gecenin bir vakti...
aylardan mayıs mı, haziran başı mı...
onlardan biri işte...
sarıdamarlının
son hediyesi olarak elimde kalan
ve çoktan "asarı atika" olan telefon
sehpanın üzerinde kıvranıyor...
nesnelerle bağ kurmayı çok sevdiğim
ve yeni bir telefonun dilini çözmek
gözümde büyüdüğü için ;
hala vazgeçilmezim olan eski telefonum
sehpanın üzerinde kıvranıyor...
nesnelerle bağ kurmayı çok sevdiğim
ve yeni bir telefonun dilini çözmek
gözümde büyüdüğü için ;
hala vazgeçilmezim olan eski telefonum
kıvranmak bir yana
habire tıkırdıyor...
habire tıkırdıyor...
habire tıkırdıyor...
habire tıkırdıyor...
hatta çın çın çınnnlıyor...
çınlıyor çünkü telefonun mesaj tonunu
herkesten farklı biçimde davranıp
lok lok lok su sesinden hemen çıkarmış
çoktan temple bell yapmışım...
annem müjgan hocanımın tabiriyle
ters akan çayıyım :) ya ben !!!
-hikayenin devamı aşağıda ama bir parantez açayım hemen-
aslında hiç sevmedim telefonla koyun koyunalığı...
ama bir dönem görevimin de gereği
yapıştı ellerime neredeyse 2 yıl boyunca...
yapıştı ellerime neredeyse 2 yıl boyunca...
sonra daha sakin zamanlara geçtim...
o yoğun günlerde, telefonumun her tıkırtısında
yanımdaki çokamaçokgüzelyüz
hemen ve enikonu biçimde kinayeyle bakardı...
ben de refleks olarak
önce telefona, sonra hemen ona bakardım
suçluların telaşıyla....
oysa ikimiz de bilirdik
bu yoğun telefon trafiğinin
o dönemde yalnızca iş odaklı olduğunu...
ben de refleks olarak
önce telefona, sonra hemen ona bakardım
suçluların telaşıyla....
oysa ikimiz de bilirdik
bu yoğun telefon trafiğinin
o dönemde yalnızca iş odaklı olduğunu...
telefon susmadıkça, elimden düşmedikçe
özellikle akşam vakitlerinde dinlenir
iki lokmayı karşılıklı ağız tadıyla bölüşürken
çokamaçokgüzelyüzün tahammül eşiği vardı...
onu aştığımız vakit sıkıntısını kibarca dile getirirdi....
çünkü kibarlık
"çokamaçokgüzelyüzün..."
takısı değil, hakikaten özüydü....
ben öyle değilimdir mesela...
kızdığımda bunaldığımda o kadar kibar "helva" demem...
cart diye kitabın ortasından konuşur , "halva" derim...
işin kötüsü de:) bu halimden çok da memnun olmuşumdur...
bu tarafımla freudyen teze yakınımdır yani...
hani der ya freud mealen onlarca yıl önceden
" bazı kibar insanlar,
özellikle de hanımlar
argo konuşmayı
büyük kabalık olarak görüyorlar....
oysa bilseler ki ,
bazı durumlarda
argo konuşmak
ve hatta küfür etmek
bir çok cinayeti önlemiştir !!!
bunu bilselerdi....
fikirleri kesin olarak değişirdi..."
böyle demiş işte freud...
şunu da iyi biliyorum ki ;
çokamaçokgüzelyüz
yanyana yürüdüğümüz yıllar boyuncaonca hendeği aşarken
ayağımız taşa bile değdiğinde
özellikle bir çok konuda kendince çok esnedi...
hep esnedi...
laf aramızda
o esnedikçe ben de yeni bir eşiğe çıkardım
şımarıklık ve ona ya sabır çektirmenin ilmini :)
çokamaçokgüzelyüz
işte o hengameli zamanlarda
bazı çın çın seslerini de duymazdan gelirdi...
oysa ikimiz de bilirdik her şeyi ama her şeyi duyduğunu...
ve çok zeki bütün kadınlar gibi
olan ve olacakları zihninde kayıt altına alırdı....
yeri ve zamanı geldiğinde
süngüsü düşmüş murat öreme
çat diye iki cümle kurmak için....
daha gergin anlarda da
direkt karaciğere :) çalışmak için...
eh , Allah var,
benim de karşı tarafı
hem çok dinlendiren
hem de çok yoran
bir yanım hep oldu...
altay dostumun kulakları çınlasın;
e birader , dokuz kusurlu hareketin
hepsini yapmışın sen :) der yine,
fırsatını bulsa ağır abi, ağır abi haliyle...
gözü kör olsun bu ikizlerin !!!
-kapa parantez :) hikayeye devam-
her neyse işte,
nispeten sakin gecelerimden birinde
çın çın çın çın deyince telefon....
en sonunda kalktım baktım...
durmuyordu çın çın çın yağmuru...
namık demirkan seni gruba ekledi dedikten sonra
habire yeni numaralar düşüyordü telefona....
zihnim alelacele çağrıştırdı bir şeyler...
çok yıllar önce tunç dostum sözetmişti
böyle olası bir mail zincirinden...
namık dostumun o zamanki emeklerinden de...
akim kalmıştı galiba....
hayat böyledir...
yeri ve zamanı gelmeden hiçbir şey olmaz....
yaprak bile kıpırdamaz zamanı gelmeden... eh çağ değişince bu kanaldan
yeniden atılmıştı bu adım demek ki....
diye düşündü zihnim saniyeler içinde.....
mutlu oldum...yüzüme bir gülümseme geldi oturdu...
yağmur gibi yağan numaralar arasından
o kadar azdı ki bağımın sürdüğü...
bir süre çoğunuz gibi ben de zorlandım
numaralarla isimleri eşleştirirken...
sonrasında daha bir oturdu isimler numaralar..
biliyorum, biliyorsunuz
derslere düzenli girip çıkan bir öğrenci pek olmadım...
ama olan bitene bigane de hiç kalmadım...
kantin sohbetlerine asla uzak durmadım...
o kalabalığın içinden iki elin parmağı olan dostlarla
çok şeyi çok şeyi paylaştım dönem dönem...
bugün bile her hocamızı
hala tane tane satır satır anlatabilirim...
yazıp anlattıklarım da vardır...
fakat yine de şimdiki aklım olsa
bir ahmet güner sayarı
dakika sektirmeden her dersinde dinlemek isterim...
bakır çağlara, burhan şenatalara,nazif kuyucukluya
ilter turana tayfun akgünere sulhi dönmezere...
daha uzun ve daha kıymet bilen cümleler kurmak isterim
hem de bazılarının hatta çoğunun çoktan öldüğünü bile bile...
ilhan akına cumhur fermana
ve özellikle vakur versana
siz başkasınız hocam demek isterim...
ve ahmet güner sayar hocaya
ags'ye:) uzun uzun tane tane
max weberin protestan ahlakı bu muydu yani hocam
diye hınzırca ama büyük saygıyla
cümleler kurmak isterim...
düşünüyorum da
bir kaç istisna dışında
o çok güçlü eğitim kadrosunun
neredeyse tümü
benim şu yaşımdan
sizin şu yaşınızdan çok daha gençti....
aradan o kadar zaman geçmiş yani ;
dip boyalarının bile kapatamayacağı !!!!
iyi ki de geçmiş...
iyi ki de yaşamışız onca yılı...
iyi ki çoluğa çocuğa karışmışız...
gelinler damatlar hatta torunlar bile girmiş sıraya...
onca badire atlatmış çoğumuz, hepimiz....
onca ölümler görmüşüz
kah zamanlı kah zamansız
ellerimizle yaradana teslim ettiğimiz...
onca bebekler kucaklamış aynı eller...
onca yüz öpmüşüz "berhudar ol evladım" diye diye...
kimimiz onca yıl içinde hep aynı eli tutmuş...
kimimizin eli havada kalmış...
kimimiz şımarklıktan meraktan uzanmış bir başka ellere....
ama öyle ama böyle gelmişiz bu günlere...
bilir misiniz ;
cem karacanın kurduğu gruplardan birinin adı
"edirdahan" dır....
ve edirneden taaaa ardahana demektir....
edirneden ardahana
bu toprakların çocukları,
ne yaşarsak yaşayalım
nasıl düşünürsek düşünelim
ortak varlıklarımız için
onlarca yıldan sonra
yine biraraya gelmişiz...
bunun adı mucizedir...
bunun adı istanbul siyasal mucizesidir...
bunun adı anadolu mucizesidir...
bunun adı türkiye mucizesidir....
her mucizenin ardında büyük emekler vardır...
iyi niyet vardır...
bu mucizenin arkasındaki isimler de belli...
hepinizin okurluğunda
bir kez daha teşekkür etmek isterim
Namık Demirkan dostumuza.....
bu bağ kurulmasaydı
ben nereden bulacaktım yıllardan sonra
bir çok eski yeni dostu...
pür iyilik olan Nazan Kardeşimi nerden tanıyacaktım...
Osman dostumu, Çağatay kardeşimi nerede bulacaktım....
bir Ahmet Hocamı ve Dostumu, bir Mehmet Olcarı
neredeeen bilecektim....
Abdullah Yaylı dostumu bir daha ne zaman selamlayacaktım...
İbrahim Türkiş gibi bir pırlanta adamla ne vakit oturacaktım....
Nurşenle nasıl kartal gol gol gol diyecektim dostça...
Erol Dilaver deyince yılllar önceki nazik ziyareti kalacaktı bir tek.
Zeliha deyince, o zamanlar memlekette bıraktığım sarıdamarlıyla ilgili en sevdalı halimi ve anlattıklarımı sakin sakin sabırla arkadaşça dinleyen, önerilerde bulunan enbirincidost anıları kalacaktı sisler arkasında...
her bir ismi yazarken yeni bir isim gelip dikiliyor karşıma...
kimi yazsam bir eksik kalacak...
Güneş, Funda, Nejla, Tunç, Özlem, Fikret, Suna, Oya, Serap,
Yüksel, Koray , Güliz, Alkan diye uzar gider bu liste....
dostluğunuz daim olsun kardeşlerim...
kardeşliğiniz daim olsun dostlarım...nice güzelliklerde...
çoğaltmak için...
nice acılarda ...
azaltmak için...
ortak değerlerimizin çatısı altında...
vatanımızın üstünde...
insanlığımızın daima yanında...
biraradayız...
az şey mi...
öyle çok şey ki...
öyle çok şey ki....
( murat örem / 10 kasım 2016 / ankara...)
Eh ne diyeyim. Rahmetli Bülent Ecevit benim yerime yazmış zaten. Birlikte öğrendik seninle
YanıtlaSilavcumuzda yüreği çarpan
kuşa sevgiyi
elele duyduk kumsalda denizin
milyon yılda yonttuğu
taşa sevgiyi
tırtılları tanıdık seninle baharda
tırtılken daha sevmeyi öğrendik
sevgiden üreyen kelebeği
toprağı evimiz gibi sevdik seninle
birlikte sevdik kuru toprakta
ev küren köstebeği
köstebeğinden toprağına taşına
tırtılından kelebeğine kuşuna
elele sevdik bu dünyayı
acısıyla sevinciyle sevdik
yazıyla kışıyla sevdik
köy-köy ülke-ülke
gökler gibi sardı dünyayı
yağmur gibi sızdı dünyaya
dünya kadar oldu sevgimiz
elele büyütüp elele derdik
elele derip insana verdik
verdikçe çoğalan sevgimizi
namık dostum;
YanıtlaSildaha ne diyeceksin...
daha ne diyebilirim...
dünya siyasetinin gördüğü
en incelikli
en entelektüel
en hümanist
politikacı şairin
bu muhteşem dizeleri karşısında
"iptida" deyip
"saygı" deyip
ceketimizi iliklemekten gayrı....
sevgiler selamlar dostum...
murat....