ne kadar çok olmuş tunalının kalabalığına karışmayalı…
kuğuluparkın
duldasından yürümeyeli…
madoların, cevizlerin,
d&r’ların önünden geçmeyeli….
kitap kokuları
arasında sade kahveyi yanyana
höpürdetmeyeli…
çıktık bugün yayan
yapıldak yollara, güneşli bir kasımda…
gönlümdeki son yükten
de kurtulmak için yanımdaydı arda erhan…
gün bitmeye hazırlanıyordu…
kışkırtıcı bir kasım
vardı havada, güneşi bile kasım kasım kasılıyordu…
birden aklıma geldi gazeteci ömer
tarkan….
ne çok karşılaşmıştık onunla tunalıda, kuğuluda, esatta…
yanımda sarıdamarlı
varsa, diplomat gibi reveransla
selamlardı onu da…
nezaket, takısı değil özüydü ömer tarkanın…
ne kibar adamdı….
ne donanımlı adamdı…
ne zarif adamdı…
ne adam gibi adamdı ömer tarkan…
kaç yayın yükünü
sırtladık onunla yıllar içinde….
‘hafta biterken’ di
programın adı…
2000’lerin en başıydı….
ömer tarkan neredeyse
benim şimdiki yaşımdaydı…
ben 35’inde bile
olmayan bir genç adam…
iki evladım, iki haneli yaşlara bile uzaktı…
mavi gözleri cam gibi
boncuk boncuktu ömer tarkanın…
sırtında bir teenage
çantayla gelirdi son dakikada…
o çantanın içinde de
mutlaka kementli kovboy sigarası…
ama light’ından…
yayın sonralarında mutlaka
birer çayla içerdik tütünümüzü…
tütün yasakları
başlamamıştı daha…
yoksa kurallarla
didişmek değildi işimiz…
o anlarda anlatmıştı kestirmeden hayat hikayesini…
basın yayın enformasyon
genel müdürlüğü yılları…
cumhurbaşkanlığı
danışmanlığı zamanları…
bir an gelmiş hepsini
elinin tersiyle itmişti…
hayatıyla rus ruleti
oynayan şövalyelerdendi ömer tarkan…
puşkinin şiirlerinden, çehovun
oyunlarından fırlamış bir yanı vardı…
düellosu da, bu müptezel hayatlaydı…
tenezzül etseydi piramitin
tepelerinde yıllarca durabilirdi….
hem de çok genç
yaşından itibaren…
oysa o gazeteci olmayı
seçmişti….
gazeteci kalmayı
seçmişti…
kendi sesine sahip
çıkmayı seçmişti hiçbir ideolojiye yaslanmadan…
diplomasiler
diplomatlıklar danışmanlıklar kenarda kalsın
demişti…
ölümünden çok kısa süre
önce yine tunalıda karşılaşmıştık onunla…
aylardan mayıstı ama
dondurucu bir soğuk vardı havada…
tunalının tam
ortasındaki cafede çay içiyorduk sarıdamarlıyla…
bizim karı koca aramızda da vardı
karayel poyraz taaa 90'lardan…
çocuklar bir büyüsün
diyordum…
çocuklar bir büyüsün…
kırmadan dökmeden
hele çocuklar bir büyüsün….
ömer tarkan
yanımızdan geçerken ayağa kalktım bir çay ikramı için…
her zamanki
kibarlığıyla ben yürüyeyim, rahatsız etmeyeyim dedi…
peki
dedim gençliğin toyluğuyla…
şimdi olsa tutar
kolundan oturturdum…
son kez gördüm ömer
tarkanı 2005 mayısında…
sırtında çantası…omuzları
biraz çökük…
yürüdü gitti..yürüdü
gitti…
tunalının
kaldırımlarından kuğulu parka doğru…
o yürüyüp gittikten
sonra biz de belki iki kelam ettik etmedik…
havada ağır bir mayıs
rüzgarı vardı…
aradan iki ay geçti ki
bir gazetede kibrit kutusu kadar haber oldu
“ gazeteci ömer tarkan
kalp krizi sonucu 52 yaşında öldü…” diye…
yurt dışında yaşayan
kızının telefonları çalmış çalmıştı…
saatler saatler boyu...açan olmamıştı...
kırılarak açılan kapının yanında bulmuşlardı ömer tarkanı...
arkasından gazeteci
arkadaşı zülfikar doğan muhteşemhüzünlü bir yazı yazdı…
çok yıllar önce zülfikar
doğan da yaşamıştı bir başka ölüm acısını…
şimdi bu yazıyı
yazarken enikonu aradım zülfikar doğanın yazısını ama…
kara kayıplara
karışmıştı internet denizinde o güzelim
yazı…
bugün o zamanları hatırladım ardayla yürürken…
ömer tarkanın
düşük omzuyla yürüdüğü kaldırımları adımlarken…
bir kasım akşamında genç
kızlar geçiyordu saçları dağıla dağıla…
genç erkekler yürüyordu
sakallarıyla dünyaya kafa tutan…
kimbilir onları neler
bekliyordu…
“yürek enfartktı kanser
falan mı…”
yoksa daha güzel günler
mi…
( murat örem / 27 kasım
2016 / ankara …)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder