beşiktaş
bir kez daha şampiyonluğa gidiyor ya…
fırsat
yarata yarata ben de beşiktaşlı geçmişime
gidiyorum…
beşiktaş
deyince de, aklıma habire, şu dünyada
tanıdığım en nev-i şahsına münhasır, en delikanlı ve en renkli isimlerden olan kurthan fişek hoca ve onun tanımlamaları geliyor…
akademiden
medyaya spordan sanata kadar hayatın her alanında kendi çizgisinde yürüyen net
bir adamdı kurthan hoca… yirmi yıl önce, o zamanlar anadolu ajansına bağlı olarak yayın
yapan radyo anadoluda hazırlayıp sunduğum bir programa çağırdığımda koşarak
gelmiş kaydı keyifle yapmış ve sonrasında da saatlerce sigara ve kahve
eşliğinde sohbet etmiştik kendisiyle…
ntv’nin
hafta sonları 6 saat spor yayını yapmaya başladığı ya da ntvspor’u yeni açtığı aylardı ve kurthan
fişek hoca hafta sonlarının sporla yeniden anlam kazanmasından çok
mutluydu…
sonraki
yıllarda da ne zaman kendisine ulaşmak istesem, danışmak istesem ikiletmemişti…telefonla
katkıda bulunmuş gerektiğinde kalkıp gelmişti…türkiye’nin 1980 darbesine
gittiği 70’lerin ikinci yarısındaki dönemde spor akademisinin sorumlu ismi
olurken başından geçenleri anlattığı sohbetlerini “yok artık…yok artık…” diye diye dinlerdiniz…
neler
neler yaşamamıştı ki…
spor
akademisindeki genç öğrencilerin siyasal olarak keskin kamplara ayrıldığı
dönemde kendi rengi hep belli olduğu halde, neredeyse bütün öğrencileri hocalarının adalet
duygusuna hiç itiraz etmemişler, büyük güven duymuşlardı…güreşçiler bir başka
siyasetin yanındayken, basketbolcular ayrı atletler daha ayrı bir gruptaydı
mesela…bir çok meseleyi hakkaniyetli tarafıyla
daha başlamadan çözmüştü kurthan hoca…
kendisini
ölümle tehdit eden öğrencileri hocalarının hiçbir ayrım yapmadan onlar için
de samimiyetle çabaladığını duyduklarında bambaşka insanlar olmuşlardı…12 eylül
darbesi olduğunda bütün bu çabalarının karşılığını almıştı elbette kurthan
hoca da…!!! uzaklaştırılarak…!!!
uzunca
bir dönem tempo dergisinde zeka kokan yazılar yazıp notlar vermişti…sıfırcı
hoca lakabı köşesinin adıydı..
babacan
adamdı kurthan hoca…
ters
adamdı da aptallıklar haksızlıklar karşısında…
davudi
sesli adamdı…
okkalı
argolu adamdı…
iyi
içen adamdı…
ve pek güzel adamdı…
severdi
kitabın ortasından konuşmayı…
lafı
eğip bükmeyi sevmezdi de bilmezdi de…
sporun
sosyolojisine hakkıyla vakıf herkesin bildiği analiz de onundu…
kitabın
ortasından konuşarak şu cümleyi kurmuştu kurthan
hoca;
“galatasaray aristokrasinin
fenerbahçe burjuvazinin
beşiktaş proleteryanın
takımıdır…”
elbette
bütün genellemeler gibi bu genellemenin de istisnaları vardı/r…
fakat
beşiktaş yeniden şampiyonluğa giderken,
ben
de beşiktaşlı geçmişime gidiyorum ya…
beşiktaş
tarihine dair izlediğim her belgeselde, son noktada kurthan hoca’nın şu
yukarıdaki tespitine bir kez daha hak veriyorum…İngilizcedeki loser tabiri ne
kadar karşılıyor bilmiyorum ama oğuz ataycadaki tutunamayan tabirinin
tam karşılığı biraz da bu tanım ve tutum…iradi bir tarafı var bu tavrın ve pilavdan
dönenin kaşığı kırılsın efelenmesi..
bu
tutunamama hali asla ve kat’a boynu
büküklük içermiyor…
derinden
gelen bir dip dalga var ki onun adı;
“
üstü kalsın…” külhaniliği…
olan
bitenin farkındayım ama “aşımı, işimi, eşimi, aşkımı…kaybetme pahasına bile.." sizden
ve düzeninizin kötülerinden / kötülüklerinden olmayacağım külhaniliği…
ben
yalnızca kazanmak için değil, kalabalıklarda kaybolmamak için de, kendi
gerçekliğimden ayrılmamak için de burdayım , yensem de yenilsem de burdayım tavrı…
90
dakikanızı ayırırsanız youtube’da da bulunan “asi ruh” belgeselini izlediğinizde
daha bir anlayabilirsiniz bu hal ve tavrın
dip dalgasını…
ve
asla yağmacı, yıkıcı, despotik olmayan ama her ahval ve şartta “kumda oynamayı sorgulamadan
koşulsuz şartsız kabul eden efendi çocuk olmayı da kesinlikle reddeden” bu külhanilik, beşiktaşlılığı tanımlamaya çok yakışan
kavramlardan…kurthan hoca’nın tanımı da tüm bunları pekiştiren bir kallavi
özet cümle…
belki
de bu yüzden zeki demirkubuz gibi bir ismin zaten beşiktaş’tan başka bir
takıma yakın durması ihtimal dahilinde değil…tıpkı feridun düzağaç gibi….
bütün
demirkubuz
filmlerinde arka fona hep kaybetmenin gölgesi sıvanır…
duvarlara,
insanlara, kelimelere…
hayat
budur zaten…
kaybetmeye
mahkum olmaktır…
ölüme
mahkum olmaktır…
ama
hayat aslında nedir bilir misiniz ;
ölüme
mahkum olduğunu bile bile
ölüme
de, adaletsizliğe, haksızlığa da, aşksızlığa da,
samimiyetsizliğe
de her daim karşı olmaktır…
iyi
bir beşiktaşlı bunu bilir…
hüznü
bilir…
kaybetmeyi
bilir…
aşkın
da bir yanı hep kaybetmeye bakar…
ne
der mevlana;
“aşk
bir uçurumdan atlamaya benzer
bu
yüzden sevgiliye yar deriz...”
bu
yazıyı yazarken , yunanistanın en güçlü kadın seslerinden olan eleni
vitali’yi yeni keşfetmenin ayıbıyla ve tarifsiz mutluluğuyla defalarca dinledim
şu aşağıdaki şarkıyı…
eleni
vitali’nin sesi insanın ciğerini deliyor , tamam da…
peki,
türkçeye bu kadar etkili biçimde
çevrilen sözlere ne demeli…
uyarlayarak
söyleyelim o zaman ;
“siz
kaybeden beşiktaşlı olmanın da huzurunu nereden bileceksiniz
bu
kadar çok kazanma hırsıyla gözünüz kör olmuşken…”
…………..
eleni vitali ; grammi kai grafi / mektup ve yazı
bana,
bir mektup; bir yazı yollamışsın...
beni,
daha fazla sevmediğini söyleyen!..
bu,
senin seçimin...
sana,
iyi şanslar; her nereye gidersen!..
sadece,
bak arkanda bıraktıklarına...
belki,
sana arkadaşlık ederler;
yalnız
bırakıldığında...
bana, bir mektup; bir yazı
yollamışsın...
başka bir kadına, meylettiğini
söyleyen!..
sen, âşkı nasıl bileceksin?..
bu kadar çok kadınla, birlikteyken...
sadece,
bak arkanda bıraktıklarına...
belki,
sana arkadaşlık ederler;
yalnız
bırakıldığında...
( murat örem / 15 nisan
2016 / ankara….)
-fotoğraf/karikatür/
ali ulvi ersoy-
-web
alıntı/karikatürcüler derneği-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder