25
yaşındaydım…
üniversite
bitmişti…
yıl
1993’tü…
ümitlerim
vardı…
gençliğim
vardı…
kesin
kararlarım da…
ömrümü
başıma ne gelirse gelsin harflerin kelimelerin seslerin arasında geçirecek ve
adına para denen rezil şeyi yalnızca bu
alandaki emeklerimle kazanacaktım…dışı seni içi beni yakar
misali üniversiteden aldığım fiyakalı siyasal
bilgiler fakültesi diplomasının
önümde seçenek olarak açtığı hiçbir
mesleği yapmayacaktım…bu alanlardaki hiçbir sınava bile girmeyecektim…
müfettiş
olmayacaktım…
kaymakam
olmayacaktım…
mali
müşavir olmayacaktım…
idari
hakim olmayacaktım…
vs…vs…vs…vs…
gazeteci
olacaktım…
yayıncı
olacaktım…
yazan
okuyan biri olacaktım…
bu
kararımın da etkisiyle mezun olduğum okulla birebir ilintili hiçbir mesleğin
sınavına girmedim…girsem hemen kazanır mıydım onu da bilmiyorum…
ama
;
bilenler
bilir , ebleh bir adam olmamıştım hiçbir zaman…
bir
şeyi çok istersem hep başarmıştım…
sorun,
genellikle, hiçbir şeyi çok
istemememdeydi…
istediklerim
az ama çok zor şeyler olmuştu hep…
ve istediklerimi hep elde etmiştim…
bu
yüzden demişti, uzaklardan akrabam
olsa da beni zamanında çok ama çok iyi tanıyan bir genç kadın, sen yenilmeyi bilmiyorsun…diye…övmüş
müydü…sövmüş müydü…yoksa yalnızca gerçeği mi söylemişti…hala düşünürüm…bir
karara varamam…
çalışmak
ve başarmak arasındaki ilişkiyi bilmekle birlikte donanımlı olmakla ve aklıma
takılan soruyu sorup öğrenerek başarmak arasındaki ilişki her zaman
daha cazip gelmişti bana…bir gün yaz tatilinde susurluk sokaklarında
dolaşırken ağzı daracık su dolu bir şişenin içine eni konu yerleştirilmiş
kocaman bir salatalık görmüştük aynı anda yanımdaki genç isimle…aklın hemen alacağı bir görüntü
değildi..ve gariptir ki ikimiz de aynı anda kurmuştuk soru cümlelerimizi…ama
sorularımız da cümlelerimiz de birbirinden çok farklıydı…o, bunu nasıl yapmışlar
acaba …diye sorarken….ben bunu neden
yapmışlar
acaba demiştim gayri ihtiyari…
ömrüm,neden sorusuna cevap aramakla geçti
taa o zamanlardan….
ömrüm,neden sorusuna cevap aramakla geçti
taa o zamanlardan….
*******
yıl
1993’tü…
yaklaşık
altı aydır, ilk açılan özel radyolardan olan ve dönemin ankara büyükşehir
belediyesine bağlı radyo anki’de haber ve program sunuyordum…mesleğinin hakkını
verdiği için hakkıyla efsane olan jülide gülizar’ın
öğrencilerindendim…herkesle birlikte bana da çok sahiplenici davranmıştı jülide
gülizar…aylarca aynı odanın içinde olmanın rahatlığıyla bana
biraz daha iltimaslı davrandığını söylersem ve bunda benim yaşıtlarıma
göre bir çok şeyi çok daha iyi biliyor
olmamın katkısı da vardı dersem birileri
buna itiraz eder mi bilmiyorum…ama benim hissettiğim tam da buydu…jülide
gülizar’ın da bana hissettirdiği tam da buydu…
jülide
gülizar yalnızca mesleğinin iyilerinden, gözü
karalarından değildi…iyi bir okur yazardı…çok iyi bir dinleyiciydi…acımasız ama
kırıcı olmayan eleştirmendi…bir gün haber okumamı dinlemiş; “bu
genç adamın saçı da dik, sesi de dik, kendi de huyu da dik” demişti burnunun üzerine düşen gözlükleriyle
ve gülümseyerek bakarak….jülide gülizar bir başka açıdan da
tam bir disiplin örneğiydi hepimiz için…sabahın erken saatinde işinin başında
olur, o yaşında bile daktilonun başına geçer ve saatlerce meslek anılarını
yazardı…sonrasında bu anılar hep kitap olarak okurlarının önüne çıktı…ne kadar
satıldı , ne kadar okundu ne kadar
umursandı derseniz onu bilemem…elbette hak ettiği kadar okunmadı, bilinmedi,
önemsenmedi…yazılı kültüre bu kadar uzak bir toplumdan daha fazlasını beklemek
ne kadar gerçekçi bilemiyorum ama bizler
bir avuç genç hep o çabalara şahitlik ettik radyo anki çalışanları
olarak…içimizde örnek alanlar da oldu elbette…
hayatımdaki
çok güzel insanlardandır jülide gülizar…ömrünün son
yıllarında pop yayın ikonu yapılmak istense de yayıncılıkta çok önemli bir
örnek olmuştur kıymetini bilenlere…
biz
genç erkeklere de eleştirileri olurdu ama içimizdeki şımarık genç kadınları hiç sevmezdi
ve bunu enikonu belli ederdi jülide
gülizar…şimdi içinizden bazıları bu cümleleri okurken kadın olacak bir de genç olacak da şımarık
olmayacak…bu mümkün mü derse…onlara da müstehzi müstehzi gülmek
isterim…22 yaşındaki büyük oğlum umur’un hilafsız bütün kadınlarla
ilgili önemli ve ortak saptamaları var ama ben onun tan tan söylediklerine ne kadar hak versem de hala biraz da gençliğin toyluğuyla bu kadar
keskin konuştuğunu düşünmek istiyorum…
konumuza
geri dönersek evet şımarık genç kadınları hiç sevmediğini gördükçe jülide
gülizar’ın ben kendisini daha çok severdim…çünkü ben de hiç sevmedim
şımarık kadınları…kadınların bana şımarmasını çok sevdim de cahil şımarıklıkları
hiç sevemedim. bir gün benim bir deneme
yazımı okurken “kumaşın eprimesi ve ernimesi ” ifadelerime dikkat çekmiş ve bunları artık neredeyse benim
yaşıtlarım bile bilip kullanmıyor aferin sana kendini çok iyi yetiştirmişsin
demişti jülide gülizar…bir maaş ikramiye vermiştim gönlümden kendi
kendime…yalnızca gönlümden tabi ki…yoksa maaşım bile belli değildi….
aylarca
kaşeli / telifli çalışmıştım radyo anki’de…
iş
güvencem birilerinin iki dudağının
arasındaydı…
başka
çarem yoktu…
madem
ki okulumun meslek sınavlarına girmeyecektim…
madem
ki tek bir hedefim vardı….
madem
ki harfler , yazılar ve seslerle kazanacaktım evin parasını….
çalışacaktım…
1993’ün
başından itibaren yayınlara da giriyordum radyo anki’de….
ocak
ayının 24’ü olduğunda bütün türkiye gibi ben de büyük bir şaşkınlık yaşamıştım…uğur
mumcu öldürülmüştü…polemikteki ustalığıyla , emek verilmiş araştırmacı
gazetecilikte üzerine düştüğü konuları çok iyi bilmenin gücüyle haklı ukalalığı
da üzerinde çok iyi taşımasıyla bir çok isme model olan uğur mumcu paramparça
edilmişti…
türkiye
yeniden büyük bir anaforun tam kapısındaydı…
aradan
birkaç gün geçmişti ki , sobayla ısınan seyran’daki ispir sokak’taki evde
sabah haberlerini dinlemek için radyo anki’yi açmıştım buz gibi olan
yatak odasında saat 10.oo olduğunda…yayın sabah 10’da başlardı o zaman…-her
şey şimdiki kuşaklara ne kadar şaşırtıcı geliyor değil mi…24 saat yayın yap(a)mayan
bir radyo istasyonu…muhtemelen hiçbirinin aklı almıyordur…-sigara
paketi büyüklüğünde küçük siyah bir fm radyom vardı amerikan pazarından hatırlı
bir para vererek satın aldığım…hala durur…arada çıkarır bakarım , elime alır
okşarım , gençliğimi görürüm o radyonun kendisinde…
bazı
isimler , bazı sesler, bazı kokular hani hiç silinmez ya insanın hafızasından…o
anı o kadar net hatırlıyorum ki hala, aradan tam 23 yıl geçse de…mikrofonun başında
işini her zaman önemseyen fatih aker vardı…haber sinyalinin
ardından fatih aker ilk haberi okurken ben de yatağın içinde mahmurluk
yapıyordum yeni bir çalışma gününe başlamak için…cümle başladı ama fatih
aker mesleğinde çok çok az
yaptığı gibi –çünkü iyi bir yayıncıydı- haberi okurken bir anlık durakladı
ve adnan
kahveci cümlesini kurmaya başladı…muhtemelen haber son anda gelmişti fatih
aker’in önüne ….öyle bilgisayarlar , intercomlar falan yoktu
elbette…haber merkezinin başında artık aramızda olmayan medeni hacıimamağaoğlu
vardı…medeni ya da haber merkezinde görevli bir isim adnan kahveci haberini
ajanstan son anda almış belki de redakte bile etmeden anadolu ajansı mahreçli
kağıt haber rulosundan o haberin olduğu kısmı cart diye yırtarak iki kat
aşağıdaki stüdyoya yetiştirmişti nefes nefese….fatih aker, yutkundu bir
derin nefes aldı ve haberi okumaya başladı…aradan geçen birkaç saniye içinde
çok şeyin ters gittiğini hissetmiştim taze ve genç bir yayıncı olarak…ve cümle
tam da beklediğim gibi geldi…adnan kahveci ve aracın içindeki birkaç kişi
daha resmi olarak açılmayan ankara –istanbul otobanına ters yoldan girmişlerdi
ve bir yük aracının altında kalmışlardı…adnan kahveci ölmüştü…füsun kahveci
ölmüştü…çocuklarından birileri ölmüş bazıları yaralı olarak kurtulmuştu…
fatih
aker haber bültenini bitirdi….en az biz dinleyiciler
kadar o da son dakika haberinin şoku içindeydi…ben yattığım yatağın içinde
ruhen de buz kestim…mutfaktan kaynayan çaydanlığın sesi geliyordu…çayı
çaydanlığı ve şımarık genç kadını bıraktım , hemen kalktım , giyindim ve radyo
anki’nin yolunu tuttum…
hülasa
;
türkiyenin
en parlak beyinlerinden adnan kahveci de ölmüştü…
1949
yılında doğmuştu adnan kahveci…
1993
yılında ölmüştü…
öldüğünde
yalnızca 44 yaşındaydı adnan kahveci….
ocak 24’te uğur mumcu bir arabanın
içinde paramparça edilmişti…
şubat 5’te adnan kahveci bir
arabanın içinde paramparça olmuştu…
aradan iki hafta bile geçmeyecek bu kez
jandarma
genel komutanı eşref bitlis ankara üzerinde düşen bir uçağın içinde
yürüyecekti ölüme….
aradan iki ay daha geçecek bu kez dönemin
cumhurbaşkanı turgut özal çok eski model bir ambulansın içinde
gidecekti ölü bir bedenle, hacettepe
üniversitesine….
aradan birkaç ay daha geçecek bu kez de
sivas’tan gelecekti peşpeşe ölüm haberleri….nesimi çimenler, asım bezirciler,
hasret gültekinler, metin altıoklar ve onlarca insan ölecekti dumandan
ve ateşten etkilenerek….
1993
türkiye için bambaşka bir yıldı…
adnan
kahveci’nin ölümü üzerinde de aylarca yıllarca
senaryolar üretildi…
gecenin
o saatinde halen açılmamış bir otoyol üzerindeki bu çarpışmanın bütün iyimser ihtimalleri
zorlayan bir karanlık tarafı olduğu söylendi yazıldı çizildi…bu tasarlanmış bir
kazaydı denildi…çok şaşırtıcı ve ürkütücü bilgiler de paylaşıldı bölük pörçük…bütün
bunların yanında araya rezil magazin haberleri de iliştirildi…ikisi de kazada
aynı anda ölen füsun ve adnan kahveci’nin aralarındaki ilişkiye ve ilişkisizliğe dair…
fakat
gerçek olan şuydu….
adnan
kahveci bir başka beyindi…
sokaktan
halktan ve hayattan gelen bir beyindi….
dürüst
bir beyindi….
sayısal
başarıya doymuş bir beyindi…
girdiği
bütün sınav ve okullarda açık ara birinci olmuştu çünkü…
türkiye
üzerine ilginç tezleri ve hedefleri de vardı…
yaşasaydı
, bütün seçimlerde elektronik oylamayı birkaç yıl içinde hayata geçirecekti…sonuçlar
hiçbir tartışmaya mahal vermeden hemen bilinecekti. irili ufaklı onlarca
projesi vardı….tanzimattan beri doğu batı sarkacında gidip gelmekten bitap
düşmüş bir toplumda icat çıkaran aykırı bir isimdi adnan kahveci…ve çok
gariptir ki icat çıkaranları hiç sevmeyen toplum adnan kahveci’yi
sevmişti, bağrına basmıştı….
çünkü
sahihti adnan kahveci…
sahiciydi…
olduğu
gibi görünüyordu…
göründüğü
gibi olmuştu…
bu ne büyük bir suçtur!!!
ve
ne büyük bir erdemdir bilir misin
ey okur;
elalem ne der diye diye ömrünü tüketmiş bir
toplumda….
adnan
kahveci deyince birileri, bugün bile hala
burnumun direği sızlar…
hayatımda
hiç ona ve partisine oy vermiş biri değildim ben…
sonraki
yıllarda da vermedim…
ailem
de vermemiştir muhtemelen…
ama
o partinin içinde her partide olduğu gibi çok farklı beyinlerin olduğunu
biliyordum siyasetle, ülkesiyle ve hayatla yakından ilgili biri olarak…büyüklerim
de biliyordu….adnan kahveci benim için bu isimlerin en kıymetlilerindendi…ekrem pakdemirli…kaya erdem…işini çok iyi
yapan insanlar olarak göründü her daim o genç halimdeki gözüme…bir tınaz
titiz’in yaşadığı çağın ötesinde bambaşka bir akıl olduğunu bilenler
biliyordu zaten…
ne
zaman adnan kahveci dese birileri,
ki
artık o kadar çok az insan diyor ki bu ismi….
aklıma
bir de dönemin isimlerinden olan bedrettin dalan’ın anlattığı bir anı
gelir…turgut özal liderliğinde anap’ın kurulmak üzere olunduğu
günlerde dalan partiye gider…özal, arada bir kahveci diye
seslenir….hemen orada bulunan adnan kahveci gelenlerle şakır şakır
ingilizce konuşmaya başlar sonra tekrar işinin başına döner…evine dönen dalan
eşine döner ve şunu der ; “ yahu hanım, adamlar o kadar eğitimli ki
partinin çaycısı kahvecisi bile takır takır ingilizce konuşuyor.!!!!
ne
zaman takvim 5 şubat’ı gösterse,
bir
öküz gelir oturur göğsümün tam üstüne
adnan
kahveci gelir aklıma…
ispir
sokak’taki yatak odası buz gibi olan ev gelir aklıma…
ve
aklım hiç almaz…
ben
şimdi şu 48 yaşındaki halimle
41 yaşında ölen sabahattin ali’den
43 yaşında ölen oğuz atay’dan
36 yaşında ölen orhan veli kanık’tan
44 yaşında ölen adnan kahveci’den
büyük müyüm…
onların abisi mi oldum
derim….
evet,
artık biliyoruz
şu
hayat çok garip…
ama
hayat en çok güzel insanlarla garip…
ölümlerinin
23. yıldönümünde
uğur
mumcu’yu,
adnan
kahveci’yi
eşref
bitlis’i
turgut
özal’ı
sivas
kayıplarını
ondandı
bundandı
bizdendi
sizdendi
sağcıydı
solcuydu
demeden
saygıyla
saygıyla
saygıyla
anarak….
ve tabi ki
her
geçen günle
benden
daha da uzaklaşan kıyıda kalan
gençliğime
ve ümitlerime de
kabullenmiş
bir huzurla el sallayarak….
(
murat örem / 5-6 şubat 2016 / ankara…)
-fotoğraf / radyo anki günleri ….murat
örem evde ders çalışırken!!!!-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder