‘Şair sözü çokça
yalandır’ diyenlerin, Nazım Hikmet’in “İki şey var ancak ölünce unuturuz yüzünü /
bir anamızın iki şehrimizin yüzü” dizelerine verecek yanıtı, itirazı olabilir mi ?
Aradan geçen yıllar, mesafelerle
anne babalar, evlatlar, dostlar, sevgililer kaç ayrı yüzle düşüverir en
umulmadık zamanlarda belleğimize doğup büyüdüğümüz uzak şehirlerin gölgesiyle birlikte, hiç düşündünüz mü ?
Yolculuklar çoğu
zaman bir yerden bir yerlere oluyor gibi görünse de aslında gittiğimiz yol
genellikle hep aynı büyük kapıya çıkar … Çocukluk bir büyük denizin içinde
batıp çıkan sandallar gibidir…Denizden korktuğunuzda bilirsiniz ki kıyı
ordadır…Anne babanız dingin kıyıda sizi beklemektedir koruyup kollamak için …Sonra
koca adamlar, kadınlar olursunuz , aradan
yıllar geçer , bu kez kendiniz ana babalığın hakkını vermeye çalışırsınız…
En küçük
fırsatlarda özlemle yapılan memleket yolculuklarında bir keskin koku
çarpar burnunuza. Çocukluğunuzda anne babanızla, dedenizin, babaannenizin,
büyükannenizin kendine özgü havası ,
dinginliği, huzuru olan evine
gidip gelmelerinizde karşınıza çıkan kokular, bu kez saat tiktakları , mis gibi kokan
çarşaflar eşliğinde annenizin evinde
yakalar sizi durup dururken…Bazen bir çay koyarken , bazen hala sizi küçücük
çocuk sanıp portakalı dilimleyerek tabağınıza koymaya çalışırken annenizin yıllanmış
ellerinde görürsünüz akan zamanı…Babanız
da ordadır çok şükür ki. Elbette o da yaşlanmıştır ne kadar dik durmaya çalışsa
da…
O ilk gençlik delişmenliklerinizde, genellikle aptalca çocukluklarınıza hesapsızca kızdığı, tavır koyup sitem ettiği için bir
ömre bedel tartışmalar yaptığınız adam mıdır şimdi karşınızda duran? Hanginiz
değişmiştir ? Babanız mı siz mi ? Çocukluğun dehlizlerinde
yüzerken elini tutup yürüdüğünüzde kendinizi her zamankinden güvende duyduğunuz , gönlünüz olsun diye kartondan ,
tellerden oyuncaklar yaparken öfleyip pöflemeyi unutarak saatlerce sizi
oyalayan, her geçen yılla birlikte farkında olmayarak geçmişte kızdığınız bir
çok özelliğini kendinizde
gördüğünüz o adam kimdir sanki ?
Çocukların,
torunların şenlendirip, kısacık bir anda bile
dağıtmayı başardığı ana baba evlerinin duvarlarına, odalarına kalabalıklarla yansıyan neşeyi gördünüz mü siz ? Kırk küsur yıllık kocasıyla teke tek olduklarında
dizlerinin ağrısıyla , iç sıkıntılarıyla geçirdiği günleri hiç yaşamamış gibi torunları
geldiğinde çeşit çeşit yemekler, salatalar yapan, genç bir kız gibi elli sefer
yerinden kalkarak her yere seğirten annenizin yüzündeki güneşin şavkı yüzünüze
vurdu mu ?
Artık kendisi için bile
sokaklara çıkmak gözünde büyürken, torunlarının hatırı için koşturup duran kırk
yıllık babanızı dede olarak bir kenarda izlerken gönlünüzün direği sızlar mı sizin de mutlulukla?
Uzun bir aradan
sonra gittiyseniz , görürsünüz ki çocukluğunuzun geçtiği şehirdeki yüzler değişmiş, başkalaşmıştır…Bir zamanlar
size dünya gibi görünen evler, yollar, sokaklar kah yıkılmış, kah kazılmış, kah
restorasyon adı altında darmadağın edilmiştir…Elini ilk tutuşta yüreğinizin ağzına geldiği liseli kız şimdi iki çocuğuyla bin yıllık karınızdır çok şükür ama altında otururken pelitler, çam fıstıkları
topladığınız , güzel hayaller kurduğunuz çamlar, çınarlar, söğütler, ağaçlar nerededir
? Yorgun ahşap binalar, granit taşlı yollar, bekçi amcalar, kaydıraklar,
salıncaklar nerelere gitmiştir ? Çocukluk,
gençlik yıllarının arkadaşları nerededir
?
Anadolunun kendi halindeki bir ilçesiyken tahta sıralarda birlikte okuduğunuz,
bırakın cep telefonlarını sıradan ev telefonlarının bile kaf dağının arkasında
olduğu yılların Türkiye’sinde, lisenin öğrencileri olarak kazandığınız deve
dişi üniversitelere dağılsa bile telefonsuz,
habersiz her yaz kendiliğinden kardeşçe toplandığınız o güzelim park
nerededir ?
Yıllar sonra
muamma bir trafik kazasıyla gündeme gelerek ülkenin bütün karanlık ilişkilerini
tanımlamak için fütursuzca kullanılan ve bu olumsuz sıfatı üstüne yapışıp kalan o güzel ilçenin
çocukları, gençleri, üniversite öğrencileri şimdi koca koca adamlar kadınlar
olarak kimlerledir ?
Çoğunu uzaktan uzağa bilip hatırlarsınız…Kimiyle bir
selam kalmıştır geriye…Kimini hiç özlemeden yine de mutlu olduğunu duymak
istersiniz…Uzaklardan selamlar gelir bazen size de…İlkokul, ortaokul, lise yıllarındaki arkadaşlarınızın çoğu artık koca koca
adamlar , kadınlar olarak anne babalarını o uzak diyarlara göndermenin acısını
yaşamış ve varsa evlatlarına sarılarak ayakta kalmaya çalışmışlardır..
Kendisi de vakti
saati geldiğinde herkesi bırakıp giden anneannenizin siz çok küçükken söylediği söz yankılanır ruhunuzda; “Oğlum , Murat’ım, ağaç dalına yaprağına uzar, köküne değil ..Bu dünyanın kanununu unutma..Ölüme
üzül ama bizim gibi yaşını başını almışlara fazla fazla değil”. Belli
belirsiz bir gülümsemeyle anarsınız kaybettiğiniz bütün büyüklerinizi …İzlemeye
gittiği bir oyunun galasında, tam da ağaçlar gibi ayakta küt diye gidiveren yılların tiyatrocusu Büyük
Halanızın o tatlı huysuzlukları gelir aklınıza ve ondan çok yıllar önce o sessiz
gemiye binen ve ağabeyi olan dedenize orada da! naz yapıp yapmadığını merak
edersiniz…
Her ölümün erken olduğunu bilirsiniz ama yine de Koca Yunus’un “Bu
dünyada bir nesneye /yanar içim göynüm özüm / yiğit iken ölenlere / gök
ekini biçmiş gibi” dizeleri yüzlerce
yıl öteden gelip taş gibi oturur göğsünüze…
Elbette duyduğunuz
her ölüm haberi hiç kimselere sezdirmeseniz de ürpertir içinizi…Önce anne
babanızın, sonrasında da hayatınızda çok
güzel yerleri olan ilkokul öğretmenlerinizin,
sevdiklerinizin, akrabalarınızın evindeki saat tiktaklarının uzun yıllar susmamasını dileyerek bugüne şükredersiniz …Bilirsiniz ki
o sesler, o tiktaklar hayatın sesleridir…Binlerce yıl öteden seslenen bir
filozofun ‘Bu dünyaya gelen bütün
insanların ölmesi korkunç bir şey ancak daha korkuncu da olabilirdi. Ya bu
insanların hiçbiri ölmeseydi…’ cümlesindeki ironiye sığınırsınız soğuk bir yel estiğinde
yüreğinizde…
İçinde yaşadığınız
şehir, içinizde yaşayan şehir değildir…Bilirsiniz…Şairlerin şairi, Üvercinka’nın babası Cemal Süreya’nın 555 K isimli şiirinden esinlenerek ‘beşinci
ayın, beşinde saat beşte Susurluk’ta buluşalım’
anlamına gelen 555 S deseniz kimler gelebilir ki çocukluğunuzun , gençliğinizin arkadaşlarından,
sevdalarından ? Gelenler artık dümdüz edilen ve adına hala park denebilen yerde
bulamayacakları hangi yıllanmış ağacın altında elele tutuşabilir ki kardeşçe, dostça ?
Ağaçlar, evler, sokaklar, yıllarla yaşayıp yaşlanamaz mı ? Onların da
tıpkı insanlar gibi dozerlerden,
hızarlardan, baltalardan, kazmalardan azade
ihtiyarlıklarını yaşama ve sonra da sessiz sedasız dünya sahnesinden
çekilme hakları yok mudur ? Bunları
yapanlar “Yaş kesen baş keser” atasözünü bilmezler mi ? Cihan İmparatoru Fatih’in
“Ormanımdan bir dal kesenin kellesi
vurula” fermanını en azından ilkokul öğretmenlerinden duymamışlar mıdır ?
Yürüdüğünüz her
yol, her sokak tek bir yere götürür sizi bütün ömrünüz boyunca…
Sözün başında
andığımız büyük şairden ödünç alarak söylersek ; Bir ana babanızın, iki doğup
büyüdüğünüz şehrinizin yüreğine…
Bir gün bir
yolculukta dünya şiirinin en büyük
şairlerinden Konstantin Kavafis düşer aklınızın orta yerine … Bilirsiniz ki bu insani
duygu bu dizelerden daha güzel asla anlatılamayacaktır;
"bir
başka ülkeye, bir başka denize giderim," dedin,
“bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.”
…………………..
yeni bir ülke bulamazsın, başka bir şehir bulamazsın
bu şehir arkandan gelecektir.sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
“bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.”
…………………..
yeni bir ülke bulamazsın, başka bir şehir bulamazsın
bu şehir arkandan gelecektir.sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
başka
bir şey umma-
bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de” .
bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de” .
Türk Düşünce , edebiyat
ve eleştiri dünyasının en çalışkan, en namuslu ve en acılı isimlerinden Fethi
Naci’nin son kitaplarından birine ad olarak
da seçtiği, Türkçe’nin o güzelim deyişi “Bu
Dünya Bir Gölgeliktir“ cümlesi gelir aklınıza …
Ayaklarınız sizi taşırken, çocuklarınız yanıbaşınızda sağlıkla solurken,
onca yolu yürürken çoğunlukla yok yere kırıp kırıldığınız anne babanız , karınız
sağ ve sevdiklerinizin çoğu yaşıyorken şunu dersiniz inanarak orta yaşın olgunluğuyla “ Bu Dünya Bir Gölgeliktir ama Ömür Dediğin de Güzeldir ”…
Murat Örem
/ 05.02.1999 / ankara....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder