yarım asırlık ömrümün çeyrek
asırdan fazlasını ankara’ya verdim…ankara yetmezmiş gibi, neredeyse 25 kocamaaan yılımı da küçükesat / tunalı
/ sıhhiye üçgeni yedi…ankaradaki
ilk yıllarım/ız hariç otomobilimiz hep oldu
ve her seferinde ikrah ederek oturdum direksiyonun başına…kerhen kullandım o
metal yığınını…bu duygumda küçükesat’ın o daracık sokaklarının da günahı
olabilir…ilk yıllar çocuklar ufaktı ,
annelerinin de hiç o taraklarda bezi olmayınca iş hep başa düştü…sabahın
7’sinde servislerde dakikalarca telef olmasınlar diye neredeyse 10 yıl boyunca
okullarına bile otomobille götürdüm çocukları…ki ekonomik olarak astarı
yüzünden kat kat pahalıya geldi hep…uykusuzluk, karda buzda kayma, okul önü
telaşı da işin bonusuydu….
onlarca yıl geçti, ankara’da bildiğim güzergahların dışındaki yolları hiç mi hiç merak etmedim …hala da etmem...çünkü bana
kalırsa ankara zaten yeterince soğuk ve mat bir yerdir…hem kaprisli hem de hünersiz bir kadın gibidir...direksiyon başındayken de
şehir daha bir kaprisli görünmüştür hep
bana…bugün de hiç sevmem otomobil kullanmayı, eğer şehirlerarası yolların
ferahlığı yoksa…çok daha genç bir adamken ben, bir umudum , yıllar geçince evlatlarım umur örsan ve arda erhan’daydı ama onlar benden de gönülsüz
çıktılar….
bir dönem çok yakınlarımda olanların hepsine ve özellikle birine göre de ben zaten garip bir adamdım çoğunluğun tercihleriyle hiç uyumum zaten yoktu da , çocuklarım da bana benzemişlerdi bir çok konuda…erkek çocuğu dediğin babasının arabasını bırak kullanmayı evin önünden kaçırır !!! seninkiler anahtarı kullanmaları için vereceksin diye korkuyla bakıyor gözlerine derdi o en yakınımdaki birisi hep bana…ben de eh armut dibine düşüyor işte!!! diye geçiştirirdim…anneleri de yıllarca benzer cümleler kurduğu için şerbetliydim böyle hitaplara...
allah var, o birisi çok iyi bilirdi yolları, otomobil kullanmayı, şehrin içindeki saklı gizli park yerlerini, araba yıkanan ucuz benzinlikleri...
zamanı birlikte ısırdığımız dönemlerde, pazar yerlerinde çift sarılı yumurta satılan yerleri falan da eni konu bilir ben bilmiyorum diye bana da söylenirdi de...
ben o zaman da bilmezdim....hala da bilmem...hiç de umrumda olmaz...geçen gördüm uzaktan, bir tezgahın önünde, bu kez yumurtanın ÜÇÇ sarılısını, sütün manda kaymaklısını arıyordu...
arar...
bulur da ha...:)))
bir dönem çok yakınlarımda olanların hepsine ve özellikle birine göre de ben zaten garip bir adamdım çoğunluğun tercihleriyle hiç uyumum zaten yoktu da , çocuklarım da bana benzemişlerdi bir çok konuda…erkek çocuğu dediğin babasının arabasını bırak kullanmayı evin önünden kaçırır !!! seninkiler anahtarı kullanmaları için vereceksin diye korkuyla bakıyor gözlerine derdi o en yakınımdaki birisi hep bana…ben de eh armut dibine düşüyor işte!!! diye geçiştirirdim…anneleri de yıllarca benzer cümleler kurduğu için şerbetliydim böyle hitaplara...
allah var, o birisi çok iyi bilirdi yolları, otomobil kullanmayı, şehrin içindeki saklı gizli park yerlerini, araba yıkanan ucuz benzinlikleri...
zamanı birlikte ısırdığımız dönemlerde, pazar yerlerinde çift sarılı yumurta satılan yerleri falan da eni konu bilir ben bilmiyorum diye bana da söylenirdi de...
ben o zaman da bilmezdim....hala da bilmem...hiç de umrumda olmaz...geçen gördüm uzaktan, bir tezgahın önünde, bu kez yumurtanın ÜÇÇ sarılısını, sütün manda kaymaklısını arıyordu...
arar...
bulur da ha...:)))
otomobil kullanma/ma işimde hal böyle olunca çoluk çocukla
ayrı, sevdiklerimle ayrı, kendi başıma apayrı biçimde, binlerce kere yürümeyi yeğledim sokaklarında
ankara’nın da yıllar boyunca… küçükesat
/ tunalı / sıhhiye
üçgeninin içine giren, kenarından geçen
sokaklar caddeler bölgeler de, 25
yıldan fazladır en doğal ve en birincil parkurum güzergahım oldu, deli deli veya sakin sakin yürüyüşlerimde…
artık çok daha az gidiyorum tunalıya….kızılaya hele
neredeyse hiç…
çünkü ne tunalı eski tunalı , ne de ben eski murat örem’im:)
evim
de artık tunalıdan çoook uzakta….en azından bir yürüyüş mesafesinde değil…tunalıyla
aramızdaki çeyrek asırlık netameli, med cezirli
aşk da zamana yenildi…elhak bu da doğru….fakat anılarımda hala çok yer
tutuyor tunalı…anılar öyle işte…siz yaşıyorsunuz, eskittim sanıyorsunuz ama aynı anılar varisli
bir damar gibi pırtlayıveriyor hayatın bir yerinden…
aslına bakarsak , özellikle son 10
yıldır, bulunduğum her yerden her şeyden
ve herkesten bunalmış sıkılmış bir
adamdım ben…ömrü tekdüzelikten kaçmakla geçmiş bir adam olarak, kendi kriterlerimde çok iyi direndim, çok iyi
ya sabır çektim…diye düşünüyorum..küçükesat’ı yaşanacak yer olarak zaten hiçbir zaman benimsemedim….sevmedim demiyorum
benimsemedim diyorum… küçükesat şehrin içinde sosyal şartları çok daha iyi ama çok yorgun bir ev sahibi gibi göründü hep bana…o kadardı hepsi o
kadardı…zaten popülasyonu da yaşlanıyordu…taa çeyrek asır önceden belliydi
aslında bugünleri esatın…daha dün otomobilimle geçerken o esat caddesinden içimi yine bir hüzün bastı…sen buraya mı verdin
ömrünün en toy en genç en umutlu yıllarını murat örem dedim…şair nazım’ı bir
kez daha andım…memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak diye soran o
büyük mısraların şairi nazımı…
ama eş durumundan, yıllar
boyunca sesimi de çıkarmadım küçükesatta kiralayıp alıp sattığımız beş
parmağın sayısındaki eve…orada yaşamaya....oysa çoktan kaçıp gitmek isterdim oradan….hatta ankaradan…etrafımdakiler,
kendimi bildim bileli, herhangi bir
tartışmada, çok sıkıştıklarında bana her
seferinde sen her dediğini mutlaka yaptırırsın murat, çok baskın bir
karaktersin deseler de, bugün geriye dönüp baktığımda, zamanında çok sevdiklerinin her dediklerini mutlaka ama
mutlaka yapan, biraz fazla vicdanlı, biraz da fazla enayi:) bir murat örem silueti
görüyorum…
biliyorum ki bunları bugün söylemenin bir faydası yok…amacım kendimle
etrafımla bir hesaplaşma da değil belki dertleşme ve en çok da kendimle…o kadar….ne der şairlerin hası edip
cansever; insan yaşadığı yere benzer…belki ben de yıllar içinde yaşadığım yere
benzedim…o yerin suyuna havasına toprağına benzedim…bütün bunlar olup biterken
elbette anılar da biriktirdim…
bugün bile ne zaman tunalıda
yürüsem, yanımda biri olsa da , olmasa da ,
mutlaka bir an gelir, o günleri
hatırlarım kare kare…. diş hekimi ve hakkıyla müzik insanı olan o güler yüzlü kadınla yaptığım söyleşiyi,
muayenehanesinin bulunduğu vişne çürüğü
o güzelim tarihi binayı ve saçları sakalları simsiyah olan o genç adamı hatırlarım...ben o genç adamı hep hatırlarım da, bakalım o genç adam beni bilip hatırlamak ister mi :))
neredeyse 2000’lerin başına hatta
ilk yıllarına kadar durdu o güzelim bina…esat dörtyoldan tunalıya kuğuluparka giderken
önce “kennedy” caddesi keser yolunuzu yokuşun tepesinde…sonrasında sağdaki büyük
bir otel…işte eskiden tunalıdan aşağıya inerken sağda, bugünkü otelin tam
olduğu yerde, çok güzel çok estetik üç katlı vişne çürüğü boyalı bir tarihi bina
vardı...sonat bağcan orada diş hekimliği yapardı...ilk albümünü çıkardığında söyleşip kayıtlar almıştık benim saçım sakalım simsiyahken...kahveler
içmiştik gözümüz saatte...ikimizin de işi ve bekleyenleri vardı...
milenyuma girmemiştik daha !!!
umur küçücüktü...
arda yaşında
bile değildi...
sonra bir gün o binayı çatır çatır yıkıp otel
yaptılar...
vişne çürüğü falan kimsenin umrunda değildi...
sonra ilk evladım umur eşşek kadar genç adam oldu...sonra arda da öyle oldu:))) sonra benim önce saçlarım sonra sakalllarım griye ve griden de beyaza döner oldu...sonra sonat bağcan'ı oralarda hiç görmez oldum....
vişne çürüğü falan kimsenin umrunda değildi...
sonra ilk evladım umur eşşek kadar genç adam oldu...sonra arda da öyle oldu:))) sonra benim önce saçlarım sonra sakalllarım griye ve griden de beyaza döner oldu...sonra sonat bağcan'ı oralarda hiç görmez oldum....
sonra o tunalıda yine hep yürüdüm
birilerinin ellerini tuta tuta...
kah sımsıkı...kah sarhoş bacağıyla teyellenmiş halde…
kimi zaman da yalnız başıma...sonra bir sabah bir albüm ve bir şarkı geldi aklıma...sonat bağcanın "üzümler sarardı" albümü hala güzeldir aradan geçen neredeyse 20 yıla rağmen...
kah sımsıkı...kah sarhoş bacağıyla teyellenmiş halde…
kimi zaman da yalnız başıma...sonra bir sabah bir albüm ve bir şarkı geldi aklıma...sonat bağcanın "üzümler sarardı" albümü hala güzeldir aradan geçen neredeyse 20 yıla rağmen...
albümde de yer alan şağıdaki şarkı , bir yunan ezgisinden uyarlamadır..."iki
elim yakanda olacak unutma beni mahşere kadar..." dediğine bakmayın...öyle
kahırlı bir arabesk değil bu şarkı... eski bir yarayı çok ama çok eski bir yarayı usul usul kanatan şarkı..
o
kadar...
yalnızca o kadar...
hikayenin özü bu...
anıların da özü bu....
eski yaraları tatlı tatlı kanatmasında belki...
hayatın özüne gelince; onu da sonra konuşalım...
ama siz şu aşağıdaki şarkıyı mutlaka keyifle dinleyin !!!
( murat örem / 13 nisan 2017 / ankara....)
Ankara'yı sevmiyordum. Sayende de sevilecek birşeyi olmadığını iyice anladım. Teşekkür ederim dostum. 😊
YanıtlaSilah namıkçım :)))
Silhadiseyi idrak etti kardeşin de...
ömür de geldi geçti....
çok sevgi selam...
murat...