat olacağını söylemişti bana
elindeki kalemi ve büyüteci bırakmadan aydın sami güneyçal....bıçak altına
yatacak ve her şey yolunda gidecek sonra da kitaplarının arasına dönecekti.. bu görüşmenin
ardından çok kısa bir süre sonra son kez
gördüğümde kocatepe camiinin
bahçesindeki kitap fuarında bir kitabın peşindeydi yine aydın sami güneyçal ama gözündeki fer gitmişti... “ah kanser / ah
pis yengeç” demiştim içimden ve elindeki
kitabı alarak dükkanına kadar taşımıştım...yolda giderken yakınlarındaki insanların
acımasızlığından yakınmıştı bana...onların “şurada kaç günün kaldı hala niye
kitap, niye kitaba verdiğin para..” mealindeki cümlelerinden çok incindiğini
söylemişti.... “biliyor musunuz biz hastayız, kağıt ve seluloz bağımlısıyız , belki
onlar da haklı (!), bizden daha haklı, üzmeyin kendinizi ...” demiştim usulca...herkesin
hayatın gailesine teslim olduğu günler boyunca dükkanının kapısı bir süre hiç
açılmadı aydın sami güneyçal’ın...önünden yürüyerek veya araçla geçerken zihnim
hep aynı korkularla irkiltti beni...yine de yüzleşmek , kondurmak
istemedim...sonra bir gün tunalı hilmi’deki o kitapçı dükkanı sessiz sedasız
boşaltıldı...sonra bir gün , aradan kısa zaman geçtikten sonra ‘rent a car’
tabelası göründü....aydın sami güneyçal da gitmişti....kitaplarını, büyütecini,
nezaketini, anılarını, insanlığını bırakarak gitmişti...
ya kebikeç....diyerek mi gitmişti...
gönlü kırık mı gitmişti...
uzun bir ömrü mutlu ve huzurlu
sonla finalleyerek mi gitmişti...
bilmiyorum...
bildiğim,
tanıdığım çookk insan arasında gönlümde ayrı bir yer bırakarak
gittiğidir...
bildiğim ,
bir çok yazımda sevgi ve özlemle andığım ve ikisini de birbirine çok
benzettiğim selahi dedem misali , aydın sami güneyçal’ın da ölümüne
üzüldüğümdür...
( murat örem /
20 mayıs 2014 / ankara...)
Sayın Örem,
YanıtlaSilBabama olan bu ilginiz, gönlünüzde verdiğiniz yer ve nezaketiniz için çok teşekkür ederim.
Biraz ya kebikeç, biraz gönlü kırık ama bir o kadar da arkasında onu sevenlerini bırakıp gitti..
Saygılarımla,
Ferda Ümit Güneyçal-Ar
sayın güneyçal ar;
Silyorumunuza teşekkür ediyorum...
yazı çiziyle hakkıyla uğraşan isimlerin evladı olmak, bir cam küreyi bütün bir ömür özenle taşımak kadar yorucu ve anlamlıdır...
babanızı yorumunuz vesilesiyle bir kez daha gönülden saygıyla anarken, siz ailesine de selamlarımı iletiyorum...
murat örem....