*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

11 Şubat 2016 Perşembe

yoyo ve rubik küpü hem oyuncaktır hem de değil…ve ikisi de çocuklardan ziyade büyüklerin ellerinde görülür daha çok :)))




ilk gençlik yıllarını 1980’lerin başında geçirenler için,  hatta  bu kuşakların anne babaları için  bile   yoyo’nun ve rubik küpü’nün anlamı farklıdır…80’lerin kasvetli günlerinde iki farklı oyuncak olmuştur yoyo ve rubik küpü…hatta aynı dönemde bir meşrubat markası gazoz kapaklarının içine bedava yoyo koyduğu için günde 10 şişe şiiiivepsss içen ergenler çok olmuştur…

-bu satırların yazarı bu konuda  o ergenlik travmasını çok hafif atlatmıştır çok şükür ki ama cebindeki parayı gazoza vermek yerine dönemin kitap ve dergilerine yatırarak çok daha derin ve arazları  bugünlere kadar gelen başka travmalarla müşerref olmuştur…-


yoyo ve rubik küpü  hem oyuncaktır,  hem de değil…
oyuncaktır çünkü yoyo da rubik küpü de çocukların her yaşta ilgisini çeker…
 oyuncak değildir çünkü genellikle çocuklar ikisinin de  üstesinden gelemediği için bir süre sonra  büyüklerin ellerinde görülür daha çok…


 yoyo çok  basit bir  düzenektir  aslında…

 son yıllarda iplisi yaylısı ışıklısı kıllısı tüylüsü (!!!) çıkarılıp envai çeşidi  çocuklara uçuk fiyatlarla pazarlansa da yoyonun mantığı bellidir…tercihan orta parmağa takılı ipe sarılı yoyo  yere doğru yavaşça bırakılacak ve sonrasında da  ritmik hareketlerle bir aşağı bir yukarı hareket ettirilecektir…yoyo yere düşerken çok bir şey yapmanız gerekmez ama yere yaklaşan yoyoyu tutan ipin tam bitim anında şık bir el hareketiyle ve yoyonun kendi kinetik enerjisiyle yukarı çıkmasına  izin vermeniz bu anı yönlendirmeniz gerekir…yoyonun titreşimiyle,  el beyin koordinasyonu  uyumlu olduğu sürece  ipin ucundaki yoyo aşağı yukarı salınır gider, salınır gider…yapanı da seyredeni de rahatlatan bir salınımı vardır yoyonun…ustalaştıkça onlarca yüzlerce  salınım yapabilirsiniz elinizdeki yoyonun çok kaliteli olup olmamasına bakmadan…  fakat ister bir dakika sonra ister yirmi dakika sonra bir an gelecek uyum bozulacaktır…

uyum bozulduğunda  da yoyo halen  inip çıkmaya devam eder  ama bir gariplik vardır artık…eğer yoyoyu kullanan sizseniz parmaktaki titreşimden de anlayabileceğiniz gibi aradaki  ahenk hissedilir derecede azalmıştır…ip garip bir esneme yapmakta elinizin altındaki  yoyo  bilinen düzgün salınımını bırakmaya hazırlanmaktadır…usta yoyocular böylesi durumlarda o titreşim/rezonans uyumsuzluğunu sezdikleri andan itibaren kesik hareketlerle hatta sert el hareketleriyle raydan çıkan treni yerine oturturcasına yoyonun kendindeki ve ipindeki uyumsuzluğu toparlamaya çalışırlar belirli anlarda ve bunda  ciddi oranda da başarılı olurlar…

tehlike bir sonraki sefere kadar atlatılmıştır…


uyum yeniden sağlandığı andan itibaren kolunuzdaki güce bağlı olarak sakin bir kararlılıkla yüzlerce sefer hareket ettirebilirsiniz bir yoyoyu hem de aynı anda etrafa bile laf yetiştirerek ve diğer elinizde çay bardağını tutarak... yaşanan uyumsuzluk ve titreşimdeki kopukluk giderilmiş yoyo aşağı yukarı tekrar eskisi gibi salınmaya devam etmeye başlamıştır…böylesi kritik anlarda ipi tutan el size aitse zor bir engeli aşmış yarışçı gibi, belalı bir parkuru aşmış şoför gibi kendi kendinizi kutlamak güzeldir sesli ya da sessiz…eğer ipi tutan el size ait değilse böylesi bir anı seyrederken saniyeler içinde zihninizden onlarca şey geçebilir…ben olsam…ah zamanında şöyle yapsaydı misali…insanın temel özelliklerinden biridir çünkü hariçten gazel okumak…

aslında ipin ucunda salınan her yoyo ve onu kullanan el hayattaki bir çok şeye de benzetilebilir…

bir ilişkiye…

bir işe…


bir karar alma sürecine…


bir yönetim anlayışına…

bir sınav maratonuna…

ipe iyi sahip çıktıysanız ve daha da önemlisi ipin ucundaki yoyoya kulak verdiyseniz o ip ve yoyo  sizin elinizde başarılı bir salınım yapmaya devam edecektir…el size aittir ama yoyo da sizin uyum yeteneğinize bağlı olarak hareket edecek ya da duracaktır…burada yoyonun durması da değildir mesele…bir süre oynadıktan sonra bırakmak isteyebilir ve yoyo tam yukarı çıkıp avucunuzun içine konduğunda oyunu durdurabilirsiniz…mesele bu durdurma anının size rağmen olmamasıdır…

ip, yoyo ve onları kullanan el arasındaki mutlak uyum sürdükçe yoyo da salınmaya devam eder huzurla…arada yine anlık  yalpalamalar olur  ve ustalık devreye girer…ustalığın devreye giremediği durumlarda da yoyo önce salınım uyumunu kaybeder ve teşbihte hata olmaz misali söylersek ipin ucunda sallanan idamlık gibi garip titremeler yapar ve savrula savrula çarpa çarpa titreye titreye durur…

sabırsız ve yenilgiyi kabullenmeyen yoyocular olayların denetimlerinden çıktığını ve artık yoyoyu yeniden ahenkle sallayabilecek veya durdurabilecek anları kaçırdıklarını hissettiklerinde genellikle kaba ve kesin bir el hareketiyle yoyoyu hızla yukarı çekerek diğer elleriyle salınımı durdurmayı yeğlerler…bu hareket anlık bir karar da olabilir ama çoğunlukla kişinin ruhundaki mızıkçılığın ya da psikolojik yansıtmanın tezahürü olarak yorumlanabilir...bu yorum genellikle doğrudur da…

 aslında kesin gerçek şudur ;

yoyo durmuştur…


oyun /istenmeden/ bitmiştir…


game over olmuştur…

 bir sonraki hamleye ve oyuna kadar…


yoyoyu yukarıdan aşağıya bırakan el ilk hareketi yapmış, oyunu başlatmıştır…
 ama; sonrasını hayat belirlemiştir…çalan bir zil, yakından geçen birinin kolu, hatta rüzgar belirlemiştir…en çok da yoyoyu tutan elin isteği, kararlılığı ve konsantrasyonu belirlemiştir..

insan denen her canlı yıllar içinde tecrübe ederek görür ki ; başlayan tek kişilik bir oyunu sürdürmek  bile ciddi emek ister…konsantrasyon ister…bırakın canlıları bir nesnenin bile fizik kanunu içindeki taleplerini önemsemek ister…

bir çok şeyi başlatmak  sizin elinizde olsa bile,  bazen o oyunu, hamleyi   başlatma bitirme ya da sürdürme kararı misali,   yoyoda da olduğu gibi ipi  dengeli  tutmazsanız  çok şey  elinizden kayar gider…

hayat, iş, ilişkiler, karar almalar, yönetici olmalar bir yanıyla tam bir yoyo oyunu gibidir…ipi neden öyle tuttuğunuzun, ciddilikten gayrı ciddiliğe gittiğinizin, karardan kararsızlığa savrulduğunun cevapları sizdedir…elinizden kayıp giden nedir ne değildir…onun muhasebesini de en iyi siz yaparsınız…

belki hakikaten oyundan sıkılmışsınızdır… 
belki gücünüz bitmiştir…

belki artık başka bir oyunda  yer almanın hesabındasınızdır…

bunları da en iyi siz bilirsiniz…


 ironik altın kurallardan biridir ama gerçektir;
 “hiçbir uçak sonsuza dek havada kalmaz…”

yere iner inmesine de…
iniş biçimi önemlidir…

her oyun da bir gün biter…


yazının başına dönersek 80’lerin bir başka unutulmaz nesnesi de rubik küpüdür…ismini macar bir mucitten aldığı için macarca telaffuza göre rübik küpü de olmuştur ama türkçede uzun dönem sabır küpü olarak anılmıştır…kompitürün biraz da yadırgatıcı biçimde bilgisayar olması misali rubik küpü de sabır kübüne evrilmiştir dilimizde ve olayları tersten okumaya meyyal zihnimizde…kompitür bilgisayar değildir çünkü bilgiyisaymaz…sizin karar verdiğiniz biçimde istifler…depo bile edemez…neredeee bilgiyi sayacaktır…bilgi sayılan bir şey de değildir…hele hele bilimle ilişkisi netameli toplumlarda bilgi sevimsizlikle, ukalalıkla, megalomanlıkla falan bir tutulur vandalca ve cahilce…

 rubik küpünde dağıtılmış ve birbirinin içine geçmiş renkleri  dilimizdeki anlamına bakarak sabırla(!) çözmeye kalkarsanız başarılı olma ihtimaliniz sıfırdır…

rubik küpü sabırla çözülecek bir nesne değildir…




akılla çözülecek bir nesnedir…akıl olacaktır hatta temel hareketleri bir öğreten olacaktır ve  üzerine bol çalışma olacaktır…bir küpün altı yüzünde başarılı olmak için öncelikle tek yüzü yapılacak sonrasında da adım adım ilerlenecektir…arada bazı renkleri biraraya getirmek için önceden yapılan renklerin bozulması da göze alınacaktır…rubik küpünü kendi başına yapmaya çalışanların tartışmasız en çok yaptıkları yanlış bütünü göremedikleri için küpün üzerinde yaptıkları bir iki yüzün uyumuna kıyamamalarıdır…

oysa rubik küpünde de  bütüne ulaşmak için parçalara takılmamak gerekir …

hayat da biraz böyledir…herkese mavi boncuk dağıtan uyumlu kişilere , ortalama kural ve kalıplara, sığ ahlak anlayışına, günlük siyasete teslim olduğunuz andan itibaren, odedibudedikimdedinedediniyededinediyecek diye bir sarmala girdiğiniz andan itibaren, bütünü parçalara feda ettiğiniz andan itibaren yaşarken ya da siz yaşadığınızı zannederken sizin de helvanızı yer (!!!) birileri…

 öldüğünüzü farketmeden ölmüş olursunuz…

ölmenin de bin çeşit hali vardır…



yaşamanın olduğu gibi…



yaşarken ölenler vardır…



ölse de hep yaşayacaklar vardır…




 mesela neredeyse bütün kitaplarının adında mutlaka “oyun” kavramı kelime olarak da geçen oğuz atay kimler için  1977’de ölmüştür ve hala kimler için yaşamaktadır…

 çıkarın kağıtları yazılı var değerli okur….

“filmdeki kız ölüyor işte, onu anlamayacak ne var” diye yazacaklar…

şimdiden notunuz hazır ;
“otur çocuğum, sıfır…”








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder