ilk
gençlik yıllarını 1980’lerin başında geçirenler için, hatta
bu kuşakların anne babaları için
bile yoyo’nun ve rubik küpü’nün
anlamı farklıdır…80’lerin kasvetli günlerinde iki farklı oyuncak olmuştur yoyo
ve rubik küpü…hatta aynı dönemde bir meşrubat markası gazoz kapaklarının içine
bedava yoyo koyduğu için günde 10 şişe şiiiivepsss içen ergenler çok olmuştur…
-bu
satırların yazarı bu konuda o ergenlik
travmasını çok hafif atlatmıştır çok şükür ki ama cebindeki parayı gazoza
vermek yerine dönemin kitap ve dergilerine yatırarak çok daha derin ve arazları bugünlere kadar gelen başka travmalarla
müşerref olmuştur…-
yoyo
ve rubik küpü hem oyuncaktır, hem de değil…
oyuncaktır
çünkü yoyo da rubik küpü de çocukların her yaşta ilgisini çeker…
oyuncak
değildir çünkü genellikle çocuklar ikisinin de
üstesinden gelemediği için bir süre sonra büyüklerin ellerinde görülür daha çok…
yoyo
çok basit bir düzenektir
aslında…
son
yıllarda iplisi yaylısı ışıklısı kıllısı tüylüsü (!!!) çıkarılıp envai
çeşidi çocuklara uçuk fiyatlarla
pazarlansa da yoyonun mantığı bellidir…tercihan orta parmağa takılı ipe sarılı
yoyo yere doğru yavaşça bırakılacak ve
sonrasında da ritmik hareketlerle bir
aşağı bir yukarı hareket ettirilecektir…yoyo yere düşerken çok bir şey yapmanız
gerekmez ama yere yaklaşan yoyoyu tutan ipin tam bitim anında şık bir el
hareketiyle ve yoyonun kendi kinetik enerjisiyle yukarı çıkmasına izin vermeniz bu anı yönlendirmeniz
gerekir…yoyonun titreşimiyle, el beyin
koordinasyonu uyumlu olduğu sürece ipin ucundaki yoyo aşağı yukarı salınır
gider, salınır gider…yapanı da seyredeni de rahatlatan bir salınımı vardır
yoyonun…ustalaştıkça onlarca yüzlerce
salınım yapabilirsiniz elinizdeki yoyonun çok kaliteli olup olmamasına
bakmadan… fakat ister bir dakika sonra
ister yirmi dakika sonra bir an gelecek uyum bozulacaktır…
uyum
bozulduğunda da yoyo halen inip çıkmaya devam eder ama bir gariplik vardır artık…eğer yoyoyu
kullanan sizseniz parmaktaki titreşimden de anlayabileceğiniz gibi aradaki ahenk hissedilir derecede azalmıştır…ip garip
bir esneme yapmakta elinizin altındaki
yoyo bilinen düzgün salınımını
bırakmaya hazırlanmaktadır…usta yoyocular böylesi durumlarda o
titreşim/rezonans uyumsuzluğunu sezdikleri andan itibaren kesik hareketlerle
hatta sert el hareketleriyle raydan çıkan treni yerine oturturcasına yoyonun
kendindeki ve ipindeki uyumsuzluğu toparlamaya çalışırlar belirli anlarda ve
bunda ciddi oranda da başarılı olurlar…
tehlike
bir sonraki sefere kadar atlatılmıştır…
uyum
yeniden sağlandığı andan itibaren kolunuzdaki güce bağlı olarak sakin bir
kararlılıkla yüzlerce sefer hareket ettirebilirsiniz bir yoyoyu hem de aynı
anda etrafa bile laf yetiştirerek ve diğer elinizde çay bardağını tutarak...
yaşanan uyumsuzluk ve titreşimdeki kopukluk giderilmiş yoyo aşağı yukarı tekrar
eskisi gibi salınmaya devam etmeye başlamıştır…böylesi kritik anlarda ipi tutan
el size aitse zor bir engeli aşmış yarışçı gibi, belalı bir parkuru aşmış şoför
gibi kendi kendinizi kutlamak güzeldir sesli ya da sessiz…eğer ipi tutan el
size ait değilse böylesi bir anı seyrederken saniyeler içinde zihninizden
onlarca şey geçebilir…ben olsam…ah zamanında şöyle yapsaydı misali…insanın
temel özelliklerinden biridir çünkü hariçten gazel okumak…
aslında
ipin ucunda salınan her yoyo ve onu kullanan el hayattaki bir çok şeye de
benzetilebilir…
bir
ilişkiye…
bir
işe…
bir
karar alma sürecine…
bir
yönetim anlayışına…
bir
sınav maratonuna…
ipe
iyi sahip çıktıysanız ve daha da önemlisi ipin ucundaki yoyoya kulak
verdiyseniz o ip ve yoyo sizin elinizde
başarılı bir salınım yapmaya devam edecektir…el size aittir ama yoyo da sizin
uyum yeteneğinize bağlı olarak hareket edecek ya da duracaktır…burada yoyonun
durması da değildir mesele…bir süre oynadıktan sonra bırakmak isteyebilir ve
yoyo tam yukarı çıkıp avucunuzun içine konduğunda oyunu
durdurabilirsiniz…mesele bu durdurma anının size rağmen olmamasıdır…
ip,
yoyo ve onları kullanan el arasındaki mutlak uyum sürdükçe yoyo da salınmaya
devam eder huzurla…arada yine anlık
yalpalamalar olur ve ustalık
devreye girer…ustalığın devreye giremediği durumlarda da yoyo önce salınım
uyumunu kaybeder ve teşbihte hata olmaz misali söylersek ipin ucunda sallanan
idamlık gibi garip titremeler yapar ve savrula savrula çarpa çarpa titreye
titreye durur…
sabırsız
ve yenilgiyi kabullenmeyen yoyocular olayların denetimlerinden çıktığını ve
artık yoyoyu yeniden ahenkle sallayabilecek veya durdurabilecek anları
kaçırdıklarını hissettiklerinde genellikle kaba ve kesin bir el hareketiyle
yoyoyu hızla yukarı çekerek diğer elleriyle salınımı durdurmayı yeğlerler…bu
hareket anlık bir karar da olabilir ama çoğunlukla kişinin ruhundaki
mızıkçılığın ya da psikolojik yansıtmanın tezahürü olarak yorumlanabilir...bu
yorum genellikle doğrudur da…
aslında
kesin gerçek şudur ;
yoyo
durmuştur…
oyun
/istenmeden/ bitmiştir…
game
over olmuştur…
bir
sonraki hamleye ve oyuna kadar…
ama;
sonrasını hayat belirlemiştir…çalan bir zil, yakından geçen birinin kolu, hatta
rüzgar belirlemiştir…en çok da yoyoyu tutan elin isteği, kararlılığı ve
konsantrasyonu belirlemiştir..
bir
çok şeyi başlatmak sizin elinizde olsa
bile, bazen o oyunu, hamleyi başlatma bitirme ya da sürdürme kararı
misali, yoyoda da olduğu gibi ipi dengeli
tutmazsanız çok şey elinizden kayar gider…
hayat,
iş, ilişkiler, karar almalar, yönetici olmalar bir yanıyla tam bir yoyo oyunu
gibidir…ipi neden öyle tuttuğunuzun, ciddilikten gayrı ciddiliğe gittiğinizin,
karardan kararsızlığa savrulduğunun cevapları sizdedir…elinizden kayıp giden
nedir ne değildir…onun muhasebesini de en iyi siz yaparsınız…
belki
hakikaten oyundan sıkılmışsınızdır…
belki
gücünüz bitmiştir…
belki
artık başka bir oyunda yer almanın
hesabındasınızdır…
bunları
da en iyi siz bilirsiniz…
ironik
altın kurallardan biridir ama gerçektir;
“hiçbir
uçak sonsuza dek havada kalmaz…”
yere
iner inmesine de…
iniş
biçimi önemlidir…
her
oyun da bir gün biter…
yazının başına dönersek 80’lerin bir başka unutulmaz nesnesi de rubik küpüdür…ismini macar bir mucitten aldığı için macarca telaffuza göre rübik küpü de olmuştur ama türkçede uzun dönem sabır küpü olarak anılmıştır…kompitürün biraz da yadırgatıcı biçimde bilgisayar olması misali rubik küpü de sabır kübüne evrilmiştir dilimizde ve olayları tersten okumaya meyyal zihnimizde…kompitür bilgisayar değildir çünkü bilgiyisaymaz…sizin karar verdiğiniz biçimde istifler…depo bile edemez…neredeee bilgiyi sayacaktır…bilgi sayılan bir şey de değildir…hele hele bilimle ilişkisi netameli toplumlarda bilgi sevimsizlikle, ukalalıkla, megalomanlıkla falan bir tutulur vandalca ve cahilce…
rubik
küpünde dağıtılmış ve birbirinin içine geçmiş renkleri dilimizdeki anlamına bakarak sabırla(!)
çözmeye kalkarsanız başarılı olma ihtimaliniz sıfırdır…
rubik
küpü sabırla çözülecek bir nesne değildir…
akılla
çözülecek bir nesnedir…akıl olacaktır hatta temel hareketleri bir öğreten
olacaktır ve üzerine bol çalışma
olacaktır…bir küpün altı yüzünde başarılı olmak için öncelikle tek yüzü
yapılacak sonrasında da adım adım ilerlenecektir…arada bazı renkleri biraraya
getirmek için önceden yapılan renklerin bozulması da göze alınacaktır…rubik
küpünü kendi başına yapmaya çalışanların tartışmasız en çok yaptıkları yanlış
bütünü göremedikleri için küpün üzerinde yaptıkları bir iki yüzün uyumuna
kıyamamalarıdır…
oysa
rubik küpünde de bütüne ulaşmak için parçalara
takılmamak gerekir …
hayat
da biraz böyledir…herkese mavi boncuk dağıtan uyumlu kişilere , ortalama kural
ve kalıplara, sığ ahlak anlayışına, günlük siyasete teslim olduğunuz andan
itibaren, odedibudedikimdedinedediniyededinediyecek diye bir sarmala girdiğiniz
andan itibaren, bütünü parçalara feda ettiğiniz andan itibaren yaşarken ya da
siz yaşadığınızı zannederken sizin de helvanızı yer (!!!) birileri…
öldüğünüzü
farketmeden ölmüş olursunuz…
ölmenin
de bin çeşit hali vardır…
yaşamanın
olduğu gibi…
yaşarken
ölenler vardır…
ölse
de hep yaşayacaklar vardır…
mesela
neredeyse bütün kitaplarının adında mutlaka “oyun” kavramı kelime olarak da
geçen oğuz atay kimler için 1977’de
ölmüştür ve hala kimler için yaşamaktadır…
çıkarın
kağıtları yazılı var değerli okur….
“filmdeki
kız ölüyor işte, onu anlamayacak ne var” diye yazacaklar…
şimdiden
notunuz hazır ;
“otur
çocuğum, sıfır…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder