1975...anne oğul öremler...müjgan örem....murat örem.
***
-yatıyorum
kalkıyorum, hep aynı şey dönüyor
zihnimde…ölümü tanıdığımı sanıyordum….ama bin bir yüzü varmış …tanınmıyormuş…hele bir de en yakınına düşünce insanın…ve
biteviye sürünce… çok yakın zamanda haberini aldığım bir farklı sesin ölümü de etkiledi beni…daha 41 yaşındayken ölmüş alp bora da..alp
bora
kim diyenlerin bir kısmı , bu yazıyı
okudukça aaa o muymuş diyecektir
büyük ihtimalle…
bu
yazı , biraz da bütün ölümlerin hikayesi…
ve
unutmayın, aslında her ölüm , yaşamın da
hikayesi…
muratörem-
**********
2014
yılının , haziranı….50 yaşa doğru gidiyorum…
başımda yine bin türlü
rüzgar esiyor…
sevdadan tutalım da , akıldan fikire , kalpten zihine kadar,,,,
yıllardır bir
yanım bahar bahçe, bir yanım
salkım salkım mor hüzün…
üzüm
değil; hüzün:)) değerli
okur…
ankara’daki evde yalnızım günlerdir…
ama ankara’da çok kalabalığım yıllardır….
gidiyorum geliyorum
işe güce…
dalıyorum çıkıyorum güneşe geceye…
çocuklar erken başlatmış tatili, anneleriyle…
bir cuma günü…öğle vakti…elim telefona gidiyor…
babam
taşkın hocamı arıyorum cuma namazı saatini de hesaplayarak…
telefonu meşgul….
annem
müjgan hocanımı arıyorum…
telefonu meşgul….
susurluktaki
evi/mizi arıyorum…
ev telefonu meşgul…
küçük
oğlum arda’yı arıyorum…
telefonu meşgul…
aynı sırayla bir tur daha dönüyorum, 5 dakika içinde….
hala,
o sevimsiz meşgul sesi, aradığım bütün hatlarda…
artık keskin
bir merak duygusu sarıyor ruhumu…
kime
ne oldu diyorum….babam mı...annem mi…
çocuklar
mı…anneleri mi…kim….
garip bir durum var….çok garip bir durum var….bu
kesin de…
ne
var…ne var…ne var….ne var….kime ne var….
artık son çare olarak, hiç istemeye istemeye, günlerdir annemlerin yanında olan sarıdamarlıgüzelgelini arıyorum…çalıyor telefon….bir daha çalıyor…muhtemelen o da istemeye istemeye açıyor telefonu en sonunda…o son tel koptuğunda, karşısındakinin sesinden bile kaçmak ister ve bıkar ya insan…aylardır
hatta yıllardır o zamanlarımızdayız karşılıklı…yıllardır döne döne teli geren, her şeyi yay gibi yapan, sınırları zorlayan, ben
seninle oynamak istemiyorum
küstahlığına şımarıkça bulanan, elhak benim bu süreçte:))
böylesi
pürçeklenmiş duygular içindeyken uzaktaki
birini aramak zor…yorucu…gereksiz…ama hayat işte…hal hatır bile sormadan ,
biraz da zoraki şirinlik yaparak , hayırdır... ne oldu yahu….eski
ptt santralleri gibi bütün hatlarınız
habire meşgul …en sonunda seni aramak zorunda kaldım kusura bakma… falan diye
gevelerken ben, robotik bir sesle tane
tane dökülüyor kelimeler sarıdamarlıgüzelgelinin ağzından …
her kelime sanki taze fidanların,
çiçeklerin üzerine düşen dolu taneleri
gibi ; “ enişten/m/ler , meral teyzen/m/ler, ramize
teyzeler yeğenim kağanın düğününe de katılmak için
susurluk’a gelirken kaza yapmışlar…kaza çok ciddiymiş…burhaniye-balıkesir
arasındaki ivrindi yakınlarında olmuş…arabayı eniştem kullanıyormuş…ölü de var
görünüyor…detay öğrenmeye çalışıyoruz saatlerdir…. telefonlar o yüzden böyle…durum
bu…hepsi ama hepsi bu kadar….”
peki…haberleşiriz…deyip
kapatıyorum telefonu….yaaa murat örem, büyük konuşmayacaksın diyorum
kendi kendime…hesapta aylarca duymak istemiyordun sesini karşındakinin…ağız dolusu
pat pat da söylemiştin bu hissini kaç
defa ama bak istemesen de hayat onu
aramak zorunda bıraktı seni…hayat seni
zorlamasa, ne sen arardın , ne de
karşındaki açardı telefonunu, sen bin
kere bile onu yana yakıla arasan da diyorum
zihnimin içinde…
ölüm yine indiriyor
tokmağını, süfli didişmelerin üzerine….
bütün bunları saniyeler
içinde düşünürken bir taraftan da evin
içinde alık alık dolanıyorum…bir sigara yakıyorum hemen…ölüm nerden çıktı şimdi
diyorum…oysa ölümün her an her yerden çıkacağını bilecek kadar
yaşamışım…tecrübe de etmişim defalarca…yola çıkmam lazım hemen diyorum….bir
telefon trafiği de biz yaşıyoruz ankarada…kardeşim ayşın eniştemiz / kocası hakan diye
diye…
yıllarımı verip
yıllarını aldığım, ortalığın gül
dikenlerine bulandığı zamanlardan güle oynaya ve kanaya kanaya geldiğimiz bahar dalını arıyorum hemen böyle böyle olmuş diye…bekle
hemen geliyorum yüz yüze uğurlayayım seni diyor…allahın haziran
sıcağında, bir ankara ağacının
duldasında yanyana geliyoruz bahar
dalıyla…bitmeyecek bu şaşkınlıklar
acılar diyor bahar dalı kinayeli kinayeli, üzgün üzgün , şaşkın saşkın…devam
ediyor tane tane sigarasından da nefesler çekerek; geçen sene tam bu zamanlar başka ani kayıplar yaşadık ikimiz de…şimdi
de bu durum…başımıza gelenlere bak…
bahar dalının böyle bir
tarafı hep var; hayat nereden akarsa aksın, yalnızca oturduğu dairenin tek bir penceresinden bakmaya alışmış dünyaya, bahar
dalı...belki bencilliğinden yapmıyor bunu...belki de yalnızca bildiği bu…o
zamanlar bu kadar yormuyor bu tarafları beni…duyup da duymazdan gelip bir
sigara daha yakıyorum…hadi beni şuraya bırakıver çocuklar gelmek
üzeredir diyorum…ayşınların beni alacağı yere ilerliyoruz hızla tozu dumanı kata kata….
ne garip…çok garip…oysa
daha 24 saat bile geçmemiş , bahar dalının da olduğu bir akşam meclisinde
ettiğim cümlelerin üzerinden…sanki olacakları birebir görmüş gibi hayatın sürprizleri bitmez….bir telefon gelir…şurada şu
oldu….sevdiğimiz şu ismi kaybettik cümlesini ediverir karşıdaki ses
..diye anlatmıştım daha dün gece etrafımdakilere…
ettiğim cümlelerin küt
diye gerçek olması aklıma gelince
ürperiyorum…
kendi kehanetimden
kendim bile korkar oluyorum ….
sonra, hayat
diyorum murat örem, ihtimaller ordusudur…
kim katil, kim uşak, kim masum kim dost , kim düşman…
filmin sonunda ya
görürsün ya göremezsin !!!
yola çıkıyoruz apar
topar sarı sıcak bir haziran öğle sonrasında…
artık kaç kere
gittiğimi unuttuğum ankara susurluk
yolundayım yine…
ilerleyen dakikalardaki
telefon trafiğinden anlıyoruz ki artık ismail özkök eniştem
yok…torosların güzel çocuğu yok !!! kaza yapan arabadaki herkes de ölümün hemen
kıyısındaki yoğun bakım odasında.….bize gelen haberler böyle…sonrası bilindik
şeyler işte…sonrası ölümü vakarla ağırlama zamanları bizim için…
ne diyor büyük şair ismet
özel;
ölümler ölümlere ulanmakta ustadır
;
hayatsa bir başka hayata karşı….
iki gün içinde, üzerimize düşeni yapıyoruz adım adım…
bir yanımız hastahanede
öbür yanımız kabristanda kala kala..
ışık hızıyla dönüyorum
ankaraya iki gün içinde…
kaçıyorum ölümün olduğu
yerden, bahar dalının olduğu güneşe…
güneşli portakallı bir
kek kokusu karşılıyor ankarada beni…
bahar dalının gönülden kapıları
ve insan yüzü karşılıyor….
aradan üç beş gün
geçiyor sonra….ankaradayım…
yaz mevsimi de olsa
bahar dalının yanındayım…
acılar denizinde
yüzerken ben, yanımda hep bahar dalı…
bazen bardakların
içinde kayboluyoruz hüzünlü hüzünlü…
bazen hayatın içinde….
aradan üç beş gün
geçiyor sonra…ankaradayım…
en iyi bildiğim işi
yapmak için oturuyorum klavyenin başına…
yazmam lazım…yazmam
lazım…
acımı sağaltmak için
yazmam lazım…
açıyorum o sesleri youtubeden…
sonsuz döngüye alıyorum
iki şarkıyı ardarda…
üç dört saat aralıksız
dinliyorum ikisini de….
sema
moritz’den; hasret …
nim
sofyan solisti alp bora’dan da ; senden bana yar olmaz….
işte bu yazının başındaki alp bora bu
alp bora…
sema moritz / hasret
onlarca kere çalarken
arka arkaya iki ezgi…
ipil ipil şakır şakır
akıyor gözümden yaşlar…
parmaklarım binlerce kere
dolanıyor harflerin üzerinde…
hem ağlıyor hem yazıyorum…hem
yazıyor hem ağlıyorum….
torosların güzel çocuğu
ismail özkök eniştem yazısı çıkıyor ortaya…
yazı bitiyor ; eşşek
kadar adam, nasıl ağlıyorum, nasıl ağlıyorum….
iki ezgi de çok
eskilerden hüzünlü bir sevda hikayesi aslında…
ölümle hiç ilgisi yokmuş
gibi görünüyor iki ezgi de …
oysa ne diyor bilgelerin
bilgesi o güzel insan ;
“ her sevda, uçurumun dibinde ölmeye benzer…
o yüzden sevgiliye
yar denir…”
sonra aradan yıllar
geçiyor…
yine bir telefonda, babanı kaybettik oğlum diyor, annem müjgan hocanım…
yine evde yalnızım…yine
fır dönüyor dünya…yine sigara arıyor ellerim…
yakıyor çakmağı şak
diye aynı eller…sonra numaraları çeviriyorum…
yahu neredeyse daha dün, evimdeki
şu berjer koltukta beşiktaşı
izlemiyor muydu portakalını iştahla yerken babam taşkın hoca diyorum…bir
yandan da kendi kendime…
oysa
bilmem gerekiyor;
ölümün
dünle işi yok ki…
ölümün
işi hep bugünle…
babamın ölüm / hastalık
haberinde de yine yola çıkıyoruz apar topar….
yine yolda yeni
bilgiler alıyoruz…bu kez ölümün ertelendiği yönünde…
önce öldü denilen
taşkın hoca yoğum bakımda tutulacak oluyor…
köksüz bir çınar ağacı
gibi iki gün daha yaşıyor …
belki de oğlunu kızını
beklemek için yapıyor bunu son gücüyle…
ne zaman ki oğlu murat,
kulağına eğilip; gitmek istiyorsan
git baba diyor;
işte ondan sonra bırakıyor
uçurtmanın kuyruğunu babam taşkın hoca…
hey gidi hey…
taşkın hoca öldüğünde
72 yaşındaydı…
yukarıda bahsettiğim ismail
özkök eniştem yazısını şakır şakır
ağlayarak kaleme alırken dinlediğim
unutulmaz şarkıyı bambaşka söyleyen alp bora
daha geçenlerde öldüğünde yalnızca 41 yaşındaymış…
öyle işte sevgili
okurlar;
her
şarkının bir hikayesi var bende…
her
hikayenin de bir şarkısı…
insan fil hafızalı olup
hiçbir şeyi unutmayınca
böyle büyük
lanetleri ve küçük mutlulukları oluyor işte…
son 20 yıldır yeni ve
zehirli bir rüzgar esiyor tüm dünyada…
duygularınızı saklayın hep güçlü
görünün yenilmeyin…
diye fısıldıyor size
çok bilen aslında hiç bir boku bilmeyen uzmanlar...
böylesi cümleleri her
duyduğumda “
hass .ittir ”
çekiyorum ben…
duygu dediğin, dedenden
kalan pul değildir ki defterde saklayasın …
duygu dediğin hayatın
kendisidir…duygusuz her insan
kocaman bir taştır…
ve sakladığınız bastırdığınız her duygu , tabutunuzdaki bir
çivi dahadır…
benden söylemesi …ister
dinlersiniz…ister havaya bakıp ıslık çalarsınız…
ben bu yazıların
hepsini aklımın imbiğinden damıttığım , anılarımla yaşattığım duygularımla
yazıyorum…kah kanaya kanaya yazıyorum…kah güle oynaya yazıyorum…kimselerin aziz
hatırasına halel gelmesin, haksızlık olmasın diye kendimi en kenarda tuta tuta , en huysuz yapa yapa yazıyorum…
ama bu yüzden de , aynaya her
baktığımda, saçları sakalları apak olsa da, gözaltları torbalansa da, hiçbir sevdadan ve hiçbir kavgadan borçlu çıkmayan , yaşadım erik agaçları şahidimdir diyebilen, hayatın kahrı kadar neşesiyle de çoğalan ve hala
yüzüne gururla bakılacak bir yüz görüyorum…
(
murat örem / 22 mart 2017 / ankara….)
Ağlıyorum...
YanıtlaSilBu ölüm uykusundan çıkamıyorum...
Murat bu gece yine duygu yüklü yazını okuyorum, biliyorum ki kolay değil ben bunun acısını biliyorum yakıyor, yakıyor. benden de bir kaç satır eklemeden geçemiyorum.Şu an ne geçerse aklımda aynen aktarıyorum senin dilinden :Müsaadenle. ".Sevdiklerim, canlarım ; evet kanatlanıp uçuşunu izledim. O an hissettim, dilimde biriktirdiğim mısraların batışını, içimde kalan anıların yanışını. Kelimelerin kifayetsiz,yakarışların çare olmadığını ve dedim ki istiyorsan git baba . Bir gidiş daha oturdu, diğer gidişlerin yanına. Alevden bir kor, yakacak kavuracak biliyorum içimi . Senden kalan yere göğe sığdıramadığım sonsuz anılarım. Sonsuza dek saklayabilirsem ki saklayacağım içimde. yıllandıkça unutulmayacak sensin diye. Hayat devam ediyor ve çok acımasız .Bazen ; mutluluk kaplıyor içimi neden biliyor musun?siz yaşarken ölenlerden değildiniz ve değerdiniz.ve çok sevildiniz.
YanıtlaSilVe eğer bir gün olurda olmaz ya :unutursam sesini diye her harfe, her satıra ve mısralara gizliyorum biraz biraz . Okudukça kulaklarımız çınlasın diye.bizden eğer memnun olmaz bizde bıraktıklarını almak istersen bir gün, anlarım ki işte o an yanındayız ! "
Ölümden sonra yaşamın var olup olmadığını değilde ölümden önce hayatta olup olmadığımızı sorgulayabilsek ve hayata verebildiklerimizin bizimle gideceğini ve ölümün gerçekliğini bir kavrayabilsek sanki hayat daha güzel olacak.sevgilerimle murat Bursadan selamlar Beyhude söz müzik ve klip enfes bu kadar güzel olur.bu işi biliyor klipte içinde kayboluyorsun zaten
YanıtlaSilsuper.
Murat bu gece yine duygu yüklü yazını okuyorum, biliyorum ki kolay değil ben bunun acısını biliyorum yakıyor, yakıyor. benden de bir kaç satır eklemeden geçemiyorum.Şu an ne geçerse aklımda aynen aktarıyorum senin dilinden :Müsaadenle. ".Sevdiklerim, canlarım ; evet kanatlanıp uçuşunu izledim. O an hissettim, dilimde biriktirdiğim mısraların batışını, içimde kalan anıların yanışını. Kelimelerin kifayetsiz,yakarışların çare olmadığını ve dedim ki istiyorsan git baba . Bir gidiş daha oturdu, diğer gidişlerin yanına. Alevden bir kor, yakacak kavuracak biliyorum içimi . Senden kalan yere göğe sığdıramadığım sonsuz anılarım. Sonsuza dek saklayabilirsem ki saklayacağım içimde. yıllandıkça unutulmayacak sensin diye. Hayat devam ediyor ve çok acımasız .Bazen ; mutluluk kaplıyor içimi neden biliyor musun?siz yaşarken ölenlerden değildiniz ve değerdiniz.ve çok sevildiniz.
YanıtlaSilVe eğer bir gün olurda olmaz ya :unutursam sesini diye her harfe, her satıra ve mısralara gizliyorum biraz biraz . Okudukça kulaklarımız çınlasın diye.bizden eğer memnun olmaz bizde bıraktıklarını almak istersen bir gün, anlarım ki işte o an yanındayız ! "
Çok güzel, değerli ve duygu dolu bir yazı. Yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilsayın soyşekerci / değerli öğretmenim;
Silincelikli yorumunuz için çok teşekkür ederim..
selam saygı ve hürmetlerimle...
murat....