arda’yla
konuşuyoruz arabanın içinde....
gecenin
bir vakti, konuşuyoruz…
ehliyet
almasına sayılı zaman kaldığı için arda’nın
trafiğe kapalı alanlarda yavaş yavaş direksiyonuna da geçtiği ve pekbisevdiği italyan
aygırı alfa’nın içinde ne çok
yollar devirdik biz arda’yla…
ne
çok konuştuk…
ne
çok dağ bayır aştık…
batı
karadenizin belki de en güzel , en aydınlık
ilçesi olan ve büyük yazar ,
namuslu aydın rıfat ılgaz’ın da doğup
büyüdüğü cide’den yola çıkıp,
hakkıyla yılankavi ve bakımsız yollarda gözümüzü aynı anda yoldan ,
denizden ve uçurumlardan(!!!) da
ayırmadan abana’ya da gittik arda’yla…
abana’dan
ılgaz dağlarına da…ankara’dan amasra’lara, ayvalık'lara da…bir gece vakti , yağmur
ve sis gözümüze gözümüze girerken bir metre bile önümüzü görmeden susurluk'lara
da gittik…
-arda’yla son iki yıldır ne çok konuşup yol yapıyoruz
yahu…
ve ben hala ne çok
seviyorum arda’yla didişe didişe
konuşmayı…
onun tek cümlelik
öğreten, sarsan, kendine getiren aforizmalarını…
ve ne çok seviyor arda kalabalıklarda pata küte çakmayı
bana…-
arda’yla
konuşuyoruz gecenin bir vakti…
eve
dönüyoruz arabanın içinde…
-gaza her hafifçe
dokunduğumda sağı solu inletiyor italyan
aygırı…ama bahar dalına
sorarsanız , bu arabanın amortisörlerinde de bir sertlik, bir accayiiplik var..dır…baktırmak
lazımdır…!!! zaten erkek adam kırmızı arabalara da mesafeli olmalıdır…dır dır
dır dır…-
arda’yla
birlikte , sesi de gülen, kendi de gülen,
ismi de gülen bir teyzeyi götürmüşüz evine…şehrin bir ucundan
öbür ucuna çeyrek saatte gitmişiz…gülen
teyze, selis bir türkçeyle bazı harfleri de gönlünce uzata uzata ama
kendisine çok da yakışan akide
şekeri tadında anlatmış biz dinlemişiz…biz anlatmışız o cevaplar
vermiş…
sözün
bir yerinde gülen teyze kitabın ortasından konuşarak
“bunca yıl nasıl geçip gitti hiç anlamadım...
sanki
o başka şehirlerde
o
başka evlerde hiç yaşamamış
bu
yetmiş yıla giden ömrü
hiç
ama hiç solumamış gibiyim…”
demiş…
o,
bu cümleyi kurarken, çok uzun zamandır ,
elli yaşın kapısındaki halimle, tam da benzer duygular içinde olduğum geçmiş
aklımdan…
fırsat
bulduğum anlarda defalarca bakmaktan hem büyük bir haz aldığım hem de
yaşanmışlıkların dehlizlerinde kaybolup hüzünlendiğim yüzlerce fotoğrafta bu
küçücük çocuklarının elinden tutan gepgenç adam ben miyim….sorularım
gelmiş aklıma…
kardeşinin
üniversite mezuniyetinde, cebinde üç kuruş para varken bir trene paldır küldür
atlayıp günü birlik eski bir şehre gidip hemen geri dönen “şu kapkara saçlı ve "taptaze işsiz"
genç adam kim…?” diye eski fotoğraflara baktığım gelmiş aklıma, yirmi küsur sene önceki halimle karşılaşırken…
o
trene binerken, büyük oğlu/m umur örsan’a annesi sekiz buçuk
aylık hamileydi ve bir gün önce onlarca kişiyle birlikte radyo anki’den atılma
kağıdını imzalamıştım…tebellüğ etmiştim...çünkü belediye başkanlığı seçimlerini artık başka bir
parti kazanmıştı…bu işler dün de böyleydi…!!!
ve
onlarca kişiyle aynı anda işten atıldığımı "tebellüğ ettiğimi" daha hiç kimselere söylememişim…
kardeşinin
okul birinciliğiyle bitirdiği üniversite mezuniyet töreninde, lacivert bir ceket, mavi bir gömlek, üç beş yıl önceki nikahından kalan kravat ve
tabi ki kot pantolon varmış genç adamın üzerinde…
ve
okul birincisi kardeşi , kız kardeşi, kan kardeşi , can kardeşi yıllar boyunca tatlı tatlı ne çok dalga geçmiş abisinin lacivert damatlık ceketi, mavi keten gömleği , kot
pantolonu ve kravatıyla “abi , vallahi kamil koç şoförleri
gibisin/gibiydin…” diye diye…
bu
benzetmeye, hep gülüp geçmişler…
eskiden
ne çok şeye gülüp geçerlerdi karşılıklı…
işte
, sesiyle de gülen teyze , geçip giden ömründen söz ettiğinde bir gece vakti
arabanın içinde, saniyeler içinde bunlar
geçmiş adamın aklından…
gülen
teyzeyi bıraktıklarında eve dönüş yolunda arda’ya sorular sormuş yine babası…
olan
bitene dair…
yaşananlara
dair…
olacaklara
dair…
insanlara
dair…
hayata
dair…
arda’yla
babası , bir gepgenç adamın geçmişteki tavrından konuşmuşlar karşılıklı…“onun
bu söylediklerini inan ben duymadım...”
demiş arda…
“ben
duydum…bir iki soru sordum…cevabını dinledim…açıkçası sığ analizlerinden korktum, kalabalıklara
benzemesinden korktum ” demiş babası arda’ya…
sonra
yine sormuş arda’ya babası “sen duysaydın onun bu söylediklerini, cevap verir miydin benim gibi…işin doğrusunu anlatmaya
çalışır mıydın …”
kitabın
ortasından konuşmuş arda…
“ben
anlatmazdım baba…
cevap
da vermezdim…
ciddiye
de hiç almazdım…
çünkü
bunun ötesine geçemez…
hem
istemez…
hem
de istese de ancak burada kalır….
ötesine
geçemez…
herkes
seninle yetişmedi…
herkes
gerçek sorularla acıtan cevaplarla yetişmedi…
hamaset,
her zaman kalabalıklarda alıcı bulur
yarı
eğitimlilerde , yarım porsiyon şehirlilerde
daha
çok alıcı bulur”
demiş
arda…
bütün
ömrü boyunca salak bir iyimserlik ve kör bir inatla bildiğini tekrar tekrar etrafına anlatmaya vakfeden babanın
birden ayakları suya değmiş…
kırk
küsur yıldır etrafına ayın karanlık yüzünü göstermeye çalışırken aslında
kalabalıkların ayın aydınlık yüzüne bile yalnızca göz ucuyla baktığını düşünmüş…
aklaşan
saçları gelmiş aklına…gözaltları torbalanmış yüzüne bakmış italyan aygırının
aynasında…
“haklısın oğlum…” demiş baba, oğlu arda’ya…
sen
haklısın da…
bu
durum
benim
de haksız olduğum
anlamına
mı gelir…
hala
şüphelerim var…
demiş içinden baba oğluna…
arabadan
inmişler…
bahçesinde
ıhlamur ağaçları, erguvan kokuları olan yolun içinden eve geçerken derin bir
nefes almış adam….asansörün boy
aynasında boyu boyunu geçen oğluna bakmış…
“yarın belki yağmur yağar…
demiş…!!!
yarın olduğunda ,
gerçekten de "yağmur" yağmış...!
yarın olduğunda ,
gerçekten de "yağmur" yağmış...!
(
murat örem / 25 nisan 2016 / ankara…)
-fotoğraf / kardeşinin mezuniyetine yetişen
“kamil koç şoförü kostümlü ağabey”…
ve okul birincisi kardeş …
1994/eskişehir-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder