bin yıl olmuş….
yine uzun bir yaz…
yine denizli
/
acıpayamdayız….
biz torunlar
dede ocağındayız….
annem ve teyzem baba ocağında…
damatlar;
babam ve eniştem de orada…
onlar için de hep baba
ocağı oldu o ev…
bir çok yaz mevsimindeki
gibi yine denizli / acıpayamdayız……
o kocaman köşk kılıklı
güzel evde bir aradayız…
takvim
80’lerin başını gösteriyor….
ama evin direği
dedem “behzat aga” yok artık…
1979
yılı 23 nisanından beri “bessat usta…” yok…
fakat ata ocağı tütüyor…
anneannem var hala…
kaya gibi duruşuyla…
bembeyaz saçlarıyla…
cebindeki cigarasıyla…
dayılarım var…
kimi evli kimi bekar…
teyzem eniştem var…
teyze oğullarım var…
anne babam kardeşim var…
ben varım…
bir de her vesileyle konuk olan kasabalılar var…
köşk kılıklı evde herkese yetecek oda da var…
yatak da var…yer
de var…
yirmi
kişinin aynı anda merhabayla oturup ,
bugünümüzü aratma ya rabbim / elinize sağlık
cümleleriyle
tok kalktığı halil ibrahim sofraları var…
acıpayamda , kocaman koskocaman bir de teras var…
büyük bahçede onlarca meyva ağacı var…
dut, vişne, iğde, erik, elma , armut …dallarından
dökülüyor….
bahçede , dedem bessat aganın bizler için yaptırdığı
havuz bile var…
hem de taaa 1970’lerden kalma…..
aynı evde muhabbet var…
sohbet var…büyük var, küçük var…
tavla var…gazeteler var…
siyaset var…kitaplar var…
satranç takımları var…
bunların hepsi eksiksiz var
ama
kolay kazanılmış varlıktan değil ,
görenekten var…
akşamları bir
de televizyon var…
renklenmiş bir de arsızca o televizyon 80’lerde…
ve o televizyonda hüsnü kuruntu ailesi de
var…
ekranın karşısında, evdeki seyirciler
akşamları boy boy…
ben
yokum aralarında televizyon seyircilerinin…
sevmiyorum
öyle bir cama alık alık bakmayı…
çocuk
irisi halimle bile itici geliyor bana televizyon…
ama televizyondaki gazanfer özcanı / gönül ülküyü seviyorum…ayrı…
çok yıllar sonra olacak onların evlerinde ağırlanmam…
gönül ülkünün elinden alengirli çaylar içmem…
babam hiç yok o televizyon
seyircilerinin arasında…
bahçede o, hep terasta,
özellikle geceleri, eğer tv’de maç yoksa…
hep sıcaktan yakınan
bir adam olarak bağrını yaylasına çevirmiş acıpayamın…
dallardan elma koparıp
kütür kütür yiyor sıcak yaz akşamlarında
babam…
gazetesini okuyor….dayılarımı
dinliyor eniştemle birlikte…
önündeki fıstıklardan
yiyor, soğuk birasını içiyor alkole teslim olmadan…
yıllar sonra ben de öyle oluyorum...
babam gibi...
babam gibi...
ben de evdeki terasa asılmış çingen düğünü misali gıyneşmiş sokak ampulleri
altında kitap okuyorum alık alık televizyon izlemek yerine…bir de yıllar sonra iki çocuğumun annesi olacak sarıdamarlıgeline taaa o zamanlardan uzuunnn mektuplar falan
yazıyorum liseli halimdeki ergen sivilcelerimle…
çok sonraya denk gelecek, benim sarıdamarlıdan haklı haksız bıkmalarım usanmalarım huysuzluklarım söylenmelerim…onun da zamanı gelince artık canına
tak demeleri…küsmeleri...gözüm de özüm de kurudu murat cümleleri...
daha o zamanlara da çoook var…
istanbul /bandırma feribotu/1987....
hasılı kelam ben daha
liseliyim….
