Hayatının bir dönemini Ankara’da
geçirip de, şehrin “kırık da olsa” hala
kalbi olan Kızılay’dan Sıhhiye ve Ulus tarafına
yürümemişlerin sayısı yok denecek
kadar azdır.
Sağlı sollu dükkanları geniş kaldırımlarıyla günün bir çok saatinde hareketli ve eğlencelidir bu güzergah. Kızılay merkezde bulunan
ve gün gün dikkat çekecek kadar yorulmaya başlayan Soysal İşhanı önünden Sıhhiye
ve Ulus’a yürürken önce Sakarya Caddesine açılan ağız karşılar sizi. Bu ağız
ve içine girecek olursanız Sakarya Caddesinin
tümü günün her saatinde kendine özgü bir
telaşın resmini verir.
Biraz daha aşağıya ilerlediğinizde
artık yerinde yeller esen Yeni Sahne’nin de bulunduğu Tuna sokağın önünden
yolunuza devam edersiniz. Bulvarın tam burasında haftanın ve günün her saatinde kalabalıkları
ağırlayan, 1980’lerin yoksunluk
zamanlarında paldır küldür
kondurulduğunda büyük sükse yapmış ama bugün hakikaten çok sakil , çok yorgun , gayri
estetik duran üstgeçidin merdivenleri çıkar karşınıza....
Tarihi Piknik ve Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti“ romanıyla
ölümsüzleşen yerlerdir buraları ....
Aşağıya doğru yürümeye devam ederseniz çoktan mazi olmuş Büyük Sinema’nın
muazzep ruhu hatırlatabilir kendini. Biraz daha ilerlediğinizde zamanında olmayan
büyük alışveriş merkezlerinin gönüllü sürgünlüğüne teşne ol(a)mamış
Ankaralıların, şaşaalı devirlerde baş tacı ettiği ve şimdilerde oksijen
çadırında yaşamaya çalışan Zafer Çarşı’sına varır yolunuz. Zafer Çarşısı
yerindedir ama boynu epeyi bükülmüştür...
Kırgındır, kızgındır, başına gelecekleri
tahmin etmenin merakındadır.
Daha aşağıda hızla akan trafiğin
arasından Sağlık Bakanlığı binasına geçtiğinizde artık bir ayağınız Abdi İpekçi
parkındadır. Bilenler bilir Abdi İpekçi 1979 yılının şubat ayının başında
öldürülmüş gazetecisidir memleketimizin...Abdi İpekçi Parkı Sıhhiye’nin o
kendine özgü keşmekeşinde kimileri için bir huzur adacığıyken, bir park çok daha bakımlı ve estetik olmalı diyenleri
de haklı çıkaracak durumdadır. Yine de parkın tam ortasındaki Metin Yurdanur’un
emekleriyle yapılan Eller isimli anıt
görmek isteyenlere çok şey anlatır otuz yıldan fazla süredir...
Abdi İpekçi Parkı’nın tümüyle içine girmeden yoluna devam edenler için
sırada bütün hareketliliği keşmekeşi ve neredeyse yirmi dört saat yaşayan
haliyle, üzerinden trenlerin, otobüslerin, dolmuşların, koşuşturan insanların da
geçtiği Sıhhiye Altgeçidi vardır. Emek verilmiş sosyoloji yazılarında insanlarıyla ve genel görünümüyle başkent
Ankara’nın en katastrofik yerlerinin başında gelir diye tanımlanan Sıhhiye Altgeçidi bu
ifadelerden ne kadar memnundur bilinmez ama hakkında keskin biçimde yapılan
sert tanımların içini doldurmaya da çok yakındır.
Barakadan hallice dükkanları, seyyar satıcıları, durakları işgal eden
gamsız ve külhani edalı taksi şoförleri, otobüs bekleyenleri, aylaklık
edenleri, işine evine yürüyenleri, duraklarda ve okul önünde dolanan Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi’nin öğrencileriyle adeta kaosun zaferini ilan etmiştir Sıhhiye Altgeçidi.
Teşbihte hata olmazsa, Sıhhiye Altgeçidi bir yanıyla da İstanbul Üniversitesinin de bulunduğu tarihi
Bayazıt Meydanının Ankara şubesidir...
Sıhhiye altgeçidinden sonra, gün
gün hızla flulaşan ilk
dönem cumhuriyet tarihi binalarının
içinden yürürsünüz adım adım. Alman
Mimar ve Şehir Plancısı Bruno Taut imzalı
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi binası, alnındaki ‘Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir... Kemal Atatürk” yazısıyla bütün azameti, haşmeti ve kalenderliğiyle
tam üç çeyrek asırdır ben burdayım ey
Ankaralılar der hala.
Özellikle baharda öğrenci eylemlerinin artmasıyla fakülte girişinin önü apayrı bir yer olur. Dönem
dönem her şey öyle bir hale gelir ki öğrencilerle polislerin dinlenme anlarında
birbirlerine çay, simit ve sigara ikram ettiklerine bile şahit olabilirsiniz...
Kızılaydan Sıhhiyeye yürüdükten sonra ben
daha hiç yorulmadım diyenlerin
karşısına fakültenin neredeyse hemen yanında diyebileceğimiz Olgunlaşma Enstitüsü çıkar...Bir dönemin
simge kurumlarından olan Olgunlaşma Enstitüsünün yanı başında duran diğer bina da elbette tarihi Ankara Radyosudur...
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi binası gibi Ankara Radyosu da üç çeyrek
asırdır ayaktadır. Rivayet odur ki, fakülte binası ve eskilerin tabiriyle
Radyoevinin arasında kadim bir dostluk ve hukuk vardır....
Cumhuriyetin ilk döneminin kardeşleridirler onlar çünkü aralarında
yalnızca bir yıl vardır.
Dil ve Tarih Coğrafya Fakülte binası 1937 yılında açılmışken tarihi
Ankara Radyoevinden yükselen ilk ses de 1938 yılının Ekim ayının sonlarıdır.
Yetmiş küsur yıldan bu yana Ankara’nın sembol yapılarından olan TRT Ankara
Radyosu da mutlaka alır selamınızı siz
önünden yürüyüp giderken , çok şeyler görmüş geçirmişliğiyle.
TRT Ankara Radyosu tarihin tanığı olmaktan öte unutulmaz aktörüdür de...Hem
de taşı toprağı, kapısından içeri girip
çıkan insanlarıyla üç çeyrek asırdır. Bu büyük ve tarihi kapıdan türkü ustaları
Aşık Veysel de, Özay Gönlüm de Atilla İçli de, yazar Sevgi Soysal da efsane spiker Jülide Gülizar da tiyatronun ustası Muhsin Ertuğrul da girmiştir.
Dönemin başbakanları cumhurbaşkanları da...
Darbe bildirileri de okunmuştur radyoevinin stüdyolarında, bayram
programları da yapılmıştır gülüş cümbüş...
Bir de türkülerin babası diye tabir edilen Muzaffer Sarısözen girmiştir Ankara
Radyosu’nun kapısından içeri defalarca şef olarak, hoca olarak, türkü dostu
olarak, yurttan sesler korosunun kurucusu olarak. Biraz dikkatli olanlar, Ankara Radyosu’nun tam karşısında yıllar önce
yapılmış Muzaffer Sarısözen heykelini de görmüştür veya hatırlar...
İşte türkülerin derleyicisi o Muzaffer Sarısözen’dir ki, 1963 yılının 4 ocak tarihinde ayrıldığında
dünyadan, geriye çok şey bırakmıştır...
Neredeyse yarım asırdır bir çok türküde yad edile edile yaşamaya devam
etmektedir Muzaffer Sarısözen, tıpkı İstanbul
gibi denizi olmasa da, hepimiz için
manidar bir tarihi olan Ankara misali...
Ve tabi ki tıpkı tarihi Ankara
Radyosu misali...
(murat örem/ekim/2011/ankara)
( fotoğraf / sami güner / ergir.com....)
başlıktaki alıntı / cemal süreya / oteller hanlar hamamlar için sürekli şiir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder