Birine, memur
kılıklı veya memur zihniyetli
diyorsanız hafiften daha ağıra giden bir üslupla onun giyim kuşamından tutun
da dünyaya baktığı yere kadar bir çok
şeyini eleştiriyorsunuz demektir...
Memur şehri tanımı
da Ankara’nın üzerine yapışıp kalmıştır yıllar içinde...Memur şehri ikilemesinde de sıradan hayatlara yönelik eleştiri
vardır daha çok...
Memur
kelimesinin içinde yer aldığı tanımlar genellikle garantici, düşünmeden ve
sorgulamadan sadece kurallarla hareket
eden, ufku dar, hayatını rutinin etrafında şekillendirenler için kullanılır...
Memur
kelimesi Arapça “emr” kökünden gelir ve
memur da “emir almış olan kimse”yi tanımlar...Biraz ironik biçimde cümleyi
devam ettirirsek, memur tanımındaki
kişiler bir süre sonra emir almadan hiç bir şey yapamama haline gelen
kişiler olduğu için bu tür tanımlamalar da
küçümsenen, dudak bükülen ifadelerle kullanılır.
Bu
durum tuhaf komik ve çelişkilidir çünkü memur kavramına
böyle olumsuz anlamlar yükleyen aynı toplum,
öte yandan da memur olmak için
büyük bir çaba harcar. “Devlet
kapısı, devlet kapısında çalışmak,
devlet garantisi, devlet babanın evladı olmak ” gibi ifadeler de yine bu
toplumun tanımlarıdır.
Aynı
toplum memurluk kapısından içeri girmiş olanları dudak bükerek etiketlemeye, küçümsemeye çalışırken kendisi ve evlatları için de memur olmanın hayallerini kurar... Çünkü garantici olmak, büyük iniş
çıkışlar yaşanmayacak hayat standartına bağlı yaşamak bir yanıyla çok da hoşa
gider bizim gibi ‘icat çıkarmayı sevmeyen
toplumlarda...”
Hoşa
gider çünkü sabit bir maaşın her ay banka hesabına yatması, hafta sonlarının
dinlenmeye kalması, işten atılma korkusu
olmadan izin kullanılması, sağlık güvencesi hatta hatta ev kiralar veya kredi alırken makbul müşteri olunması güzeldir sıradan insanlar için.
Madalyonun
diğer yüzüne gelince...
Memur
olmak bir süre sonra isteseniz de istemeseniz de hep aynı havuzun
içinde yüzmeye çalışmak gibidir. Evet havuzda boğulma ihtimaliniz denizde
yüzmeye göre çok azdır ama havuzun da boyutları sınırlıdır ve bellidir. Denizdeki
gibi ustalığınız arttıkça daha açıklara gidemezsiniz bir havuzun içinde, ne kadar büyük olursa olsun...
Ömrünüz
bir havuzun eni boyu arasında gider gelir...
Mesainin
bitmesi için akşamın beşi altısını dört gözle beklerken aslında geçen zamanın
ömürden gittiğini düşünmek istemez memurlar....
Akşam
yemeği saatiniz, arkadaşlarla ya da akrabalarla görüşme günleriniz, uyku vaktiniz bile üç aşağı beş yukarı
bellidir memur olunca. Herhangi bir gece uykusuz kalmayı göze alarak işe gitmeniz bir
an önce eve gidip uyumayı düşünerek geçireceğiniz uzunn bir gün anlamına
gelebilir.
Memurluğun
bir başka görünür görünmez tehlikesi de iş yerinizdeki duragan hatta kuşatılmış
hayatınızdır...
Kimlere
nasıl selam vereceğiniz bellidir yıllar içinde...
Araya
dargınlıklar girdiğinde kimlere sitem edeceğiniz de bellidir...
Belli
olan bir başka şey de; vakti zamanında
aranızın çok iyi olduğu bir dostunuzla yaşayacağınız gerginlik sonrasında
olacaklardır...Düne kadar dostunuz olan kişi bir anda geçmişinize de dönük biçimde
büyük suçlamalar yöneltebilir size çünkü dün ne yapıp yapmadığınıza en yakından
şahit olanlardandır o da...
Arkadaşlıkların
, dostlukların böyle de bir kaderi vardır çünkü...
Aynı
yüzler, aynı koridorlar, aynı işler, aynı ilişkiler yumağının içine girdiğiniz
andan itibaren ‘otomatik pilotta giden’ bir uçaksınızdır artık...Zihniniz de bir süre
sonra sever bu durumu...
Çünkü
insan sever en az emekle en çok sonuç almayı....
Doğasında
vardır bu durum insanın....
İyi
memur, risk almaması gerektiğini bilir
...!
İyi
memur ‘kamu’ kelimesinin kendisine yarattığı zırhı da bilir...
İyi
bir memur için kamu devlet demektir...
Devlet
de bizim kültürümüzde baba demektir...
Bugün
etrafınızdaki on kişiye -üniversitelerin kamu yönetimi öğrencileri mezunları da
dahil- ‘kamu kelimesi ne demektir’ diye sorarsanız en az sekizi kocaman
harflerle ağzını doldura doldura kamu “DEVLET”
demektir der size....
Oysa
Kamu , kelime anlamı olarak halk demektir...
Bu
yüzden bir çok memur vatandaşına halkına değil de devlete hizmet ettiğini
düşünür...
Oysa
devlet soyut bir örgütlenmedir ve hizmeti asıl bekleyen millettir....
Memurlukta
planlarınız da hiç bitmez. Öyle ki,
plan yapmak, proje yapmak işin
kendisini yapmanın önüne geçer memurlukta, bürokraside çoğunlukla....
Tatil
planı, dışarıda yemek yeme planı, komşulara oturmaya gitme planı, çocuğu kursa
götürme planı, dershaneden alma planı
ama en çok da harcama planı evde sırasını beklemektedir memurlukta.
Tabii
hayatın içinde memur olmanın dışında
vatandaş olarak bulunma ihtimali de vardır. Sayıları eskiye göre azalsa
da iş yapmamak için direnenler, evrakınızı bir türlü tam bulamayanlar, bir anda
senli benli olanlar, dairedeki arkadaşlarıyla yaptığı sohbeti böldüğünüzü düşündüğü için size öfkeyle bakan memurlar da çıkabilir
karşınıza.
Tüm
bunların yanında nezaketi ve iş bilirliğiyle of demeden çalışanların sevgiyle
boynuna atılmak istedikleriniz de çok olur. Bu gruptakiler daima az laf
çok iş dedikleri için kaytarmacı
gruptakiler boş teneke misali yine de daha çok ses çıkarır ama...
Yaptığı
işte sürekli yakınanlar genellikle
yorgunu yokuşa süren bahanecilerdir. Böyleleriyle karşılaşan vatandaşın
genellikle uyguladığı metod, işinin bir
an önce bitivermesi için karşısındaki memurun anlamsız yakınmalarını özenle dinleyip
onaylıyor görünmektir...
Vatandaş
olarak bunları yapmazsanız görevlinin önündeki
bilgisayar sisteminin gün
boyunca (!) çökme riski de belirebilir çünkü...
Ahmet
Hamdi Tanpınar , -ki Türk edebiyatı ve düşünce dünyasının yaşarken yok saydığı
büyük bir ustasıdır- Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli
muhteşem romanında söylenecek her şeyi söylemiştir....Oğuz Atay da romanlarının
bir çok yerinde devlet dairesine memurlara bürokratlara işi düşenlere hitaben
çok ironik bir dille ‘asla umut etmeyeceksin’ der tekrar
tekrar....
Aslında
beklemek, sabretmek önemlidir...
Doğarken
de, büyürken de, yaşarken de beklersiniz...
Öğle
tatilini beklersiniz, iş çıkışını beklersiniz...
Taksitlerinizin
bitmesini beklersiniz...
Belgenizin
imzadan çıkmasını beklersiniz.
Diplomayı
beklersiniz.
Aybaşını
beklersiniz...
Çocuğunuzun
sağlıkla doğmasını beklersiniz....
Erkek
evladınızın askerden gelişini beklersiniz...
Mürüvvetini
görmek için beklersiniz.
Torunlarınızı
kucağa almak için beklersiniz...
Beklemek
bitmez.
Ancak
tüm bunları yaparken -memur olun olmayın- yani deyimlerdeki anlamıyla bir memur
gibi dümdüz yaşarken siz ;
sevgiler
gelir geçer,
erikler
dallardan düşer,
güneş
ışığının şavkı söner,
hayat
ellerinizden kayıp gider....
sonra
günün birinde ;
o
geniş yapraklı güzelim çınar ağaçlarının altında yaşarken
serin
selvi ağaçlarının altına düşer yolunuz...
Paydos
zamanıdır...
Memurlar
amirler, sitemler, “ evet efendimler,
tensip buyurdunuzlar” bitmiştir...
Taksitler
bitmiştir....
O
tatlı yürek gümbürtüleri bitmiştir...
Buseler
bitmiştir...
Bir
elmayı ısırmak iki yanağından bitmiştir....
Ömür
bitmiştir çünkü...
Geniş
salonlu evlerinizde başkaları oturacaktır...
Güneş
dirileri ısıtmaya devam ederken sizi ısıtmayacaktır artık...
Geriye
-varsa- yaşananlar kalmıştır...
O
serin selvi ağaçları ki , sizden önce gidip de yıllardır altında yatanları hatırlatır hepimize
hepinize....
O
serin selvi ağaçları ki altında yatanların “
keşkelerini” fısıldarlar her rüzgar
estiğinde....
O
keşkeler ki, kimbilir hangi
pişmanlıkları saklar içinde...
Selvi
ağaçları da güzeldir elbette ama çınar ağacı hayatın simgesidir...
Hayat
da önce umuttur, inandığın yolda yürümenin adıdır...
O
yüzden demiştir eskiler “umut kalacağına
emek kalsın “ diye...
Tuttuysanız
bir ağacın dalından ,
bir
insanın elinden
bir
umudun yakasından ;
o şunu dedi bu bunu diyecek kaygısıyla bırakmayın...
Bir
elin aynı anda iki eli tutamayacağını da unutmayın....
(
murat örem / 2013...)