televizyon karşısındaki
seyirciler arasında büyük halam varsa dizi falan pek izlenemiyor zaten…büyük halam,
aslında annemin halası…bessat dedemin de kız kardeşi….acıpayamlılar
behzat
dedeme bessat abey derlerdi…biz de severdik bu bessat
dede halini…büyük halam aynı zamanda türk tiyatrosunun ilk aktrislerinden…
1917 doğumlu büyük
halam…1913 doğumlu bessat dedem…
büyük halamın adı
; “ nezahat tanyeri…”
böyle deyince pek bilmezsiniz de; hani bir çok filmde kemal sunalın, şener şenin, ayşen grudanın, fatma girikin,
nevra serezlinin huysuz annesi /
kaynanası dersem, “ aaaa büyük halan o muuu??? deyiverir bir çoğunuz…
büyük halam nezahat
tanyeri ; behzat butakların,
vasfi rıza zobuların arkadaşı…muhsin ertuğrulla birlikte ülkeye tiyatroyu getiren avni dilligilin ilk
eşi, büyük halam…aliye rona da görümcesi…çünkü
aliye rona avni dilligilin kız kardeşi…hani türk filmlerinin unutulmaz
karakteri aliye rona…ömrünün son yıllarında
adı huzurevi olan bir kötülük binasında ölmeden ölen aliye rona…
nedret güvençlerin,
gazanfer özcanların, haldun dormenlerin falan otoriter ablası büyük halam…kaşını kaldırması
yetiyor…ferhan
şensoyların, dinçer çekmezlerin, genco erkalların, zeliha berksoyların falan da
enikonu
hocası / annesi…büyük
halamın tek oğlu erhan dilligil
de aktör…istanbuldaki üniversite yıllarımda aramızdaki onca yaş farkına rağmen
kah abi kardeş, kah baba oğul olduğumuz erhan dayım…annemle kardeş çocukları işte…benim
de dayım…dayılarımdan bile daha dayım.. erhan dilligil dayım....
üniversite yıllarımın en güzel insanı
erhan dilligil / 1934-1991
arda’nın ikinci adını verdiğim erhan dayım…
soyadı babadan geldiği
için dilligil…
bizim dilligil ailesiyle hiçbir akrabalık bağımız yok…
ve büyük halam
nezahat tanyeri, oğlu erhan dilligille
birlikte suna pekuysalın kocası ergün köknarı da emzirdiği için 1930’ların sonunda onun da hakikaten süt
annesi….
işte sinema ve
tiyatroda herkesi tanıyıp bir de neredeyse
herkesin hocası olunca büyük halam nezahat
tanyeriyle o yıllarda televizyon izlemek eziyet….!!!! çünkü hiç kimseyi
ama hiç kimseyi beğenmiyor…beğeniyor ama mutlaka şu da şöyle olmalı diyor…öfleyip
pöflüyor…böyle mi öğrettik diyor kendi kendine bik bik bik diye……
biz de, özellikle de ben,
enikonu dalına basıyoruz…
film daha da şenleniyor…!!!!
büyük halamın hayatının
bir çok tarafı da ayrı bir garipgüzel…
daha 10 yaşında olgunlaşma mektebinde /denizlide
sahneye çıkıyor ve sahneden inerken bir büyük ismin yanına götürüyorlar büyük
halam nezahat tanyerini….annesi safiye hanım mektebin hocalarından…babası
ethem efendi, ertuğrul gemisinin baş çarkçıbaşılarından…çarkçıbaşı deyince
aklınıza sıradan bir iş gelmesin…geminin
komuta heyeti işte…bütün bu isimler tabii ki annemin babasının yani benim
de dedemin anne babası elbette…
işte denizlide karşısına çıktığı o isim 10
yaşındaki halama mavi mavi derin derin
bakıyor bakıyor…sonra da tane tane üstüne basa basa ;
sen bu sanatı tiyatroyu çok mu seviyorsun diye soruyor ?
evet paşam diyor halam sesi titreyerek….
seni bu sanatın zirvesinde görmek istiyorum diyor paşa…
emredersiniz paşam diyor kız çocuğu olan büyük halam….
sonra bir ipek mendilini hediye ediyor paşa…
10 yaşındaki kız
çocuğu titreyerek iniyor sahneden….
Atatürkle,
Mustafa Kemalimizle tanışması
işte böyle oluyor Nezahat
Tanyeri Halamın…
bugün az önce ajanslara
düşünce haber "gönül ülkü özcan öldü" diye; anılar da belleğimdeki
yuvalarından vira bismillah eyliyorlar işte…tarazlı sesli ve çok güzel elli
gönül ülkünün çay sunarken hali geliyor gözümün önüne erhan dayımla evlerindeki ziyaretimizde…o
ziyarette gazanfer özcanın bana
dönüp, sen ne okuyorsun delikanlı sorusuna
verdiğim efendim ben bu
aralar haldun taner brecht ve biraz da immanuel kant okuyorum, aziz nesini hep okuyorum cevabıma bakıp hayy maaşallah deyişi geliyor aklıma….
anılar böyledir işte…
ne laf dinler ne söz…
külhanidir anılar….
öyle süt şişesi gibi durmaz dolaptaki yerinde…
cepteki bozuk paraya
da benzemez…
daha çok arabanın
içindeki çakmak gibidir…
zamanı geldi mi de “ güm
diye” patlar anılar…
bu geceyarısı patlayan
anılarımın içinden anneannem geliyor…
ismail özkök eniştem
geliyor…
erhan dilligil
dayım geliyor…
serin yaz akşamları
geliyor acıpayamın…
kıbrıs çıkarmasındaki
askerlerimizi / mücahitleri, elinde kehribar tespihle izlerken hüngür hüngür katıla katıla ağlayan güzel sakallı bessat dedem geliyor…
acıpayamda pek izlemediğim ama sevdiğim
hüsnü kuruntu ailesi
dizisi geliyor…
istanbul siyasallı,
çok aşık bir öğrenci olarak, komşu fakültedeki o kara eşek gözlü güzelim kız çocuğuyla istanbulun altını üstünü hallaç pamuğu gibi
attığımız, tiyatrolarını mesken
tuttuğumuz, baklavacılarında şekerpare yiyip sigara içtiğimiz, sahaflarında tozlu kitaplara bulandığımız 1980’li yılların ikinci yarısı geliyor….
istanbul feriköy öğrenci yurdu/ 1987
hiç
aklımdan çıkmayan
hiç
aklımdan çıkmadığı için de
çok
da sevdiğim ölüm geliyor…
hayat
kadar güzel ölüm geliyor…
ölüm
kadar güzel hayat geliyor….
ne diyordu hocaların
hocası behçet necatigil;
“ adı, soyadı
açılır parantez
doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl,
bitti
kapanır, parantez.
o şimdi kitaplarda bir isim, bir
soyadı
bir parantez içinde doğum, ölüm
yılları.
ya sayfa altında, ya da az ilerde
eserleri, ne zaman basıldıkları
kısa, uzun bir liste.
kitap adları
can çekişen kuşlar gibi elinizde.
parantezin içindeki çizgi
ne varsa orda
ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
ne varsa orda.
o şimdi kitaplarda
bir çizgilik yerde hapis,
hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,
öldürebilirsiniz…..”
hayat paranteziniz güzel olsun
kıymetli okurlar…
( murat örem / 03 kasım 2016 / ankara….)
türk tiyatrosunun bütün ölmüşlerine...ölmemişlerine !!!
ilhan irem / sanatçılara benzer göklerdeki yıldızlar
Niye sanatla içiçe olduğunu yeni yeni anladım. Böyle bir aileden gelmek ne kadar güzel. Bunu layıkıyla taşıyabilmek her babayiğidin harcı değil.
YanıtlaSilAllah Gönül Ülkü' ye gani gani rahmet eylesin. Yıllarca bizim ailemizin bir ferdiydi. Bizdendi. 😢
bir kuşak gazetecisiyle, yazarıyla, politikacısıyla, sanatçısıyla sahneden çekiliyor namıkcım...
YanıtlaSilkalitede de kantitide de , dilerim gelenler gidenleri aratmaz....
sevgilerim, selamlarımla....
murat....