Herkes
ama herkes hoş geldi....
Bir
süreliğine bu topraklardasınız ,
kadim
bir medeniyetler vadisinin kalbindesiniz...
Işığın
yükseldiği yerdesiniz ; Doğudasınız...
Yüzyıllardır, doğunun hurafeleriyle çarpışa çarpışa batılı
da olmaya çalışırken derin iç
huzursuzlukları yaşayan yerdesiniz...
Bir
başka ifadeyle; Batıdasınız da....
Doğu
batı kavramlarını anlatmayı başka zamana bırakalım ve söze şöyle başlayalım ;
21.
yüzyılın en büyük masallarından biri de küreselleşme ya da globalleşme
kavramı oldu...
Bu masalda
daha da ileri gidenler , son on yirmi yıldır dünyayı herkesin herkesten
haberdar olduğu bir köye benzettiler...
Bu
benzetme söyleyenlerin de dinleyenlerin de hoşuna gitti...
Evet,
ulaşım ve iletişim anlamında dünyamız bir köy gibi oldu...
Bilenler
bilir , sosyoloji bilimine göre köylerde hayat çok fazla gözetim altındadır...
Köy bir
yanıyla emek odaklı üreticidir ama öte yanıyla da insanı ve ilişkileri tüketir
çünkü neredeyse bütün hareketleriniz bilerek ya da bilmeyerek gözlem altındadır
köylerde...
İşiniz
ilişkileriniz aşklarınız kavgalarınız sevinçleriniz gizli saklı kalmaz, kalamaz köylerde...
Her şey
kalabalıklar içinde yaşandığı için birey
olmak aklınızdan çıkar gider ve kalabalığın içinde kaybolmanızın en güvenli yol
olduğunu söyler size zihniniz köylerde...
Hayat
renksizdir ama nispeten tehlikesizdir de...
Köylerin
biraz daha irice olanlarına Türkçede kasaba veya ilçe deriz...
Kasabalarda
ilçelerde hayat daha da tüketicidir...
Hem köy
kadar toprakla üretimin getirdiği meşguliyet ve yorgunluk yoktur hem de zamanın önemli kısmı kimin nerede ne yaptığına
harcanır ...
İnsanlar
da yine birbirlerini acımasızca gözlerler...
Kentlerin
farkı ve büyüsü buradadır işte...
Kentlerde
ayakta kalmak için tanıdık birinin oğlu ya da kızı olmanız bir yere kadar işe
yarar...
Daha çok kendi ayaklarınız üzerinde
durmanız , birey olmanız gerekir kentlerde...
İlişkilerin
ve denetlemelerin daha seyrek olmak zorunda kaldığı kentlerde doğal olarak
birbirini gözleme ve hüküm verme imkanı da azalır...
Bu durum kişiye hem bir özgürlük duygusu
hem de uzunca bir süre yalnızlık duygusu verir...
Çünkü
hastalandığınızda parasız kaldığınızda sizi tanıyan ve koşulsuz sahip çıkan
birilerinin sayısı çok çok daha azdır kentlerde....
Bu
başlangıç cümlelerini şunun için kurdum sözün başında....
Buraya
niye geldiğinizi kendinize bir kez daha esaslıca sorun istiyorum...
Hayatınızın
bir döneminde Türkiye’de olmak duygusu mu getirdi sizi buralara...Herkesin
yaptığı bir işi yapma duygusu mu...Zaman geçirme duygusu mu ? Başka bir şey mi
? Bir kültürü tanımak mı ?
Oryantalist
bir bakış açısı mı ?
Herkes
bu soruların cevabını zihninden verirken ben devam edeyim....
Einstein
ki dünyanın çok önemli bilim adamıdır çünkü söyledikleri biz sıradan insanlar
için de anlamlıdır , şöyle demiştir
neredeyse 70 yıl önce ;
“ ne
hazin bir çağda yaşyoruz, bir atomu parçalamak önyargıları aşmaktan daha
kolay....”
İnsanın
en ahlaksız taraflarından biri de önyargılarla kuşatılmış olmasıdır...
Bu
önyargıyı ailemizden , okulumuzdan , iş yerinden , özellikle medyadan, kısaca hayatın her yerinden alabiliriz...
Bizi biz yapan değerler !!! aslında
önyargılarımızın toplamıdır...
Ve sanılanın aksine aslında önyargılarımız bizi biz yapmaz...
Daha doğrusu insan yapmaz....
O
köylerin kasabaların içindeki aylak ve dedikoducu insanlara benzetir bizi önyargılarımız... ...
Bu
yüzden önyargılarımızı ne kadar fazla sorgularsak, hayatı ve kendimizi de doğru
tanımlamış oluruz....
Bu
topraklara geldiniz ve daha gelmeden kafanızda fikirler vardı...
Bu fikirler aslında önyargılarla pekişen
kavramlardı...
Ve
havaalanına indiğiniz andan itibaren bu önyargı düzeneği çalışmaya başladı...
Dünya
tarihi bize önyargılarla kuşatılmış binlerce kötü olayı anlatabilir...
Siz
amerikalılar , avrupalılar şöylesiniz böylesiniz diye
onlarca olumsuz cümle kurabilirim....
Siz de
tersini kurabilirsiniz....
Oysa bunların çoğu tam anlamıyla klişedir
ve size doğruyu kesinlikle göstermez...
Kalabalıkların önyargılarıdır bunlar...
Ve çok tehlikelidir....
İşte bütün
bunları aşmanın yolu daha çok soru
sormaktır...
Soruyu
sorup cevabını sakince ve önyargılardan uzak biçimde beklemektir...
Okuyup
yazdıklarınızı konuştuklarınızı hatta düşündüklerinizi süzgeçten
geçirmenizdir....
Burada
geçirdiğiniz zaman dilimi içinde zihniniz kıyaslamalar da yapacak...
Burada
böyle, ülkemde böyleydi diye
diye...
Bunları
yapmaktan korkmayın ama asla hemen bir
karara varmayın...
Bekleyin...
Bir
çayın demini alması için nasıl zaman gerekiyorsa
fikirlerin
de demini alması için bekleyin....
Biz Türkler
çayı demleyerek içeriz...
Poşetler
içinde sallanan çayların lezzetini sevmeyiz...
Çünkü
haşlama diye tabir edilen çayla demlenen çay arasında çok fark vardır ...
Fikirlerin
de demlenmesi bu yüzden çok önemlidir....
George
Orwell 1984 isimli romanında şunu anlatmıştır özetle ; öyle
bir çağ gelecek ki insanlar bir büyük abinin (!) gözetiminde , baskısında
yaşarken nefes alışları bile takip edilecek...
Bu roman
onlarca yıl önce yazıldığında distopik bir olgu olarak görünse de bugünü iyi öngörmüş
bir kitaptır...
Düşününce
yazılanların ne kadar haklı olduğunu görebilirsiniz...
İstendiğinde
bir tuşa basıldığında hepinizin günde ne kadar para harcadığı , internette nerelerde
gezdiği, ne yapıp ettiği saniyeler içinde çıkarılabilir...
Bu yapılıyor
da zaten...
Hem de
ruhumuz bile duymadan...
Gördüğünüz
gibi dünyamız hakikaten bir köy olmuş durumda.....:))))
Ama
nasıl bir köy...
Ama
nasıl bir koy....:)))
İşe Orwell
‘ın romanı tarafından bakıldığında çok karamsar olma ihtimalimiz kesindir...
Aynı
dönemde Aldous Huxley daha farklı bir şey söylemiştir ; dünya ilerleyen günlerde
Orwell’in anlattığı gibi çok despotik ve ürkütücü bir yer olsa bile bunu
yapanların metodları bence daha farklı olacak...
Orwel’in
romanındaki gibi korkutarak yapmayacaklar bunu...
bilgiyi
beynimize vura vura anlatmak yerine ortalığa bilgi diye, sanat diye, estetik
diye, kültür diye binlerce kavram sunacaklar ve biz sıradan insanlar bu
keşmekeşin içinde istesek de doğru ve güzele ulaşmada kaybolacağız....
Ve
beyni uyuşturulmuş insanlar olarak bunun farkına varamayacağımız için ayağa da
kalkamayacağız...
Bu konu
böyle uzar gider...
Şimdi
bu konuşmamın ardından bir kez daha düşünün...
Başınızı
yukarı kaldırın, gözlerinizi tavana dikin ve en temel soruyu sorun;
Ben ne kadar insan olabilirim...
Ben ne kadar kalabalıklardan
uzaklaşabilirim...
Ben nereden başlayabilirim....
Dilerim
ve umarım ki burada geçirdiğiniz zaman dilimi içinde bu soru beyninizde hep bir
kıymık gibi durarak sizi rahatsız etsin...
Ülkenize
döndüğünüzde de rahatsız etsin...
Ve oraya gittiğinizde içinde yaşadığınız ülkenize
de bu sorularla bir kez daha bakın....
Ve yine
dilerim ki , sorularınız sizi ölene dek huzursuz etsin..
Çünkü
dünya daha güzel bir yer olacaksa, bu
yalnızca huzursuz insanların o tatlı huzursuzluklarıyla olacak....
Evet ,
zor bir dünyada yaşıyoruz....
Evet ,
ahlaksız bir dünyada yaşıyoruz...
Hayat
bize her şeyi düzeltme gücü vermeyebilir ....
Ama
bilin ki bir şeyleri iyi kötü düzeltmenizin tek yolu kötü giden bir şeylerin
farkına varmakla başlar....
Bunun
tek yolu budur....
Bu
konuşmayı zihninize bu tarafıyla kaydedin....
Hepinize
tekrar hoşgeldiniz diyorum...
Hepimiz
bir yerlere hoş geldik ama bomboş geri dönmeyelim....
( murat
örem / 26 ağustos 2013 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder