peter bitchsel ne diyordu ;
“ eğer bir gün ortada hiç kitap
kalmazsa, evimde kitaplarım var, onların hepsini bir daha okuyabilirim.
ve hepsini bir daha okuyuncaya kadar epey yaşlanırım
herhalde."
zamanında bir çok hakiki edebiyat dergisinde de yayınlanmış ve
görme engelliler için farklı dillerde seslendirilerek yurt içi ve yurt dışı
milli kütüphanelere de kazandırılmış olan
aşağıdaki hikayeyi hakkını vere vere
okuyun…
kadınların ve erkeklerin
kadın ve erkek olmaları farketmeden
önce insan olduğunu
unuttuğu bir çağda
her şeyin ucuzladığı zamanlarda
kendinize nitelikli gaileler bulun…
insan yalnızca yiyip içip üreyen bir canlı değildir…
tek bir insan bile çok kıymetlidir
ve insan “ eşrefi mahlukattır…”
bunun daha çok farkına varmak için
kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına
demeyin…
boş dedikodularla ömrünüzü heder etmeyin…
ve kardeşim ayşın’la
onun yıllardır yazdıklarıyla, çizdikleriyle
övünmelerimi de yadırgamayın…
iyi okumalar,
hakkını vererek
okuyarak , yazarak, düşünerek yaşamalar...
( murat örem / 08 mayıs 2014 / ankara…)
-fotoğraf / ayşın örem alptekinoğlu / 2010’lar / susurluk-
************
Rıfat Bey öldü...
Gri merserize hırkasını alelacele apartman kapıcısına
verdiler. Ayakkabılarını soğumuş bedeni daha evden çıkmamışken çöp bidonunun
yanına koydular. Bir gece yarısı çöpçülerin bağırışlarını duydum “Bir pençe yaptırırsam senelerce giyerim kar suyunu bile geçirmez bu botlar...”
diyordu biri, ötekine.
Sardunyalar, babasız kaldı Rıfat Bey...
Karınızın kesin talimatından korkunuzla habire kovalamak zorunda kaldığınız ve her
tarafı boklayan kuşlar da nedense konmuyor
balkonunuzun demirlerine birkaç gündür...
Aslında siz onları kovmak istemediniz, biliyorum...
Kolunuzun birini yarım açıp “Hadi gidin... Boklamayın
buraları ” derken, diğer kolunuz hiç kıpırdamazdı. Bu yüzden mi balkondayken
elinizin birini hep artık kapıcının olan gri merserize hırkanızın cebine sakladınız Rıfat Bey ?
“7
gün ” mevlüdünüz çoktan okundu
evinizde...
Belki inanmayacaksınız ; misafirden misafire kullanılan ve yıllardır insansızlık kokan büyük odayı
, altın bilezikli, tombul parmaklı , semirmiş bedenli ve iğne oyalı örtülerini başlarına yalandan örtmüş kadınlar doldurdu, sizin için. Ben onların yalancısıyım...
Değil dünyada, ahirette bile asla anlaşamayacağına
inandığınız ve geçmişte bir çok şeyi burnunuzdan getiren karınız ve kız kardeşiniz
güle
oynaya birlikte kardı fıstıklı helvanızı.
İlk kez çok iyi anlaştılar
ama siz göremediniz....
Bence çok iyi oldu
görmediğiniz...
Bu anı görseydiniz , insan denen canlı türüne, kadın
denilen o apayrı ve tanımı yapılamamış
türe olan inancınızı iyice kaybeder bir de üstüne “be mübarekler , madem aranızdan su sızmayacaktı, gareziniz bana mıydı ...?” diye sorardınız en kibar halinizle...
Balkondaki
plastik sandalyelerin üstü naylonla örtüldü .
Sahi o naylon örtüyü hangi gazeteden kaç kupona
almıştınız ?
“Pereja”
şişesindeki limon kolonyanız yarım kaldı.
Her sabah saçınıza özenle değdirdiğiniz tarağınızı
“Barbie” bebeğinin saçlarını taramak için kullanıyor artık torununuz . Tarağın
dişlerinden biri kırılırsa işe yaramaz, bunu ben de biliyorum. Muhtemelen yakında o da olacak Rıfat Bey...
Ölümünüzden iki hafta önce pantolon diktirmeye verdiğiniz
kumaşı / pantalonu bulamıyor terzi. Belki ütülerken yaktı , belki o da
bir yalanın peşinde...
Siz de en çok eşinize yalan attınız
kuşları kovalıyor gibi yaparken Rıfat Bey...Bir de haftada bir kırılan pencere camınız için çocuklara, “Bir daha kırarsanız, topunuzu tahta
saplı bir bıçakla keseceğim” dediğiniz zaman kullandınız
sözcükleri yalan atmak için.
Bunu yapmayacağınızı, yapamayacağınızı ikimiz de
biliyorduk oysa...
Hatta çocuklar da...
Yeni bir yıla girerken ne dilemiştiniz Rıfat Bey?
Gazetelerin verdiği hediye biletlerden birine son model
bir araba çıksaydı bağışlar mıydınız?
Benim insanları da arabaları da önemsemediğimi bile bile kaldırımlara park eden arabalar için
ne yapılması gerektiğini niye hep bana sordunuz ? Neden ilaç fiyatlarına gelen zamlardan hep
bana yakındınız...?
Evli
olmadığımı söylemiştim size. Ani bir ameliyat sonrası tek başıma evimin yolunu bulmaya çalışırken kan
ve ter içinde -ki ikisi de gerçekti- yüreğimin
ta içine bakıp aniden “Neden
kızım ?” diye soruverdiniz?
Başka şansım yoktu Rıfat Bey.
Olsaydı kullanırdım, bana inanın.
Ben size hep “sen” demek istedim ama diyemedim.
Üzerinde kırk nallı katırların yürüyebileceği bol köpüklü
kahveler yapmayı düşledim sizin
için. Yorgunluğunuz gözlerinizden kolayca okunurken karınız huysuzca istedi diye koca
evi badana yapmaya kalkıştığınızda, camlara damlayan boyaları temizlemek
istedim, temizleyemedim.
Mezar taşınız ısmarlandı Rıfat Bey...
Bu muhitin en iyi “ölü evi” ustasıymış mezarınızı yapacak
olan adam.
Organlarınızı vermediler siz öldükten sonra , diğer
insanları yaşatmak için. Geride kalan siz olsaydınız verirdiniz. En çok da
ellerinizi bağışlamak isterdiniz herhalde bir kuşçuya, kuşları besleyip
okşaması için.
Karınız yokluğunuza dayanamayıp evi
satışa çıkardığını söyledi. Eşyalarınızın bazılarını semirmiş bedenli ve iğne
oyalı örtülerini omzuna atan kadınlara
dağıttı. O hiç sevmediğiniz rahibe işi sehpa örtüleri de, tombul parmaklı, koca
memeli kadınlar arasında kapışıldı.
Kocaman bir kamyon evinizin önüne
gelip kalan eşyaları başka bir şehre
taşımaya hazırlanıyor şimdi. Komşularınız da dış kapının önünde elinde birer
tas su, karınızı yolcu edecekler.
Köşedeki esnaf , şimdiden karınıza bakıyor melul
melul ve “yaennngeee yapacağmız bir şey
var mı ?” diye soruyor cıvık
cıvık...
Siz yoksunuz Rıfat Bey.
Kuşlar da yok.
Size
bir de iyi haberim var Rıfat Bey.
Sardunyalarınızı talandan kurtardım ve tıpkı bir hırsız gibi
evime taşıdım kimse görmeden....
Sardunyalarınız,
rahibe işi sehpa örtüleri kadar
rağbet görmedi çok şükür!
Keşke ölmeden sardunyaların nasıl
sulanacağını öğrenseydim sizden.
Siz yaşasaydınız da, kuş bokuyla
dolsaydı balkonunuz.
Kızıyormuş gibi yapıp kuşları
kovalasaydınız.
Ben buna razıydım Rıfat Bey....
Peki siz ölüp gitmeye razı mısınız
Rıfat Bey ?
Razı mısınız?
( ayşın örem alptekinoğlu / ankara / 1998 ..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder