“ Kimse inanmaz
Benim hafif-makineliyle
öldüğüme
Veya ayrıldığıma
dünyadan
Benim de başkentte bir
odam
Şiir kitaplarım
Üniversitede adım
Ve arkadaşım vardı
Ünüm de olurdu
Yaşasaydım....”
1990’lı
yılların hemen başı olmalı...Aylardan Kasım’dır muhtemelen... Öyle Mazhar Fuat
Özkan şarkısında olduğu gibi “ gözleri
dolu dolu yapan değil de” hakkıyla
Sidikli bir İstanbul günü işte... Hava,
yağayım mı yağmayayım mı diye diye atıyor damlalarını herkesin üzerine
minik minik...
Bilenler
bilmeyenlere anlatsın o havayı....
O
İstanbul’u ....
O
yağmuru....
Dışarısı
böyle ama İstanbul Tepebaşı’ndaki fuar
yerinin içi de hakkıyla kalabalık.... Hem çok kalabalık hem çok sıcak..O
kalabalık ve sıcağın içinde yirmili yaşlarının ortasına giden gepgenç kadın,
yanında ona sevdalı kocası ve o kocanın üniversiteden bin yıllık arkadaşı,
dostu Kemal...
Hani
şu 2012 yılının sonlarında yani üç beş ay önce ani bir beyin kanamasıyla bir
başka yakanın kıyısına gidip hayatın mucizesiyle geri dönen Kemal...
Bizim
Kemal...
Dostumuz
Kemal...
“Abi,
giderayak , saniyeler içinde aklımda yalnızca iki çocuğum vardı...” diyen
Kemal...
Adamın
bin yıllık dostu Kemal , adam ve kadın.... Üçü birlikte geziyorlar fuar
alanını....Üniversite ya bitmiş ya da bitmek üzere...Öğrencilik fiilen sürmüyor
olsa da parasızlık sürüyor...Fuarda dolaşırken habire bir ceplerindeki parayı hesaplıyorlar, bir fuar alanının içini dolduran onlarca
yayınevinin binlerce kitabına bakıyorlar çoğunu alamayacaklarını bilerek ve iç
geçirerek....
Tüyap
Kitap Fuarı , 1980’li yılların ortasındaki ufunetin içinde büyük bir cesaretle bugünkü adıyla Taksim’deki
The Marmara otelinin en alt katından başlayan yolculuğuna Tepebaşındaki yerinde
sürdürmekte o zamanlar...Beylikdüzüne taşınmasına yıllar var daha Tüyap Kitap
Fuarının...
Biri
kadın üç genç birlikte gezerken kitap fuarını bir köşede Ümit Kıvanç çıkıyor
karşılarına... “Bekle Dedim Gölgeye”
isimli romanını yazmış mıydı acaba Ümit Kıvanç o zaman diye düşünüyor şimdi şu
yazıyı yazarken adam...Ama çoğu zaman yaptığı ve aklına saygı duyduğu insanları gördüğündeki
gibi Ümit Kıvanç’a da “merhaba” diyor
genç adam...Hatta “bateristlik nasıl
gidiyor ?” diye soruyor...Emekli
Albay Hulki Ertunç isimli unutulmaz şarkının da yaratıcısı Grup Mozaik’in bateristi
çünkü Ümit Kıvanç o yıllarda...Ümit Kıvanç’la ilgili belki bugün en son akla
gelecek şey Halit Kıvanç’ın oğlu olması...Ahmet Kaya’yı andığı ‘Uçurtmam
Tellere Takıldı” belgeselinin yaratıcısı bir güzel adam çünkü o.... Kalın siyah sakallarının arkasından bakarak
“iyi gidiyor” diyor Ümit Kıvanç...Belli ki acelesi var ama saygısızlığı yok,
üstten bakan bir tavrı yok...
Başka
bir yerde çok uzun bir kuyruk var...
Aziz
Nesin olmalı...
O
küçük dev adam olmalı...
Türk
edebiyatının, düşünce hayatının, hatta ahlakının ve vicdanının yüz akı Aziz Nesin olmalı...
Önceki
yıllardan biliyor genç adam Aziz Nesin’in ne kadar tatlı bir “nemrut adam” olduğunu ve uzaktan gülümsüyor ona geçmiş
yıllarda imzalattığı kitaplarını da hatırlayarak...
Fuar
alanının içinde sürekli anonslar yapılıyor “şu
salonda bu var, şurada şu var” diye...Bir başka köşede ayaküstü ya da
oturarak iki lokma atıştırıyor gelenler, çalışanlar ve yazarların bir kısmı... “Erbil Tuşalp varsa eğer bu fuarda da yine
kocaman bir kupada bıyıklarını içine batırarak neskafesini yudumluyor olmalı”
diye düşünüyor genç adam yüzüne gülümseme yayılarak....
Bir
başka köşede yaşlı denecek bir karı koca duruyor masanın arkasında kitaplarını
imzalamak için...O kalabalıktan dağdağadan eser yok onların bulunduğu yerde...Fuar
alanının en sakin köşesi sanki...Kuyruk yok önlerinde...Genç kızlar erkekler
yok...Çok eskiden beri onları tanıyan birileri ya selam verip geçiyor
yanlarından ya da iki cümle kurup gözleriyle kollarındaki saatleri arıyorlar...
Kemal,
genç adam ve genç kadın yaklaşıyorlar o masaya.. “Boğaziçi Şıngır Mıngır” diyen adam işte o karşılarındaki...Kikirikname diyen adam...Sevdim Seni Ey İnsan ...diyen
adam....Türk edebiyatı ve şiirine bir işçi arı gibi emek veren , onlarca
yaratılmış kelimeyi bulan ama yaşarken yalnızlığa terkedilmiş Salah Birsel işte
o adam...
İki
kulaç ötede hayat ve fuar coşkuyla
akarken bir masanın arkasında karısıyla birlikte boşluğa bakan adam işte
o...Salah Birsel...Uzun uzun sohbet ediyor üç genç Birsel çiftiyle....Mutsuz
mutsuzdan öte üzgün, bu kadar yok sayılmayı hak etmedim diyen bir Salah Birsel
var karşılarında...
Aradan
yıllar yıllar yıllar geçiyor...
Genç
adam yaşlanıyor... Boyu boyunu
aklı aklını geçen iki erkek çocuğuyla tarifsiz ömürler, günler, güzellikler yaşıyor orta yaşlı adam en bol sıfırlı
çeklerin, sekiz odalı evlerin, 12 çekerli araçların yaşatamayacağı mutluluk denizinde....
Aradan
yıllar geçiyor...
Genç
Kemal bir anda ölümün kıyısından dönüyor ve ikinci hayatında yine briç oynuyor
muhtemelen gözlerindeki görme kaybını çok da umursamak istemeden...
Aradan
yıllar geçiyor...
Genç
kadın yaşlanmadığını iddia ediyor adama ve adam her seferinde “mübarek olsun sonsuz gençliğin, ben iyi ki
yaşlandım yaş aldım da büyüdüm , hamdım pişmeye çalışıyorum” diyor her
zamanki tavrıyla...
Ve
kendini genç hala çok genç sanan ve aslında herkes gibi hakkıyla yaş alan yaşlanan
kadın muhtemelen “ne
çilem vardı da bu kadar ukala, her yeri her şeyi herkesi her zaman sevecek ve aynı
anda da bir o kadar eleştirecek adamla geçti ömrüm ve ben neden yine de silip
atamıyorum bu adamı “ diye
düşünüyor...
Aradan
yıllar geçiyor....
Salah
Birsel 1999 yılının 10 martında seksen yaşında ölüyor...
Aradan
yıllar geçiyor ....
Adam,
bu yazıyı yazıyor takır takır hiç durup dinlenmeden dokuz sigara üç bardak çay içerken iki saat
içinde....
Adam,
“sevdim
seni ey insan...” diyebilen Salah Birsel’i , günlük yüzlerce trafiği olan blogda bakalım kaç kişi okuyacak, on mu
yirmi mi otuz mu diyor can oğlu
Umur’un tabiriyle , dudağının kenarına
iliştirdiği it murat örem gülüşüyle....
Adam,
“ senin de boş işlerle geçti oğlum ömrün”
diyor kendi kendine, yaşıtların meslektaşların değil kışlık
evlerini yazlıklarını hatta dükkanlarını bile düzmüşken ve sen yeni bir ayrılma halinde
yine ve iyi ki ceketin ve binlerce kitabınla dımdızlak kalacaksın diye de
ekliyor....
Adam, “ Sevmekten
borçlu çıkmadın ya, hayattan o kadar
alacağın olsun hatta helali hoş olsun” diyor....
Adam,
bu yazıyı bloga koyduktan sonra hemen istatistiklere bakacağım, Salah Birsel’i
bir mucize olur da elli kişi okur mu ? diyor....
Adamın
hayatla kurduğu oyun sürüyor...
Hayatın
adam gibi adamlara sunduğu oyunları
öğrenmek için maalesef çok da akıl gerekmiyor....
( murat örem / 11 mart 2013 / ankara...)
Kelimelerle arası hep çok iyiydi Salah Birsel'in, o mu kelimeleri daha çok seviyordu kelimeler mi onu bilinmez.
YanıtlaSilTeşekkürler bu güzel yazı için. Sevgiler.
değerli alkım,
YanıtlaSilkelimelerle arası çok iyi olan bir başka isimden / senden bu teşekkürü almak hakikaten mutluluk verici...eksik olma..daima ol...kelimelerin yanında ol...sevgi selam ve merhabayla...murat örem...