Siyah
beyaz veya solgun renkli fotoğraflar...
Yıllanmış
albümlerin içinde birilerinin onlara bakmasını bekler hala sabırla, sükunetle...
Oysa
dijital kameralar çağıdır artık...
Makinelerin
, lenslerin cep telefonlarının içine girdiği zamanlardır...
Biliyorsunuz
işte sararıp kararmış solmuş fotoğraf sahiplerinin de, siyah beyaz veya
soluk karelerdeki yüzlerin de çoğu artık yok....
En
güzel giysilerin giyildiği, ayrı bir heyecanla çektirilen fotoğraflar
genellikle daha eski zamanlara ait çünkü
yakın döneme kadar fotoğraf çektirmek sıradan bir iş değil törendi...
...ve
çünkü bir fotoğraf makinesine ulaşmak , sahip olmak da enikonu statüydü....
Ellerindeki
envai çeşit kameraları cep telefonlarını
dünyanın ilk gününden itibaren var sanan yeni kuşaklara , her birine kırılacak eşya muamelesi yapılan o eski fotoğraf makinelerini ve o makinelerin içine filmlerin yerleştirildiği /
yerleştirilemediği !!! o günleri anlatmak da artık çok zor.
Deveye
hendek atlatmak kadar zor...
Polinomlu
türevli bir imtihanda hiç hata yapmamak kadar zor...
veya
misal İdare Hukuku dersleri imtihanında
olay örgüsünü kurarak meseleyi tanımlamak kadar zor...
Eski
fotoğraflarda saçlarında kocaman kelebek tokalarla en sevdiği öğretmeninin
yanına ilişmeye çalışan kız çocukları vardır sınıflarda...
Fotoğraf
karesine girmek için en yakın arkadaşını itiverenler vardır...
Herkes
aynı şeyi söylüyor;
Hayat
çok hızlı akıp gidiyormuş. Gitsin.
Hep
çocuk kalsaydık, insanlara anlatacak neyimiz olurdu ki ?
Yaşlanmaktan
ve bir süre sonra kendini aynalarda tanıyamamaktan korkan insanlar hatırlar
mısınız her evin bir de büyükannesi vardı yakın zamana dek...
Mutlaka
bazı evlerde hala varlar ama kelaynak kuşları misali sayıları hızla azalıyor,
azalacak...
Şehirler
insanlara yetmediği gibi, kocaman evlere
de sığmıyor artık iki kuşak üç kuşak aile fertleri...
Büyükler küçüklere yük mü ne
artık ?
Bizim de vardı bir büyükannemiz ,
entarisi ve başındaki yazmasının uyumuna her daim dikkat eden Osmanlı
kadınıydı...Çokça sevilen biraz da
çekinilen o eski Osmanlı ninesiydi...
Keyfi
yerindeyse, birbirinden güzel yazmalarını gösterir, oyalarındaki anlamı
anlatırdı uzun uzun etrafına . Yazmasını kulaklarının arkasına geçirip,
saçlarının bir kısmı göründüğünde de zaman sanki dururdu.
Gençken
taktığı koca koca taşlı küpeler nedeniyle yırtılmaya milim kalmış kulak memelerini görüp, biz kaçıncı kuşak
torunlar birbirimize bakardık. Yaptığı her hareket, söylediği her söz ayrı bir
telaş yaşatırdı evin içinde. “Geliiiiin”
diye başlıyorsa söze, misafirlere yapılan ikram sırasının bozulduğunu anlamak
zor değildi.
‘Gelin’ diye
seslendiği babaannemizin telaşına şahit olurduk ki laf aramızda babaanne de yetmişlerine
ayak basmak üzereydi. Görünmeyen ve söze dökülmemiş kurallar vardı büyükannenin
evinde. En son çekilmiş fotoğraflarının birindeki bakışı hala yaşıyor. Hele bir
fotoğrafta “Efendisi”nin kolunda bir duruşu var ki, sözcükler yetmez anlatmaya.
Fotoğraf
dediğimiz şey, ‘an’ın kaydedilmesi, yitip gitmiş gibi görünen zamanın
dondurulmasından başka ne ki?
Hani
şair ne diyor “Objektif ölü bir gözdür /
gördüğünü öldürür / göz yaşayan bir objektiftir / öldürmediğini görür…”
Ya
o eski fotoğrafların arkasına elle yazılan tarihlere ne demeli? Şimdilerde dijital
makineler yapıyor bu işi. Bu yüzden evlerde çocuklara edilen sitemler de azaldı
“Evladım hiç olmazsa şu fotoğrafların
arkasına tarih atıver” mealince.
Artık
fotoğraf çektirmek için saçımızı başımızı düzeltmemiz gerekmiyor. Görüntü
istediğimiz gibi olmazsa yenisini
çekiyoruz.
Ne,
“filmler
boşa harcanmaz çocuğum” uyarıları
kaldı ne de çekilen fotoğrafın nasıl çıktığını hayal ederek 36’lık, 24’lük hatta
12’lik eski filmlerin haftalarca bazen
aylarca bitmesini , büyük şehirlerde tab edilmesini, karta basılmasını beklemek merakla....
Hayat
değişiyor. Çocukluk ve çocuklar da .
Yaşlanmak
ve büyümek ayrı kavramlar. 90 yaşını yeni entarisiyle karşılayan, torunlarının çocuklarını görme mutluluğuna
erişmiş, ‘Geliiin’ diye söze
başladığında olacakları kapı aralığından izlediğimiz “büyümüş
ama pek de ihtiyarlamamış ’ bir güzel insandı büyükanne.
Büyüyün
, yaşlanın ama ihtiyarlamasın ruhunuz...
Siz
de yaşınız ne kadar artarsa o kadar sevin canlı renkleri, çocukları, gençleri,
hayatı. Siyah beyaz karelerde olmasa da dijital görüntülerde bile yıllar sonra çocuklarınızın torunlarınızın karşısına çıktığınızda cansız
bir suret olarak, üç beş kelime de olsa
söyleyecek güzel şeyleri olsun hakkımızda , hakkınızda....
Baki
kalan bu kubbede bir hoş sada bırakın arkadan gelenlere...
(
murat örem / ayşın örem alptekinoğlu / ocak 2011/ ankara..)
( fotoğraf / babaanne bedia örem / 1985 / balıkesir...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder