*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

7 Nisan 2016 Perşembe

insanlar ölür…belki aşklar da…ama bazı anılar ölmez…onlar bir kıymık gibi hep bizimle yaşar…ne zaman istersek, o zaman ölür…






 11 yıl olmuş…
melih kibar öleli…

7 nisan 2005’te öldüğünde
54 yaşındaymış o efsane  eurovision müziği
çobanyıldızı’nın da efendisi…

vakitsiz ölümün
herkes için
hepimiz için
sıradanlaştığı bir çağda ,
54 yaşındaki ölüm
kime kimlere göre
ne kadar erken
ne kadar geç sayılır
bilinmez…

dostum abim düş hekimi yalçın ergir’e sorarsanız
insanların hayatı ikiye ayrılır…
brüt yaşam ve net yaşam…


brüt yaşam , ömrünüzdeki yıllardır…
o yılların aritmetik toplamıdır…
ama net yaşam ,  
o ömrün içine neleri sığdırdığınızdır…

melih kibar, brüt yaşamdan muhtemelen alacaklıdır…
çünkü bugünün koşullarında 54 yaş neredeyse orta yaşın içindedir…

ama aynı melih kibar, net yaşamından da muhtemelen razı gitmiştir…
çünkü  54 yıllık hayatın içine müziğe dair her şeyi sığdırmıştır…
müziğin dışında da insana dair güzellikleri sığdırmıştır melih kibar…

insana dair güzellikler denince de 
elbette önce çiğdem talu’yla birlikte
aşk ve  sevgiyle  ürettikleri gelir akla…

1990’lı yılların başında,  bir canlı yayında ve ben o zamanlar daha yirmili yaşların ortasına bile yeni gelir iken, başından geçen tüyler ürpertici hikayesini anlatmıştı melih kibar , bana ve dinleyicilere…

sanıyorum 1994 yılıydı ve melih kibar’ı yayına,  kulakları çınlasın gamze öğredici bağlamıştı…programı hazırlayan oydu…her cuma gecesi iki saatlik bir program yapardık ve  sevgili gamze her hafta aynı şarkıyla açmamızı isterdi programı; kalbim ege’de kaldı


ben o zamanlar bugünkünün aksine mikrofonun  başında daha çok olan yayıncıydım…işin doğrusu  gamze o kadar huzur veren bir yapımcı ve arkadaştı ki mikrofonun başında olmaktan büyük bir haz alıyordum…gamze de her fırsatta sesimin etkileyiciliğine , entelektüel gücüme  vurgu yapıyor ve hakkıyla kıymet veriyordu emeklerime…

yayıncılıkta bu da çok önemlidir…

eğer mikrofonun / kameranın arkasındaysanız karşıdaki ismin donanımı kapasitesine göre ya eliniz yüreğinizde yaparsınız bütün yayınları tetikte olarak ya da büyük uyumun rahatlığıyla geçer zaman…gamze’yle aylar boyunca yaptığımız programlarda müzik  dünyasındaki onlarca “şöhret ama kıymetli” isimle karşı karşıya röportaj yapmanın mutluluğunu yaşamış bir isimdim ben daha o yaşlarda…

o sakin ısrarcılığıyla ne yapar eder, özel radyo yayıncılığı tarihinin  kıymetli parantezi radyo anki’nin stüdyolarına getirirdi konuklarını gamze…tanju okan’ı, leman sam’ı, barış manço’su, bülent ortaçgil’i dahildi bu isimlere…

bu işlerde eğer işin özünü kavradıysanız  zaten para mara akla gelmez…
yayıncılık,  gazetecilik özü itibariyle çok da akıllı insan işi değildir…

hakikaten aşk işidir yayıncılık…

yayıncıların da iyi aşıklar kötü aşıklar misali elli çeşidi vardır ve çeyrek yüzyılı aşan yayıncılık hayatımda itiraf etmeliyim ki görüp yaşadığım kötü yayıncılar çok daha ağır basar,  tıpkı kötü aşıklar gibi…

kötü yayıncı olmak için kötü insan olmanız gerekmez…
donanımınız yoksa, öğrenmekten haz almıyorsanız, 
zekanızı zorlamıyorsanız, kimliğinizi kaybederek uyum derdindeyseniz
kötü yayıncı olmak için çaba harcamanıza gerek yoktur zaten !!!

işte bir akşam vakti telefona bağlanan melih kibar , kısa bir süre sonra  yine erol evgin’in sesinde unutulmazlar arasına girecek olan içimdeki fırtına şarkısının hikayesini ilk kez anlatıyorum diye diye bizlerle paylaştığında sevgili gamze’yle ürpererek birbirimize bakmıştık…

inanılmaz şeyler anlatıyordu çünkü melih kibar
bu anısını daha sonra defalarca televizyonlarda da anlattı  melih kibar

ilk kez bizimle paylaştığı yaşanmış hikaye şöyleydi…

teknolojinin bugünle kıyasla tunç devrini yaşadığı,  haberleşmenin neredeyse posta güvercinleriyle(!)  yapıldığı yarım asır önce,  melih kibar ingiltere’ye gitmişti yüksek kimya eğitimi için…ve gittiği gece müthiş bir fırtına vardı kaldığı okulun bulunduğu ingiltere'de…odasına giderken elektrikler küt diye kesilmiş ve melih kibar karanlıkta yürürken ayağı takılmıştı…ayağının takıldığı nesnenin piyano olduğunu gören melih kibar bir mum eşliğinde hemen piyanonun başına oturmuş, o fırtınalı ürpertici geceyi bir çırpıda notalara döküp bestelemişti…

bu bestenin üzerine sözleri yazması için çiğdem talu’ya ulaşması gerekiyordu melih kibar’ın…1970’lerin o üçlü müziğinin unutulmaz sacayağı vardı çünkü…sözler çiğdem talu, beste melih kibar ve yorum / seslendirme erol evgin…bugün bile hala hatırlanan o müstesna başarının iksiri bu üçlünün müziğe ve insana dair her manadaki  uyumundaydı…

besteyi  alelacele postalayan ve çiğdem talu'ya yazdığı mektupta bestenin temasına/konusuna/içeriğine ve hangi koşullarda yapıldığına  dair tek bir cümle yazmayan melih kibar,  aradan haftalar geçip ingiltere’de çiğdem talu’dan  mektup aldığında,  belki de yaptığı o besteyi ve fırtınalı geceyi bile unutmuştu…aradan o kadar uzun zaman geçmişti...mail çağında değildik daha...!!!

melih kibar  zarfı açtı ve ilk cümleyi görünce ürpererek tekrar o geceye gitti…

çiğdem talu’nun unutulmaz beste üzerine yazdığı muhteşem sözlerin başlığı şu iki kelimeden oluşuyordu çünkü…
                           
“içimdeki fırtına….”

artık melih kibar için bir yere çöküp bu anı yaşamanın, ürpermenin, sevinmenin, üzülmenin, aralarındaki telekinetik uyumun  ve birbiriyle çelişiyor gibi görünen onlarca duyguyu birarada yaşamanın zamanıydı…

işte yıllar yıllar önce bu anısını  ilk kez paylaşmıştı melih kibar bizimle ve radyo anki dinleyicileriyle…

bu anıyı dinlediğimde nasıl ürperdiğimi hala o kadar net hatırlıyorum ki…
gamze’yle nasıl gözgöze geldiğimizi de…

gamze'yle sonraki zamanlarda da çok program yaptık...
çok didiştik, çok uzlaştık ama hiç kırmadık birbirimizi...

gençtik çok gençtik daha...
kötülüğü bilmeyecek kadar gençtik...
ve yayıncılığı hep birlikte öğrenip yaşıyorduk...

sonra hayat hepimizi bir yerlere savurdu...
gamze birikimini başka alanlarda paylaştı, paylaşıyor...

ben yayıncılık yolunda yürüdüm...
iki çocuğumu harflerle büyüttüm...
onlar da sevdiler harfleri, kelimeleri, dillerini...

çeyrek yüzyılda 
özeli , devleti , haber ajansları  derken 
ülkenin en marka yayın kurumlarında 
yayıncı sunucu programcı yönetici oldum...

yayına dair, 
yayının hazırlanması sunulması 
planlanması ve yönetilmesine dair 
her şeyi yaşattı hayat ve emeklerim bana...

bugünden baktığımda rahatlıkla söyleyebilirim ki
mesleğiyle ilgili çok bahtiyar bir adamım ben.... 

onlarca yıl içinde çok göz nuru dökülmüş 
çok beyin hücresi öldürülmüş 
binlerce metin yazıp seslendirdim...
yine binlerce canlı yayın yaptım
çoğu bıçak sırtı haber programı olan...

emeklerimin kıymetini  bilen 
çok cümle duydum  
gönderilen mailler okudum 
dinleyicilerden...

eleştirenler de oldu...iyi ki de oldu...

övgüyü de yergiyi de 
eğer ayakları sağlam basıyorsa
art niyet taşımıyorsa,
"hepsi başım gözüm üstünedir..."
diye aldım kabul ettim..

ve her yayında 
belki de o tek kişi için 
tek dinleyici , bir tek izleyici için geçtim 
mikrofonun , klavyenin, yayının  başına....

yıllar geçtikçe çok yayına şahitlik ettim...
ama aynı yıllar geçtikçe
o gençlik günlerimde aldığım hazzı da çok aradım...
gamze gibi işine aşık yayıncıları da ne çok aradım...

takvime bakarsanız
 melih kibar öleli 
günü gününe  tam 11  yıl olmuş…


7 nisan 2005’miş ölüm tarihi…


ömrünün son döneminde cilt kanseriyle boğuşan melih kibar, 
ismiyle müsemma bir kibar adamdı…

melih kibar'ın 
içlerinde unutulmaz eserler / filmler de bulunan
yüzlerce bestede ismi var bugün...
yarınlara da kalacak hepsi...
bana sorarsanız 
melih kibar’ın öldüğü falan yok…

tıpkı çiğdem talu gibi…


insanlar ölür…
belki aşklar bile ölür…

ama yaşananlar ölmez…
anılar ölmez…

o anılar bir kıymık gibi 
hep bizimle yaşar…

biz ne zaman istersek,   
anılar o zaman ölür çünkü…

ne diyordu iran şiirinin en kahırlı usta kadın yüzü furuğ fehruzzad;

“kuş ölümlüdür / sen uçuşu hatırla…”

( murat örem / 07 nisan 2016 / ankara…)
sözleri okuyan ve yazan çiğdem talu
piyano ve beste melih kibar
seslendiren ve yorum erol evgin


1 yorum:

  1. Rahmetli Melih Kibar özelinde ne de güzel şeylere değinmişsiniz. Radyo Anki'den tutun da, yayıncılık hayatınıza, tesadüflere (?) kaliteli birlikteliklere, velhasıl hayatın kendisini irdeleyen, yaşanmışlıkları dile getiren hatıralarla karışık bir metin kaleme almışsınız. Bizim kuşağın zenginliğine değinmişsiniz. Ama bu yazının asıl konusu "aşk" olsa gerek. Her işi aşkla yapmak, aşkı doyasıya yaşamak, aşkla aşılmaz engelleri aşmaya çalışmak... Emre'm Yunus bile "Aşkın aldı benden beni..." diye seslenmemiş mi yüzyıllar öncesinden?... Üstadım, eksik olan aşk. Hayat, vakit ve sağlık bize verilen üç hediye. Her üçünün de kıymetini bilip aşkla yaşarsak bu ömrü, gönül heybemiz dolu, gönlümüz zengin, huzur içinde gideriz geri dönüşü olmayan diyarlara... Ne diyeyim; iyi ki Melih Kibar vesilesiyle kaleme almış ve paylaşmışsın yazdıklarını. Elbet rastlar birileri yazdıklarına, okur ve ürperir benim gibi. Bin kere kalemine sağlık.

    YanıtlaSil