*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

13 Nisan 2017 Perşembe

çeyrek asırda, bir ankara hikayesi..."küçükesat / tunalı / sıhhiye üçgeni.." ve vişne çürüğü renkli o tarihi bina...





yarım asırlık ömrümün çeyrek asırdan fazlasını ankara’ya verdim…ankara yetmezmiş gibi, neredeyse 25  kocamaaan  yılımı da küçükesat  /  tunalı  /  sıhhiye  üçgeni yedi…ankaradaki ilk yıllarım/ız hariç   otomobilimiz hep oldu ve her seferinde ikrah ederek oturdum direksiyonun başına…kerhen kullandım o metal yığınını…bu duygumda küçükesat’ın o daracık sokaklarının da günahı olabilir…ilk yıllar çocuklar  ufaktı , annelerinin de hiç o taraklarda bezi olmayınca iş hep başa düştü…sabahın 7’sinde servislerde dakikalarca telef olmasınlar diye neredeyse 10 yıl boyunca okullarına bile otomobille götürdüm çocukları…ki ekonomik olarak astarı yüzünden kat kat pahalıya geldi hep…uykusuzluk, karda buzda kayma, okul önü telaşı da işin bonusuydu….





onlarca yıl geçti,  ankara’da  bildiğim güzergahların dışındaki yolları hiç mi hiç merak etmedim …hala da etmem...çünkü  bana kalırsa ankara zaten yeterince soğuk ve mat bir yerdir…hem kaprisli hem de hünersiz bir kadın gibidir...direksiyon başındayken de şehir daha bir  kaprisli görünmüştür hep bana…bugün de hiç sevmem otomobil kullanmayı, eğer şehirlerarası yolların ferahlığı yoksa…çok daha genç bir adamken ben, bir umudum , yıllar geçince evlatlarım umur örsan ve arda  erhan’daydı ama onlar benden de gönülsüz çıktılar….



bir dönem çok yakınlarımda olanların hepsine ve özellikle birine  göre de ben zaten garip bir adamdım çoğunluğun tercihleriyle hiç uyumum zaten yoktu da ,  çocuklarım da bana benzemişlerdi bir çok konuda…erkek çocuğu dediğin babasının arabasını bırak kullanmayı evin önünden kaçırır !!! seninkiler anahtarı kullanmaları için vereceksin diye korkuyla bakıyor gözlerine derdi o en yakınımdaki birisi hep bana…ben de eh armut dibine düşüyor işte!!! diye geçiştirirdim…anneleri de yıllarca benzer cümleler kurduğu için şerbetliydim böyle  hitaplara...




allah var, o birisi çok iyi bilirdi yolları, otomobil kullanmayı, şehrin içindeki saklı gizli park yerlerini,  araba yıkanan ucuz benzinlikleri...

zamanı birlikte ısırdığımız dönemlerde, pazar yerlerinde çift sarılı yumurta satılan yerleri falan da eni konu bilir ben bilmiyorum diye bana da söylenirdi de...

ben o zaman da bilmezdim....hala da bilmem...hiç de umrumda olmaz...geçen gördüm uzaktan,  bir tezgahın önünde, bu kez yumurtanın ÜÇÇ sarılısını, sütün manda kaymaklısını  arıyordu...

arar... 
bulur da ha...:)))






otomobil kullanma/ma işimde hal böyle olunca çoluk çocukla ayrı, sevdiklerimle ayrı, kendi başıma apayrı biçimde,  binlerce kere yürümeyi yeğledim sokaklarında ankara’nın da  yıllar boyunca… küçükesat / tunalı / sıhhiye üçgeninin  içine giren, kenarından geçen sokaklar caddeler bölgeler de,  25 yıldan fazladır  en doğal ve en birincil parkurum güzergahım  oldu,   deli deli veya sakin sakin yürüyüşlerimde…






artık çok  daha az gidiyorum tunalıya….kızılaya hele neredeyse hiç… 
çünkü ne tunalı eski tunalı , ne de ben eski murat örem’im:)  


evim de artık tunalıdan çoook uzakta….en azından bir yürüyüş mesafesinde değil…tunalıyla aramızdaki çeyrek asırlık netameli, med cezirli  aşk da zamana yenildi…elhak bu da doğru….fakat anılarımda hala çok yer tutuyor tunalı…anılar öyle işte…siz yaşıyorsunuz, eskittim sanıyorsunuz ama aynı anılar  varisli bir damar gibi pırtlayıveriyor hayatın bir yerinden…







aslına bakarsak , özellikle son 10 yıldır,  bulunduğum her yerden her şeyden ve herkesten bunalmış  sıkılmış bir adamdım ben…ömrü tekdüzelikten kaçmakla geçmiş bir adam olarak,  kendi kriterlerimde çok iyi direndim, çok iyi ya sabır çektim…diye düşünüyorum..küçükesat’ı yaşanacak yer olarak zaten hiçbir zaman benimsemedim….sevmedim demiyorum benimsemedim diyorum… küçükesat şehrin içinde sosyal şartları çok  daha iyi ama çok yorgun  bir ev sahibi  gibi göründü hep bana…o kadardı hepsi o kadardı…zaten popülasyonu da yaşlanıyordu…taa çeyrek asır önceden belliydi aslında bugünleri esatın…daha dün otomobilimle geçerken o esat caddesinden içimi  yine bir hüzün bastı…sen buraya mı verdin ömrünün en toy en genç en umutlu yıllarını murat örem dedim…şair nazım’ı bir kez daha andım…memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak diye soran o büyük mısraların şairi nazımı…







ama eş durumundan,  yıllar  boyunca sesimi de çıkarmadım küçükesatta kiralayıp alıp sattığımız beş parmağın sayısındaki eve…orada yaşamaya....oysa çoktan kaçıp gitmek isterdim oradan….hatta ankaradan…etrafımdakiler, kendimi bildim bileli,  herhangi bir tartışmada,  çok sıkıştıklarında bana her seferinde sen her dediğini mutlaka yaptırırsın murat, çok baskın bir karaktersin  deseler de,  bugün geriye dönüp baktığımda,  zamanında  çok sevdiklerinin her dediklerini mutlaka ama mutlaka yapan,  biraz fazla vicdanlı,  biraz da fazla enayi:) bir murat örem silueti görüyorum… 




biliyorum ki bunları bugün söylemenin bir faydası yok…amacım kendimle etrafımla bir hesaplaşma da değil belki dertleşme ve en çok da kendimle…o kadar….ne der şairlerin hası edip cansever; insan yaşadığı yere benzer…belki ben de yıllar içinde yaşadığım yere benzedim…o yerin suyuna havasına toprağına benzedim…bütün bunlar olup biterken elbette anılar da  biriktirdim…






bugün bile ne zaman tunalıda yürüsem, yanımda biri olsa da , olmasa da ,  mutlaka bir an gelir,  o günleri hatırlarım kare kare…. diş hekimi ve hakkıyla müzik insanı olan o  güler yüzlü kadınla yaptığım söyleşiyi, muayenehanesinin bulunduğu  vişne çürüğü o güzelim tarihi binayı ve saçları sakalları simsiyah olan o  genç adamı hatırlarım...ben o genç adamı hep hatırlarım da, bakalım o genç adam beni bilip hatırlamak ister mi :))







neredeyse 2000’lerin başına hatta ilk yıllarına kadar durdu o güzelim bina…esat dörtyoldan tunalıya kuğuluparka giderken önce “kennedy” caddesi keser yolunuzu yokuşun tepesinde…sonrasında sağdaki büyük bir otel…işte eskiden tunalıdan aşağıya inerken sağda, bugünkü otelin tam olduğu yerde, çok güzel çok estetik üç katlı vişne çürüğü boyalı bir tarihi bina vardı...sonat bağcan orada diş hekimliği yapardı...ilk albümünü çıkardığında  söyleşip kayıtlar almıştık benim saçım sakalım simsiyahken...kahveler içmiştik gözümüz saatte...ikimizin de işi ve bekleyenleri vardı...






milenyuma girmemiştik daha !!!

umur küçücüktü...
arda yaşında bile değildi...




sonra bir gün o binayı çatır çatır yıkıp otel yaptılar...
vişne çürüğü falan kimsenin umrunda değildi... 
sonra ilk evladım umur eşşek kadar genç adam oldu...sonra arda da öyle oldu:))) sonra benim önce saçlarım sonra sakalllarım griye  ve griden de beyaza döner oldu...sonra sonat bağcan'ı oralarda hiç görmez oldum....






sonra o tunalıda yine hep yürüdüm birilerinin ellerini tuta tuta... 
kah sımsıkı...kah sarhoş bacağıyla teyellenmiş halde…
kimi zaman da yalnız başıma...sonra bir sabah bir albüm ve bir şarkı geldi aklıma...sonat bağcanın "üzümler sarardı" albümü hala güzeldir aradan geçen neredeyse 20 yıla rağmen... 



albümde de yer alan şağıdaki şarkı , bir yunan ezgisinden uyarlamadır..."iki elim yakanda olacak unutma beni mahşere kadar..." dediğine bakmayın...öyle kahırlı bir arabesk değil bu şarkı... eski bir yarayı çok ama çok eski bir yarayı usul usul kanatan şarkı..



o kadar...
yalnızca o kadar...
hikayenin özü bu...


anıların da özü bu....
eski yaraları tatlı tatlı kanatmasında belki...


hayatın özüne gelince; onu da sonra konuşalım...
ama siz şu aşağıdaki şarkıyı mutlaka keyifle dinleyin !!!

(   murat örem / 13 nisan 2017  / ankara....) 


 

2 yorum:

  1. Ankara'yı sevmiyordum. Sayende de sevilecek birşeyi olmadığını iyice anladım. Teşekkür ederim dostum. 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ah namıkçım :)))
      hadiseyi idrak etti kardeşin de...
      ömür de geldi geçti....

      çok sevgi selam...

      murat...

      Sil