*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

22 Mart 2017 Çarşamba

hayat diyorum murat örem, ihtimaller ordusudur...kim katil, kim uşak...kim dost kim düşman…filmin sonunda ya görürsün ya göremezsin !!!

 artık yerinde yeller esen, oyun bahçeli, tavus kuşlu, havuzlu , susurluk parkı
                            1975...anne oğul öremler...müjgan örem....murat örem.

                                                                         ***
-yatıyorum kalkıyorum, hep aynı  şey dönüyor zihnimde…ölümü tanıdığımı sanıyordum….ama bin bir yüzü varmış …tanınmıyormuş…hele bir de en yakınına düşünce insanın…ve biteviye sürünce… çok yakın zamanda haberini aldığım bir farklı  sesin ölümü de etkiledi  beni…daha 41 yaşındayken ölmüş alp bora da..alp bora kim diyenlerin bir kısmı , bu  yazıyı okudukça aaa o muymuş diyecektir büyük ihtimalle…

bu yazı , biraz da bütün ölümlerin hikayesi…
ve unutmayın,  aslında her ölüm , yaşamın da hikayesi…
                                                                  muratörem-                                 
                      
                                 **********

2014  yılının , haziranı….50  yaşa  doğru gidiyorum…
başımda   yine   bin türlü   rüzgar   esiyor…
sevdadan tutalım da ,  akıldan fikire ,  kalpten zihine kadar,,,,


yıllardır  bir yanım bahar bahçe,   bir  yanım  salkım salkım mor hüzün…
üzüm değil;  hüzün:))   değerli okur…


ankara’daki evde yalnızım günlerdir…
ama ankara’da çok kalabalığım yıllardır….


gidiyorum  geliyorum  işe güce…
dalıyorum çıkıyorum güneşe geceye…


çocuklar erken başlatmış tatili,  anneleriyle…
bir cuma günü…öğle vakti…elim telefona gidiyor…


babam taşkın hocamı arıyorum cuma namazı saatini de hesaplayarak…
telefonu meşgul….


annem müjgan hocanımı arıyorum…
telefonu meşgul….


susurluktaki evi/mizi  arıyorum…
ev telefonu  meşgul…


küçük oğlum arda’yı arıyorum…
telefonu meşgul…


aynı sırayla  bir tur daha dönüyorum,  5 dakika içinde….
hala, o sevimsiz  meşgul sesi,  aradığım bütün hatlarda…


artık keskin  bir merak  duygusu sarıyor ruhumu…
kime ne oldu diyorum….babam mı...annem mi…
çocuklar mı…anneleri mi…kim….


garip bir durum var….çok garip bir durum var….bu kesin de…
ne var…ne var…ne var….ne var….kime ne var….


artık son çare olarak,  hiç istemeye istemeye,   günlerdir annemlerin yanında olan  sarıdamarlıgüzelgelini  arıyorum…çalıyor telefon….bir daha  çalıyor…muhtemelen o da istemeye istemeye  açıyor telefonu en sonunda…o son  tel koptuğunda, karşısındakinin sesinden  bile kaçmak ister ve bıkar ya insan…aylardır hatta yıllardır o zamanlarımızdayız karşılıklı…yıllardır döne döne teli  geren, her şeyi  yay gibi yapan, sınırları zorlayan, ben seninle  oynamak istemiyorum küstahlığına şımarıkça bulanan,  elhak benim  bu süreçte:))




böylesi pürçeklenmiş  duygular içindeyken uzaktaki birini aramak zor…yorucu…gereksiz…ama hayat işte…hal hatır bile sormadan , biraz da zoraki şirinlik yaparak ,  hayırdır... ne oldu yahu….eski ptt santralleri gibi bütün hatlarınız  habire meşgul …en sonunda seni aramak zorunda kaldım kusura bakma… falan diye gevelerken  ben, robotik bir sesle tane tane dökülüyor kelimeler sarıdamarlıgüzelgelinin  ağzından …



her kelime sanki taze fidanların, çiçeklerin  üzerine düşen dolu taneleri gibi ;  “ enişten/m/ler , meral teyzen/m/ler, ramize teyzeler  yeğenim  kağanın düğününe de katılmak  için  susurluk’a gelirken kaza yapmışlar…kaza çok ciddiymiş…burhaniye-balıkesir arasındaki ivrindi  yakınlarında  olmuş…arabayı eniştem kullanıyormuş…ölü de var görünüyor…detay öğrenmeye çalışıyoruz saatlerdir…. telefonlar o yüzden böyle…durum bu…hepsi ama hepsi bu kadar….”


peki…haberleşiriz…deyip kapatıyorum telefonu….yaaa murat örem, büyük konuşmayacaksın diyorum kendi kendime…hesapta aylarca duymak istemiyordun sesini karşındakinin…ağız dolusu pat pat da söylemiştin bu hissini  kaç defa  ama bak istemesen de hayat onu aramak  zorunda bıraktı seni…hayat seni zorlamasa,  ne sen arardın , ne de karşındaki açardı  telefonunu, sen bin kere bile onu yana yakıla  arasan da diyorum zihnimin içinde…


ölüm yine indiriyor tokmağını, süfli didişmelerin  üzerine….


bütün bunları saniyeler içinde düşünürken bir  taraftan da evin içinde alık alık dolanıyorum…bir sigara yakıyorum hemen…ölüm nerden çıktı şimdi diyorum…oysa ölümün her an her yerden çıkacağını bilecek kadar yaşamışım…tecrübe de etmişim defalarca…yola çıkmam lazım hemen diyorum….bir telefon trafiği de biz yaşıyoruz ankarada…kardeşim ayşın eniştemiz / kocası hakan diye diye…


yıllarımı verip yıllarını aldığım, ortalığın  gül dikenlerine bulandığı zamanlardan güle oynaya ve kanaya kanaya geldiğimiz  bahar dalını  arıyorum hemen böyle böyle olmuş diye…bekle hemen geliyorum yüz yüze uğurlayayım seni diyor…allahın haziran sıcağında,  bir ankara ağacının duldasında yanyana geliyoruz bahar dalıylabitmeyecek bu şaşkınlıklar acılar diyor bahar dalı kinayeli kinayeli, üzgün üzgün , şaşkın saşkın…devam ediyor tane tane sigarasından da nefesler çekerek; geçen sene tam bu zamanlar başka ani kayıplar yaşadık ikimiz de…şimdi de bu durum…başımıza gelenlere bak…



bahar dalının böyle bir tarafı hep var;  hayat nereden akarsa aksın,   yalnızca oturduğu dairenin tek bir  penceresinden bakmaya alışmış dünyaya, bahar dalı...belki bencilliğinden yapmıyor bunu...belki de yalnızca bildiği buo zamanlar bu kadar yormuyor bu tarafları beni…duyup da duymazdan gelip bir sigara daha yakıyorum…hadi beni şuraya bırakıver çocuklar gelmek üzeredir diyorum…ayşınların beni alacağı yere ilerliyoruz  hızla tozu dumanı kata kata….


ne garip…çok garip…oysa daha 24 saat bile geçmemiş , bahar dalının da olduğu bir akşam meclisinde ettiğim cümlelerin üzerinden…sanki olacakları birebir görmüş gibi hayatın sürprizleri bitmez….bir telefon gelir…şurada şu oldu….sevdiğimiz şu ismi kaybettik cümlesini ediverir karşıdaki ses ..diye anlatmıştım daha dün gece etrafımdakilere…


ettiğim cümlelerin küt diye gerçek olması aklıma gelince  ürperiyorum…
kendi kehanetimden kendim bile korkar oluyorum ….
sonra, hayat diyorum murat örem, ihtimaller ordusudur…
kim katil,  kim uşak, kim masum  kim dost , kim düşman…
filmin sonunda ya görürsün ya göremezsin !!!



yola çıkıyoruz apar topar sarı sıcak bir haziran öğle sonrasında…
artık kaç kere gittiğimi unuttuğum  ankara susurluk yolundayım yine…


ilerleyen dakikalardaki telefon trafiğinden anlıyoruz ki artık ismail özkök eniştem yok…torosların güzel çocuğu yok !!!  kaza yapan arabadaki herkes de ölümün hemen kıyısındaki yoğun bakım odasında.….bize gelen haberler böyle…sonrası bilindik şeyler işte…sonrası ölümü vakarla ağırlama zamanları bizim için…


ne diyor büyük şair ismet özel;

ölümler ölümlere ulanmakta ustadır ;
hayatsa bir başka hayata karşı….


iki gün içinde,  üzerimize düşeni yapıyoruz adım adım…
bir yanımız hastahanede öbür yanımız kabristanda kala  kala..


ışık hızıyla dönüyorum ankaraya iki gün içinde…
kaçıyorum ölümün olduğu yerden, bahar dalının olduğu güneşe…
güneşli portakallı bir kek kokusu karşılıyor ankarada  beni…
bahar dalının gönülden kapıları ve insan yüzü  karşılıyor….



aradan üç beş gün geçiyor sonra….ankaradayım…
yaz mevsimi de olsa bahar dalının yanındayım…
acılar denizinde yüzerken ben,  yanımda hep bahar dalı…
bazen bardakların içinde kayboluyoruz hüzünlü hüzünlü…
bazen hayatın içinde….


aradan üç beş gün geçiyor sonra…ankaradayım…
en iyi bildiğim işi yapmak için oturuyorum klavyenin başına…
yazmam lazım…yazmam lazım…
acımı sağaltmak için yazmam lazım…


açıyorum o sesleri  youtubeden…
sonsuz döngüye alıyorum iki şarkıyı ardarda…
üç dört saat aralıksız dinliyorum ikisini de….


sema moritz’den;  hasret …
nim sofyan solisti alp bora’dan da ; senden bana yar olmaz….

işte bu yazının başındaki alp bora bu alp bora

                                              sema moritz / hasret

onlarca kere çalarken arka arkaya iki ezgi…
ipil ipil şakır şakır akıyor  gözümden yaşlar…
parmaklarım  binlerce kere  dolanıyor harflerin üzerinde…
hem ağlıyor hem yazıyorum…hem yazıyor hem ağlıyorum….
torosların güzel çocuğu ismail özkök eniştem yazısı çıkıyor ortaya…
yazı bitiyor ; eşşek kadar adam, nasıl ağlıyorum, nasıl ağlıyorum….



iki ezgi de çok eskilerden hüzünlü bir sevda hikayesi aslında…
ölümle hiç ilgisi  yokmuş  gibi görünüyor iki  ezgi de …
oysa ne diyor bilgelerin bilgesi o güzel insan ; 


“ her sevda,   uçurumun dibinde  ölmeye benzer…
o yüzden   sevgiliye  yar denir…”


sonra aradan yıllar geçiyor…
yine bir telefonda,  babanı kaybettik oğlum diyor,  annem müjgan hocanım…
yine evde yalnızım…yine fır dönüyor dünya…yine sigara arıyor ellerim…
yakıyor çakmağı şak diye aynı eller…sonra numaraları çeviriyorum…


yahu neredeyse daha dün,  evimdeki  şu berjer  koltukta beşiktaşı izlemiyor muydu  portakalını  iştahla  yerken babam taşkın hoca diyorum…bir yandan da kendi kendime…


oysa bilmem gerekiyor;
ölümün dünle işi yok ki…
ölümün işi hep bugünle…


babamın ölüm / hastalık haberinde de yine yola çıkıyoruz apar topar….
yine yolda yeni bilgiler alıyoruz…bu kez ölümün ertelendiği yönünde…


önce öldü denilen taşkın hoca yoğum bakımda tutulacak oluyor…
köksüz bir çınar ağacı gibi iki gün daha yaşıyor …


belki de oğlunu kızını beklemek için yapıyor bunu son gücüyle…
ne zaman ki oğlu murat, kulağına eğilip; gitmek istiyorsan git baba diyor;
işte ondan sonra bırakıyor uçurtmanın kuyruğunu babam taşkın hoca…


hey gidi hey…
taşkın hoca öldüğünde 72 yaşındaydı…


yukarıda bahsettiğim ismail özkök eniştem yazısını  şakır şakır ağlayarak kaleme alırken  dinlediğim unutulmaz şarkıyı bambaşka söyleyen alp bora daha geçenlerde öldüğünde  yalnızca 41 yaşındaymış…


öyle işte sevgili okurlar;

her şarkının bir hikayesi var bende…
her hikayenin de bir şarkısı…

insan fil hafızalı olup hiçbir şeyi unutmayınca
böyle büyük lanetleri ve küçük mutlulukları oluyor işte…


son 20 yıldır yeni ve zehirli bir rüzgar esiyor tüm dünyada…
              duygularınızı saklayın hep güçlü görünün yenilmeyin…
diye fısıldıyor size çok bilen aslında hiç bir boku bilmeyen uzmanlar...
  

böylesi cümleleri her duyduğumda “ hass   .ittir ” çekiyorum ben…



duygu dediğin, dedenden kalan pul değildir ki defterde saklayasın
duygu dediğin hayatın kendisidir…duygusuz her insan kocaman bir taştır…


ve sakladığınız  bastırdığınız her duygu , tabutunuzdaki bir çivi dahadır…
benden söylemesi …ister dinlersiniz…ister havaya bakıp ıslık çalarsınız…


ben bu yazıların hepsini aklımın imbiğinden damıttığım , anılarımla yaşattığım duygularımla yazıyorum…kah kanaya kanaya yazıyorum…kah güle oynaya yazıyorum…kimselerin aziz hatırasına halel gelmesin, haksızlık olmasın  diye kendimi en kenarda tuta tuta , en huysuz yapa yapa yazıyorum…



ama bu yüzden de , aynaya her baktığımda, saçları sakalları apak olsa da, gözaltları torbalansa da, hiçbir sevdadan ve hiçbir kavgadan borçlu çıkmayan , yaşadım erik agaçları şahidimdir diyebilen, hayatın kahrı kadar neşesiyle de çoğalan  ve hala yüzüne gururla bakılacak bir yüz görüyorum…

                      ( murat örem / 22 mart 2017 / ankara….) 


6 yorum:

  1. Ağlıyorum...
    Bu ölüm uykusundan çıkamıyorum...

    YanıtlaSil
  2. Murat bu gece yine duygu yüklü yazını okuyorum, biliyorum ki kolay değil ben bunun acısını biliyorum yakıyor, yakıyor. benden de bir kaç satır eklemeden geçemiyorum.Şu an ne geçerse aklımda aynen aktarıyorum senin dilinden :Müsaadenle. ".Sevdiklerim, canlarım ; evet kanatlanıp uçuşunu izledim. O an hissettim, dilimde biriktirdiğim mısraların batışını, içimde kalan anıların yanışını. Kelimelerin kifayetsiz,yakarışların çare olmadığını ve dedim ki istiyorsan git baba . Bir gidiş daha oturdu, diğer gidişlerin yanına. Alevden bir kor, yakacak kavuracak biliyorum içimi . Senden kalan yere göğe sığdıramadığım sonsuz anılarım. Sonsuza dek saklayabilirsem ki saklayacağım içimde. yıllandıkça unutulmayacak sensin diye. Hayat devam ediyor ve çok acımasız .Bazen ; mutluluk kaplıyor içimi neden biliyor musun?siz yaşarken ölenlerden değildiniz ve değerdiniz.ve çok sevildiniz.
    Ve eğer bir gün olurda olmaz ya :unutursam sesini diye her harfe, her satıra ve mısralara gizliyorum biraz biraz . Okudukça kulaklarımız çınlasın diye.bizden eğer memnun olmaz bizde bıraktıklarını almak istersen bir gün, anlarım ki işte o an yanındayız ! "

    YanıtlaSil
  3. Ölümden sonra yaşamın var olup olmadığını değilde ölümden önce hayatta olup olmadığımızı sorgulayabilsek ve hayata verebildiklerimizin bizimle gideceğini ve ölümün gerçekliğini bir kavrayabilsek sanki hayat daha güzel olacak.sevgilerimle murat Bursadan selamlar Beyhude söz müzik ve klip enfes bu kadar güzel olur.bu işi biliyor klipte içinde kayboluyorsun zaten
    super.

    YanıtlaSil
  4. Murat bu gece yine duygu yüklü yazını okuyorum, biliyorum ki kolay değil ben bunun acısını biliyorum yakıyor, yakıyor. benden de bir kaç satır eklemeden geçemiyorum.Şu an ne geçerse aklımda aynen aktarıyorum senin dilinden :Müsaadenle. ".Sevdiklerim, canlarım ; evet kanatlanıp uçuşunu izledim. O an hissettim, dilimde biriktirdiğim mısraların batışını, içimde kalan anıların yanışını. Kelimelerin kifayetsiz,yakarışların çare olmadığını ve dedim ki istiyorsan git baba . Bir gidiş daha oturdu, diğer gidişlerin yanına. Alevden bir kor, yakacak kavuracak biliyorum içimi . Senden kalan yere göğe sığdıramadığım sonsuz anılarım. Sonsuza dek saklayabilirsem ki saklayacağım içimde. yıllandıkça unutulmayacak sensin diye. Hayat devam ediyor ve çok acımasız .Bazen ; mutluluk kaplıyor içimi neden biliyor musun?siz yaşarken ölenlerden değildiniz ve değerdiniz.ve çok sevildiniz.
    Ve eğer bir gün olurda olmaz ya :unutursam sesini diye her harfe, her satıra ve mısralara gizliyorum biraz biraz . Okudukça kulaklarımız çınlasın diye.bizden eğer memnun olmaz bizde bıraktıklarını almak istersen bir gün, anlarım ki işte o an yanındayız ! "

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel, değerli ve duygu dolu bir yazı. Yüreğinize sağlık...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sayın soyşekerci / değerli öğretmenim;

      incelikli yorumunuz için çok teşekkür ederim..
      selam saygı ve hürmetlerimle...

      murat....

      Sil