“ tezer özlü” öldü
! ! !
tez yaşanmış ömrüne
“çoook ölümler sığdırıp” öldüğünde
43
yaşındaydı….
*******
1980’lerin!!!
ortasını yeni geçmişiz…
ıstanbul’dayım…6
mat/b sınıfından “sayısal bir
bölümü asla tercih etmeyen kararlı bir
sözelci” olarak mezun olduğum “susurluk lisesi” defteri geride çok şeyi bırakarak kapanmış…hatırlı
bir puanla girdiğim ıstanbul üniversitesi öğrencisiyim artık…bayazıt’taki o tarihi ve çok
azametli kapının altından geçiyorum her gün şaşkın bir telaşla…kapıdaki ak
saçlı “sivil”
görevliye kağıttan üniversite kimliğimi / pasomu gösteriyorum…öyle çipli mipli
kartlar, turnikeler falan yok… daha
hayali bile yok…-her şey o kadar yok ki (!!!) , babam taşkın hoca bana para
gönderdiğinde en ileri teknolojili bankanın
susurluk şubesinin gönderdiği paranın ıstanbul’a varması en az bir hafta alıyor
ve benim o parayı bankadan çekmem de görevlilerin iyi niyetli gülümsemeleri eğer
üzerlerindeyse, bir hafta daha alıyordu…- tarihi ve çok ihtişamlı ve çok da yakışıklı
ana kapıdan içeri girdiğimde kocaman bir bahçe karşılıyor beni ve hepimizi…yazın
ayrı kışın ayrı baharda ve güzde apayrı güzellikleri olan bahçede yürüyorum
yürüyorum ve sağ taraftaki bayazıt kulesi’nin önünden geçtikten
hemen sonra hukuk fakültesi binasının tam karşısındaki okuluma gidiyorum…
ıstanbul
siyasalda öğrenciyim ama aynı zamanda da çökmesi
bile acılar ve kahırlar içinde onlarca yıl alan osmanlı imparatorluğunun en ürkütücü zindanlarından olan “bekirağa bölüğü’ndeyim
yüzlerce genç isimle birlikte… bekirağa
bölüğü üniversitenin tarihi bayazıt yerleşkesinin içinde ama
imparatorluk zamanında ana bina genelkurmay başkanlığı olarak
kullanılırken kimler kimler yaşayan ölüler olarak gelmiş geçmiş
bu zindanlardan…kimler taiflere oralara buralara sürülmüş…kimler
tutuklanmış, işkenceler görmüş, soğuk, karanlık ve rutubet içinde, ideallerinin
peşinden gittiği için bile bile ölüme sürgüne
yürümüş…
sonraki
yıllarda ana bina ıstanbul üniversitesi rektörlüğü olunca bu kez onlarca yıl çapa ve cerrahpaşa tıp
fakültelerinin kadavra üzerindeki eğitim binası ve morgu olarak
kullanılmış bekirağa bölüğü binaları…bekirağa bölüğü’nün eğitim yapıları olarak
kullanılması da 1979 yılında açılan ıstanbul
siyasal binasıyla başlamış…-ıstanbul
siyasalla ilgili kim ne zaman tek bir cümle etse bile, bu fakülteyi 1970’lerdeki yokluğun ve
ufuksuzluğun içinden kuran ve tarifsiz emekleriyle ayağa kaldıran tarık zafer tunaya’yı da anmalıdır…ben de bunu hep yaparım…tarık zafer tunaya’nın kürsüde ders
anlattığı günlere yetişemesem de ölümünün ardından çok soğuk bir kış gününde bahçede
yapılan törene katılan gepgenç bir adam
da gelir gözümün önüne…hepsi kerli ferli profesörler olan tunaya’nın
öğrencileri, bir cemal süreya şiirindeki gibi pardesülerinin eteklerini
çekiştirirken ve hüzünle birkaç cümle ederlerken ben de vardım o törende…kar
atıştırır jilet gibi rüzgar kar tanelerini tozatırken törende bulunmuş ve sıcağı sıcağına yazmıştım günlüğüme profesörün ölümü notumu…o zamanlar
hakikaten gepgenç bir adamdım ve şimdi neredeyse iki çocuğum da benim o
yaşımdan büyük…kim diyordu o güzel cümleleri; memleket mi yıldızlar
gençliğim mi daha uzak ? diye- biz 1980’lerin
ortasından sonuna kadar zamanın bekirağa
bölüğü’nde öğrenciyken bile bambaşka, ağır, kasvetli, ürkütücü, kendine
getirici ve sorgulayıcı havası vardı o
binanın…alt katlardaki sınıflara
anfilere indiğinizde güneşi, gökyüzünü, bulutları unuturdunuz…duvarların
kalınlığı hilafsız metrelerle ölçülürdü…
eh,
koca osmanlının
zindan
duvarları da
santimle
ölçülecek
değildi
hani…!!!
mezun
olduktan yıllar sonra 2012 yazında büyük oğlum umur’la
gittiğimiz ıstanbul ziyaretinde okuluma da uğradığımızda bu kez gözüme daha
bakımlı daha az “zindan” olarak
görünmüştü aynı bina…belki mezuniyetin üzerinden geçen onlarca yılın getirdiği bir rahatlık duygusunun da etkisi
vardı bu hissimde…bir kez daha ,
2015 baharında gittiğimde ise kapıdan içeri girememiştim bu kez çünkü
tadilat vardı zamanın bekirağa bölüğü binasında ve
şimdinin ıstanbul siyasalında…
dilerim bitmiştir bu tadilat…
dilerim tadilat sonrasında
yine istanbul siyasal öğrencilerinin
olacaktır
ya da çoktan olmuştur bu bina……
1980’lerin!!! ortasını yeni geçmişiz…
hatırlı puanla girdiğim ıstanbul üniversitesi siyasal öğrencisiyim…
fakültede
aylar içinde edindiğim insanlar , arkadaşlarım var...
-en
çok kantinde görüştüğüm, çay sigara içtiğim…!!!-
denizli
imam hatip’ten mezun seküler mehmet var…
elbistanlı
ticaret adamı!!! pos bıyıklı dostum hüseyin
kal
var…
mavi gözleriyle bakan koray var…
ıstanbul’un
yedi göbekten yerlisi şımarıkca kızlar var…
babası
üniversitede hoca olanlar
var…
her
fırsatta masa tenisi oynadığımız naim var…
yıllar
sonra uzman” olacaklar var…
konuşurken
hep kekeleyen ama zihni berrak isimler var…
derin entelektüel erol var…
üniversitenin enbigüzelkızı
var…
lorel
ve hardi kılıklı tığteber’le muteber var…
ceketinin
kolları yokluktan hep kısa kalan dostlar var…
ve bir gün o dostların birbirine ben
sizi ararım demesine yıllar var..!!!
biz üniversite kantininde çay sigara içerken kendini çoktan unutarak yalnızca memleketi için kahırlanmış, türküler söylerken kadın erkek demeden birbirine güvenle yaslanmış son kuşaklardık sevgili okur…bilmiyorduk tabletleri, androidleri, twitterları, klavye kabadayılıklarını…facebook aşklarını…ellerimiz hakikaten bir eli tutardı…dillerimiz güzel türküler söylerdi…feriköy yurdu’nda kalırken ben sekiz kişilik odaya bir suskunluk ve hasret çöktüğünde gamsız aytekin “murat hocam patlat bir türkü yahu…” der ben de keyfim yerindeyse “gerizler başını…” söylerdim her seferinde ilk önce…
yazının
başında ne demiştik ;
18
şubat 1986…
“ tezer özlü” öldü
! ! !
tez yaşanmış ömrüne
“çoook ölümler sığdırıp” öldüğünde
43
yaşındaydı….
tezer özlü öldüğünde 18 yaşındaydım...
şimdi 48 yaşındayım....
peki tezer özlü kaç yaşında ???
"Her şey geçiyor... Hiçbir şey geçmese de...."
"Ceset kokmuş ettir. Güzel, peki peynir ne? Sütün cesedi"
diyen kadın kaç yaşında ????
"Her şey geçiyor... Hiçbir şey geçmese de...."
"Ceset kokmuş ettir. Güzel, peki peynir ne? Sütün cesedi"
diyen kadın kaç yaşında ????
ben
size tezer
özlü’yü anlatacaktım değil mi değerli okurlar…
ben
size tezer
özlü’yü yıllar önce anlattım …
hem
de uzun uzun…
hem
de emek emek…
hem
de kanaya kanaya….
işte
aşağıda…
bir
tık ötenizde…
(
murat örem / 16 şubat 2016 / ankara….)
Murat Bey merhaba;
YanıtlaSilBen de sizinle aynı kuşaktan sayılırım, belki biraz daha öncelerden... O kuşağın insanları, şimdilerde zamanla-toplumla bir şekilde uyum sağlamış ya da uyum sağlamayarak uyumlanmış bir şekilde yaşıyor... Türkiye'de, kuşakların psikolojisi, felsefesi, sosyolojisi hakkında bir çalışma yapılıyor mu acaba? Merak ediyorum, kuşaktan kuşağa ne kalıyor?
Tezer Özlü'nün kuşağı...
Bizim kuşağımız...
Bizden bir sonraki kuşak...
Şimdiki kuşak...
Ancak ülkemizde kuşaklar birbirine el vermeden kendi başlarına büyüyor, yaşlanıyor ve "puslanarak" bir şekilde tarihe karışıyor...
Çok isterdim bizden öncekiler, bizimkiler ve sonrakiler olmak üzere kuşakların özelliklerinin incelenmesini ve karşılaştırılmasını... Kimbilir ne önemli fikirler ve tespitler ortaya çıkardı!
Bence her kuşağın, bu özellikleri bilmeye ihtiyacı var. İnsanın hayata ve kendine bakışı mutlaka çok değişecektir... Bu konuda bir çalışmayı umut etmeli mi acaba? Bizde herhalde dönem romanları, yani edebiyat yapıyor bu işi, ancak akademisyenlerden ses yok gibi görünüyor...
Sevgi ve selamla...
Kemal Atalay
sevgili kemal atalay ;
YanıtlaSilbelki her yorumunuza uzun uzun cevap yazamıyorum....
ama bilin ki her yorumunuzla okuyanın zihninde bir pencere daha açıyorsunuz...
her kelimenin her cümlenin içinde yılların birikim ve emeği, gözlem ve önerileri var...
biz söyleyip yazacağız....
cemil meriç'in tabiriyle "düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı" zamanlar bile olsa düşünüp yazacağız...
sevgiler selamlar...
murat örem...
Hiç düşünür müydün adını, simasını bile bilmediğin okul arkadaşlarınla yıllar sonra tanışıp, kaynaşıp, dost olacağını.
YanıtlaSilEllerine kalemine yüreğine sağlık. ❤️