*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

31 Mart 2017 Cuma

emanet sony walkmanimin kapağını açtım ve çıkarıp verdim hardal sarısı "yeni türkü" günebakan kasetini....açtı walkmaninin kapağını, çıkardı verdi "beatles" kasetini...30 yıl önceki hikaye de böyle yaşandı....


o kadar eski, o kadar eski bir tarih ki....
abd başkanı ronald reagan görevde diyeyim de, içini siz doldurun...
bizde de başbakan turgut özal...


istanbul zamanlarım...
fakülte yılları...bayazıttaki merkez kampus günleri...
arada üniversiteye  de gidiyor gibi yapıyorum...
ama genellikle ne kadar sahaf ve tiyatro varsa oralardayım...



türkiye 80 lerin travmasını atlatmaya çalışıyor...
bizim kuşak da gençliğin travmasını atlatmaya...


şöyle bir bakıyorum da yarım asır yaşamışım...
ve ömrüm/üz travma atlatmakla gelip geçmiş...


kim demişti o büyük lafı "coğrafya kaderdir...."   diye...
hakikaten de öyleymiş coğrafya kadermiş....!!!!



takvim 1980'lerin ikinci yarısı....
20 yaşın etrafındayız hepimiz.... 
20 yaş ne ki , bugünden baktığında...


bir gece vakti alelacele biniyorum gümüşsuyundan otobüse...
o gümüşsuyunda gecenin yarısında kamil koç'a binmek...
kelimelerle anlatamam  içimdeki duyguyu....
güzel değildi...çok güzeldi....


iki gün için bile olsa, bekleyenlerin yanına gitme duygusu...
her bir tekerlek adımıyla biraz daha yaklaşabilmenin huzuru...



ne çok beklettim birilerini,  bütün ömür boyunca....
ve  inandıramasam da sevdiğimi, onları da  ne çok bekledim...



o zamanların otobüs yolculuğu da başka...
öyle internetten falan bilet almak yok...
gidiyorsun 1 saat önceden...merkezi arıyor şube...
şu numaralı bileti sattım kapa diyor...
arada bin tane de aksaklık oluyor elbette...



işte o gecelerden birinde....
gümüşsuyundan bindim kamil koça....
susurluk yolcusuyum yine....
allem kallem arka 4'lüde bir yer bulup iliştim...
fakat otobüs ilerledikçe yayık ayranı gibiyim...



izmite vardık varmadık ama ben bunaldım...
önümüzdeki ikili koltukta da bir kişilik yer olduğunu gördüm...
söyledim muavine ben oraya geçsem....diye...
"olmaz abim , hanım yolcu var orada dedi..." kestirip attı... 



kadın ve erkek...her zaman meselesi oldu bu toprakların....oysa biraz  tarihsel toplum  yapımıza  etraflıca baksalar "kadınsız erkek toplumunun  suyu çekilmiş değirmen,  erkeksiz kadın toplumunun  güneşi unutmuş  dağ doruğu olduğunu"  görecekler ama.....daha da ötesi, bu topraklardaki bütün başarıların  arkasında  kadın ve erkek yanyanalığının izlerini anlayacaklar....hititlerden , selçukluya  cumhuriyete kadar....neyse...bu uzun bir mevzu...




bilenler bilir , muavinlerle de konuşmanın bir adabı vardır...aslında bir çok yerde, bir çok isimle konuşmanın adabı vardır...bazen hafif külhani bir dil işe yarar...bazen daha mülayim olanı...bazı durumlarda da  direkt akıl dili ve emir kipi kullanmak gerekir...



ben şimdi o hanıma gidip izin isteyeceğim....evet derse de gidip oturacağım yanına medeni bir insan gibi...sorun,  kadın erkek yanyana oturmaksa ve o hanım benim için sorun yok derse,  benim için de sorun ortadan kalkmış olacak...sonra da kulaklığımı da takıp walkmanimi açıp müzik dinleyeceğim deyince ben takır takır....şaşırdı muavin...muhtemelen uzun zamandır duyduğu en hızlı cümlelerdi...bir iki saniye yüzüme boş boş baktı ve   bilader, olmaz senin iş ya, yine de bir sor dedi...gittim hemen...bütün şirinliğimle meramımı anlattım...gördüm ki benim gibi üniversiteli bir genç kız karşımda...ya yaşıtız ya bir iki yaş fark var....ne demek elbette hemen gelin dedi...duydu bu konuşmaları muavin de...içinden muhtemelen bana epeyi bir saydırdı da...ama pazarlığı kaybetmenin haleti ruhiyesiyle itiraz da edemedi....hemen geçtim ikili koltuğa...



medeniyet ne güzelmiş, ikili koltukta seyahat etmek ne güzelmiş dedim içimden:))) bir taraftan da enikonu daralttım kendimi, yanımdaki genç hanıma  düzgün bir yol arkadaşı olduğumu beden diliyle de anlatmak için...hemen açtım walkmanimi taktım kulaklıklarımı kulağıma, döndürdüm kaseti...aradan ne kadar geçti bilmiyorum...ama öyle saatler değil...kasetleri değiştirsek farklı müzikleri dinlesek olmaz mı dedi yanımdaki genç hanım arkadaş...baktım ki o da walkmanli....bunlar gazete değil ki, kaset..herkesin müzik zevki farklıdır...muhtemelen sevip dinlemezsiniz siz benim kasetimi gibi cümleler kurdum...nereden biliyorsunuz ...dedi kocaman gözlerini açarak ve öndeki iki dişine de  fransızlar gibi  takla attırarak....bilirim ben, herşeyi bilirim...dedim daha da huysuz genç adam moduna geçerek...biraz daha ileri gidip , diyelim ki siz bendeki kaseti beğendiniz , benim sizin kasetinizi beğenmemin garantisi var mı ..dedim...insan hep mi beğendiğini istediğini yapar...diye kontra bir cevap geldi...altı üstü kasetleri değiştireceğiz, bir saat sonra da herkes kendi kasetine kavuşmuş olacak..ne bu soru cevap, anlamadım ki....deyince karşımdaki genç hanım bu cümlede durdum artık... yurt arkadaşım emin'den ödünç aldığım sony walkmanin kapağını açtım ve çıkarıp verdim hardal sarısı GÜNEBAKAN isimli yeni türkü kasetini....açtı walkmaninin  kapağını,  çıkardı verdi mavi renkli beatles kasetini...




bütün bunlar olurken, muavin de  kıllanan adam!!! moduyla habire etrafımızda dolandı...aramızda en ufak bir sürtüşme ibaresi sezse muhtemelen yaka paça atardı beni yol üzerinde otobüsten...vermedim o kozu muavine...aksine kilometreler ilerledikçe ,  izmirli  "imbat rüzgarıyla" eni konu arkadaş olduk... espriler yaptık...okullarımızdan söz ettik...ben avrupa yakasında öğrenciydim, o anadolu yakasında...ben türkçe görüyordum dersleri o en ağırından ingilizce.... 



gece yarısı otobüs ilerlerken sohbet öyle güzel aktı ,  paylaşılanlar öyle mutluluk verdi ki , kafamızı kaldırdığımızda , otobüs susurluku geçmiş balıkesire doğru ilerliyordu ayazlı bir şubat sabaha karşısında....açıkcası hiç de rahatsız olmadım...dönerdim oradan işte ne vardı ki...balıkesir garajında bol karbonatlı sabah çayları içtik imbat rüzgarıyla......her şeyi orta karar kalitede olan garaj börekleri ikram ettim ona...ne de olsa balıkesirli olan bendim...ayrılırken telefonlar aldık verdik...adresler...verdiğimiz telefonlar da adresler de  istanbuldaki yurtlarımıza aitti !!!




sonra ben bindim susurluk dolmuşlarına evime geldim...o izmire devam etti...sonra aradan epeyi zaman  geçtiğinde bir kart aldım  kaldığım yurdun adresine gelen...a. kadir'in dizeleri vardı kartın üstünde.... şu tarihteki devlet  tiyatroları taksim sahnesi oyununa bilet aldım ikimiz için...gelmeyeceksen yurttan beni arayabilirsin...aramazsan geleceğini varsayacağım murat diyordu...hakikaten gittim o oyuna...çok karlı bir istanbul zamanında yürüye yürüye gittim taksim venüs sahnesine...bu havada onun gelmeme ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşünsem de...oradaydı...elinde bir çay bardağıyla ve iki biletle bekliyordu...sonraki zamanlarda da çok gittik imbat rüzgarıyla oyunlara...havanın daha güneşli olduğu zamanlarda , meczuplar gibi saatlerce dolaşarak istanbulun altını üstüne de getirdik...gün oldu birbirimizin okul kantinlerinde de bulunduk...arkadaşlarımla tanıştı...arkadaşlarıyla tanıştım...başlayan her arkadaşlık her ilişki gibi aramızdaki paylaşım da kendi yolunu buldu....neredeyse unutur olduk birbirimizi....



sonra aradan çok yıllar geçti....
sonra aradan çok yıllar geçti....


bir sabah,  kocaman bir zarf içinde  bir kart geldi imbat rüzgarından... o kadar zaman geçmişti ki adını bile unutmuştum neredeyse....sana bu kez nazım hikmet şiiri gönderiyorum...diyordu kartın arkasında...çok güzel bir yazısı vardı...çiçekli de imzası...dilerim mutlusundur  diyordu...bir yere yetişme telaşındayken hızla okudum iki satırını...sonra kocaman zarfa bir daha bakayım dedim ...içinden bir de kaset çıktı...yıllar önceki yolculukta kaset değiş tokuşu yaptığımız anda benim ona dinlemesi için verdiğim hardal renkli günebakan kasetinin aynısıydı....unutmamıştı...unutmamıştım...



kaset elimdeyken tam kapının eşiğine gelip bir sigara yaktım....hadi geç kalıyoruz.... diyordu birileri sağdan soldan....bence erken bile gidiyoruz...ruhlarımız arkada kalacak bu gidişle dedim...ama bu cümleyi içimden mi dışımdan mı dedim hala  hatırlamıyorum...



ve aradan  30 yıl geçse de hala her yeni türkü dinleyişimde o imbat rüzgarının cümleleri gelir aklıma...yutacağımdan emin olsam da yine de beni telaşla heyecanlandıran  bir balık kılçığı gibi takılır boğazıma gençlikte paylaşılanlar...

o yüzden yeni türkünün GÜNEBAKAN  albümünü ayrı severim....

çok hüzünlü severim...

     ( murat örem / 30 mart 2017 / ankara...)

                            hardal sarısı değil !!!  çünkü bu cd :))




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder