11
yıl olmuş…
melih
kibar öleli…
7
nisan 2005’te öldüğünde
54
yaşındaymış o
efsane eurovision müziği
çobanyıldızı’nın
da efendisi…
vakitsiz
ölümün
herkes
için
hepimiz
için
sıradanlaştığı
bir çağda ,
54
yaşındaki ölüm
kime
kimlere göre
ne
kadar erken
ne
kadar geç sayılır
bilinmez…
dostum
abim düş hekimi yalçın ergir’e sorarsanız
insanların
hayatı ikiye ayrılır…
brüt yaşam ve net yaşam…
brüt
yaşam , ömrünüzdeki yıllardır…
o
yılların aritmetik toplamıdır…
ama
net yaşam ,
o ömrün içine neleri sığdırdığınızdır…
o ömrün içine neleri sığdırdığınızdır…
melih
kibar, brüt yaşamdan muhtemelen alacaklıdır…
çünkü
bugünün koşullarında 54 yaş neredeyse orta yaşın içindedir…
ama
aynı melih
kibar, net yaşamından da muhtemelen razı gitmiştir…
çünkü
54 yıllık hayatın içine müziğe
dair her şeyi sığdırmıştır…
müziğin
dışında da insana dair güzellikleri sığdırmıştır melih kibar…
insana
dair güzellikler denince de
elbette
önce çiğdem
talu’yla birlikte
aşk
ve sevgiyle ürettikleri gelir akla…
1990’lı
yılların başında, bir canlı yayında ve ben o zamanlar daha yirmili yaşların
ortasına bile yeni gelir iken, başından geçen tüyler ürpertici hikayesini
anlatmıştı melih kibar , bana ve dinleyicilere…
sanıyorum
1994 yılıydı ve melih kibar’ı yayına, kulakları çınlasın gamze öğredici bağlamıştı…programı
hazırlayan oydu…her cuma gecesi iki saatlik bir program yapardık ve sevgili gamze her hafta aynı
şarkıyla açmamızı isterdi programı; kalbim ege’de kaldı…
ben o zamanlar bugünkünün aksine mikrofonun başında daha çok olan yayıncıydım…işin doğrusu gamze o kadar huzur veren bir yapımcı ve arkadaştı ki mikrofonun başında olmaktan büyük bir haz alıyordum…gamze de her fırsatta sesimin etkileyiciliğine , entelektüel gücüme vurgu yapıyor ve hakkıyla kıymet veriyordu emeklerime…
yayıncılıkta bu da çok önemlidir…
eğer
mikrofonun / kameranın arkasındaysanız karşıdaki ismin donanımı kapasitesine göre
ya eliniz yüreğinizde yaparsınız bütün yayınları tetikte olarak ya da büyük
uyumun rahatlığıyla geçer zaman…gamze’yle aylar boyunca yaptığımız
programlarda müzik dünyasındaki onlarca “şöhret
ama kıymetli” isimle karşı karşıya röportaj yapmanın mutluluğunu yaşamış
bir isimdim ben daha o yaşlarda…
o sakin ısrarcılığıyla ne yapar eder, özel radyo
yayıncılığı tarihinin kıymetli parantezi
radyo
anki’nin stüdyolarına getirirdi konuklarını gamze…tanju okan’ı, leman
sam’ı, barış manço’su, bülent ortaçgil’i dahildi bu isimlere…
bu
işlerde eğer işin özünü kavradıysanız zaten para mara akla gelmez…
yayıncılık, gazetecilik özü itibariyle çok da akıllı insan
işi değildir…
hakikaten
aşk işidir yayıncılık…
yayıncıların da iyi aşıklar kötü aşıklar misali elli çeşidi vardır ve
çeyrek yüzyılı aşan yayıncılık hayatımda itiraf etmeliyim ki görüp yaşadığım kötü yayıncılar
çok daha ağır basar, tıpkı kötü aşıklar gibi…
kötü yayıncı olmak için kötü insan
olmanız gerekmez…
donanımınız yoksa, öğrenmekten haz almıyorsanız,
zekanızı zorlamıyorsanız, kimliğinizi kaybederek uyum derdindeyseniz
kötü yayıncı olmak için çaba harcamanıza gerek yoktur zaten !!!
donanımınız yoksa, öğrenmekten haz almıyorsanız,
zekanızı zorlamıyorsanız, kimliğinizi kaybederek uyum derdindeyseniz
kötü yayıncı olmak için çaba harcamanıza gerek yoktur zaten !!!
işte
bir akşam vakti telefona bağlanan melih kibar , kısa bir süre sonra yine erol evgin’in sesinde unutulmazlar arasına
girecek olan içimdeki fırtına şarkısının hikayesini ilk kez anlatıyorum diye
diye bizlerle paylaştığında sevgili gamze’yle ürpererek birbirimize
bakmıştık…
inanılmaz şeyler anlatıyordu çünkü melih kibar…
bu anısını daha sonra defalarca televizyonlarda da anlattı melih kibar…
ilk kez bizimle paylaştığı yaşanmış
hikaye şöyleydi…
teknolojinin
bugünle kıyasla tunç devrini yaşadığı, haberleşmenin neredeyse posta güvercinleriyle(!) yapıldığı yarım asır önce, melih kibar ingiltere’ye
gitmişti yüksek kimya eğitimi için…ve gittiği gece müthiş bir fırtına vardı
kaldığı okulun bulunduğu ingiltere'de…odasına giderken elektrikler küt diye kesilmiş ve melih
kibar karanlıkta yürürken ayağı takılmıştı…ayağının takıldığı nesnenin
piyano olduğunu gören melih kibar bir mum eşliğinde hemen piyanonun
başına oturmuş, o fırtınalı ürpertici geceyi bir çırpıda notalara döküp
bestelemişti…
bu
bestenin üzerine sözleri yazması için çiğdem talu’ya ulaşması gerekiyordu melih
kibar’ın…1970’lerin o üçlü müziğinin unutulmaz sacayağı vardı çünkü…sözler çiğdem
talu, beste melih kibar ve yorum / seslendirme erol evgin…bugün bile
hala hatırlanan o müstesna başarının iksiri bu üçlünün müziğe ve insana dair her manadaki
uyumundaydı…
besteyi alelacele postalayan ve
çiğdem talu'ya yazdığı mektupta bestenin temasına/konusuna/içeriğine ve hangi koşullarda yapıldığına dair tek bir cümle yazmayan melih kibar, aradan
haftalar geçip ingiltere’de çiğdem talu’dan
mektup aldığında, belki de yaptığı o besteyi ve fırtınalı geceyi bile unutmuştu…aradan o kadar uzun zaman geçmişti...mail çağında değildik daha...!!!
melih kibar zarfı
açtı ve ilk cümleyi görünce ürpererek tekrar o geceye gitti…
çiğdem
talu’nun unutulmaz beste üzerine yazdığı muhteşem sözlerin
başlığı şu iki kelimeden oluşuyordu çünkü…
“içimdeki fırtına….”
artık
melih
kibar için bir yere çöküp bu anı yaşamanın, ürpermenin, sevinmenin,
üzülmenin, aralarındaki telekinetik uyumun ve birbiriyle çelişiyor gibi görünen onlarca duyguyu birarada yaşamanın
zamanıydı…
işte yıllar yıllar önce bu anısını ilk kez paylaşmıştı melih kibar bizimle ve radyo anki dinleyicileriyle…
işte yıllar yıllar önce bu anısını ilk kez paylaşmıştı melih kibar bizimle ve radyo anki dinleyicileriyle…
bu
anıyı dinlediğimde nasıl ürperdiğimi hala o kadar net hatırlıyorum ki…
gamze’yle
nasıl gözgöze geldiğimizi de…
gamze'yle sonraki zamanlarda da çok program yaptık...
çok didiştik, çok uzlaştık ama hiç kırmadık birbirimizi...
gençtik çok gençtik daha...
kötülüğü bilmeyecek kadar gençtik...
ve yayıncılığı hep birlikte öğrenip yaşıyorduk...
sonra hayat hepimizi bir yerlere savurdu...
gamze birikimini başka alanlarda paylaştı, paylaşıyor...
ben yayıncılık yolunda yürüdüm...
iki çocuğumu harflerle büyüttüm...
onlar da sevdiler harfleri, kelimeleri, dillerini...
çeyrek yüzyılda
özeli , devleti , haber ajansları derken
ülkenin en marka yayın kurumlarında
yayıncı sunucu programcı yönetici oldum...
yayına dair,
yayının hazırlanması sunulması
planlanması ve yönetilmesine dair
her şeyi yaşattı hayat ve emeklerim bana...
bugünden baktığımda rahatlıkla söyleyebilirim ki
mesleğiyle ilgili çok bahtiyar bir adamım ben....
mesleğiyle ilgili çok bahtiyar bir adamım ben....
onlarca yıl içinde çok göz nuru dökülmüş
çok beyin hücresi öldürülmüş
binlerce metin yazıp seslendirdim...
yine binlerce canlı yayın yaptım
çoğu bıçak sırtı haber programı olan...
emeklerimin kıymetini bilen
çok cümle duydum
gönderilen mailler okudum
dinleyicilerden...
gönderilen mailler okudum
dinleyicilerden...
eleştirenler de oldu...iyi ki de oldu...
övgüyü de yergiyi de
eğer ayakları sağlam basıyorsa
art niyet taşımıyorsa,
"hepsi başım gözüm üstünedir..."
diye aldım kabul ettim..
ve her yayında
belki de o tek kişi için
tek dinleyici , bir tek izleyici için geçtim
mikrofonun , klavyenin, yayının başına....
yıllar geçtikçe çok yayına şahitlik ettim...
ama aynı yıllar geçtikçe
o gençlik günlerimde aldığım hazzı da çok aradım...
gamze gibi işine aşık yayıncıları da ne çok aradım...
takvime
bakarsanız
melih kibar öleli
günü gününe tam 11 yıl olmuş…
günü gününe tam 11 yıl olmuş…
7 nisan 2005’miş ölüm tarihi…
ömrünün
son döneminde cilt kanseriyle boğuşan melih kibar,
ismiyle müsemma bir kibar
adamdı…
melih kibar'ın
içlerinde unutulmaz eserler / filmler de bulunan
yüzlerce bestede ismi var bugün...
yarınlara da kalacak hepsi...
bana
sorarsanız
melih kibar’ın öldüğü falan yok…
melih kibar’ın öldüğü falan yok…
tıpkı
çiğdem talu gibi…
insanlar
ölür…
belki
aşklar bile ölür…
ama
yaşananlar ölmez…
anılar
ölmez…
o anılar bir kıymık gibi
hep bizimle yaşar…
biz ne zaman istersek,
anılar o
zaman ölür çünkü…
ne
diyordu iran şiirinin en kahırlı usta kadın yüzü furuğ fehruzzad;
“kuş ölümlüdür / sen uçuşu hatırla…”
(
murat örem / 07 nisan 2016 / ankara…)
sözleri okuyan ve yazan çiğdem talu
piyano ve beste melih kibar
seslendiren ve yorum erol evgin
Rahmetli Melih Kibar özelinde ne de güzel şeylere değinmişsiniz. Radyo Anki'den tutun da, yayıncılık hayatınıza, tesadüflere (?) kaliteli birlikteliklere, velhasıl hayatın kendisini irdeleyen, yaşanmışlıkları dile getiren hatıralarla karışık bir metin kaleme almışsınız. Bizim kuşağın zenginliğine değinmişsiniz. Ama bu yazının asıl konusu "aşk" olsa gerek. Her işi aşkla yapmak, aşkı doyasıya yaşamak, aşkla aşılmaz engelleri aşmaya çalışmak... Emre'm Yunus bile "Aşkın aldı benden beni..." diye seslenmemiş mi yüzyıllar öncesinden?... Üstadım, eksik olan aşk. Hayat, vakit ve sağlık bize verilen üç hediye. Her üçünün de kıymetini bilip aşkla yaşarsak bu ömrü, gönül heybemiz dolu, gönlümüz zengin, huzur içinde gideriz geri dönüşü olmayan diyarlara... Ne diyeyim; iyi ki Melih Kibar vesilesiyle kaleme almış ve paylaşmışsın yazdıklarını. Elbet rastlar birileri yazdıklarına, okur ve ürperir benim gibi. Bin kere kalemine sağlık.
YanıtlaSil