Daimi okurlar bilir...
Bu satırların yazarı
1980’li yılların ikinci yarısını şiire edebiyata müziğe hayata sevdiği kıza
aşık biri olarak İstanbul’da geçirmiştir üniversite öğrenciliği yıllarında...
Bayazıt’ı,
Çınaraltı’nı, Sahaflar’ı, Fatih’i , Eyüp’ü, Piyer Loti’yi , Taksim’i, Şişli’yi,
Feriköy’ü, İstanbul Üniversitesi’nin Merkez Kampüsünü ve daha onlarca yeri onbinlerce adımla dolaşmıştır...
Mecidiyeköy’den
, Levent’ten, Etiler’den, Kurtuluş’tan , Feriköy’den kar kış demeden Bayazıt’a
çoook yürümüştür...
Cebinde
bilet ve taksi parası varken de yürümüştür yokken de yürümüştür...Yürümenin
en büyük terapi , en hakiki arkadaş olduğunu
o günlerden bilmiştir...
Tarihi
Galata Köprüsü’nün altında , Çicek
Pasajı’nın içinde kötü biralar da içmiştir,
yüzlerce oyunu da izlemiştir...
Sultanahmet’in
bahçesinde de dolaşmıştır Süleymaniye’nin muhteşem mimarisine hayran hayran
bakarken Mimarların mimarı Sinan’a da
çok selam göndermiştir...
1980’lerde gençliğini ve
ilk erişkinliğini yaşamışların gönlünde
bambaşka yeri yardır Yeni Türkü
grubunun...12 eylül rüzgarıyla sararıp solmuş ruhlara hatırlı
bir soluk üflemiştir o dönemde Yeni Türkü yaptığı müzikle...Yıllar
içinde üyelerinin çoğu değişmiş olsa da demirbaşı hala grubun başındadır Yeni
Türkü’nün....
Aynı dönemin unutulmaz
müziklerini yapan yine yıllar içinde elemanlarının büyük bölümü değişse de bugün
de çalışmalarını sürdüren bir başka grup da Ezginin Günlüğü’dür
elbette...
Yeni Türkü hala hemen
Derya Köroğlu diye tamamlanırsa zihinlerde, Ezginin Günlüğü de Nadir Göktürk diye anılır
müziğe daha yakın isimlerce...
Bu iki grubu, çok emek verilmiş nitelikli müziklerinin
yanında onlarca yıldır farklı kılan en önemli unsurlardan biri de bestelerinde kullandıkları şarkı sözlerinin hatırlı
bir kısmının has şairlerimizin büyük
şiirlerinin olmasıdır...
Bugün ölümünün 14.
yıldönümünde yazıyla andığımız Can Yücel de bestelenen bir çok
hakiki ve unutulmaz şiirin sahibi olmuştur...Yeni Türkü de Ezginin Günlüğü de
ayrı ayrı Can Yücel şiirlerine apayrı değerler katmıştır...
Mesela ne demiştir Yeni Türkü Can Yücel’in dizelerinde ;
“Başka türlü bir şey
benim istediğim
ne ağaca benzer ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz
havası ayrı hava...”
Şair, edebiyatçı ve nev-i
şahsına münhasır çevirmen olan , edebiyatımızın tok sesi Can Yücel 21 Ağustos 1926’da İstanbul’da doğar . Türk eğitim tarihinde öğretmenliği, müfettişliği, milletvekilliğiyle,
Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde de açtığı konservatuar, Köy Enstitüleri ve
Tercüme Bürosuyla hala anılan Hasan Ali Yücel’in oğludur Can Yücel.
Can Yücel anne ve
babasına ilişkin kurduğu cümlelerde ailesine dair ipuçlarını da koyar ortaya ve şöyle der;
“Annem Romanyalı,
mahzun bir kadın.
Çok güzel. Boy: 1.80. Müthiş
şefkatli.
Babamın başka kadınlara
zaafı malum.
Annem hep kabullenir.
Hepsine göğüs gerer.
Annem aşık babama
çünkü…
Annemin aşık olmamasına
imkan yok.
Ben de aşıktım ona
aslında…
Birden terslenir babam.
Sonra öylesine insan
canlısı ki.
Annem peşinde pervane”
Dedesiyle ve yalnızca sevgisinden
çoğu kez ‘herif’ diye bahsedeceği babasıyla yapılan tatlı tartışmalar
hiç bitmez evlerinde Yücel ailesinin. Bu arada daha ilkokul üçüncü sınıfta ‘leyli’
yani yatılı okula yollanır Can Yücel ikizi olan kız kardeşi Canan’la sürekli
kavga ettikleri için…
Bu dönemi de şöyle
anlatır Can Yücel; “İlkokul üçteyim. Küçücük çocuk. Boğaziçi okulunda okurdum. Evden
yolladılar. Leyli yollandım. Hem aynı şehirde oturacaksın, hem de okula yatılı yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Evde
ikiz kardeşimle kavga ediyorum diye yollandım. “
Bu duruma çok içerleyen Can Yücel, kabullenir durumu. Zaten, o ünlü bir futbolcu olacaktır. Futbolculuk
öyle bir özlem olmuştur ki Can Yücel için
kocaman adam olup çoluk çocuğa karıştıktan sonra bile futbolculuk
aklının bir kenarında kalacaktır hep.
Çocukluk rüyalarına da
karışamaz ya kimseler (!) ağları yırtan
goller atar rüyasında, belki gol kralı bile olmuştur da, sırası gelmediği için
paylaşamamıştır bu durumu…
Kimbilir....
Futbolcu olma hevesi
yarım kalır küçük Can’ın. Bu heves yarım kalmasına kalır da, yıllar içinde bu
kez sözcüklerden hatırlı bir futbol takımı kuracaktır Can Yücel.
Birbirinden ilginç eğretilemeler,
göndermeler, ironiler, mısralarla atılacak voleler ve goller sırasını bekleyecektir ilerleyen
dönemde yedek kulübesinde okurla
bulaşmak için !.
Çocuklar için yavaş,
büyükler içinse bir yaştan sonra ışık hızıyla akarken hayat, babası Hasan Ali Yücel milletvekili
olur Can’ın.
“Ankara”ya göç
zamanıdır.
Bakalım hayat kimlerle
bir araya getirecektir yıllar sonra
“Söyleyin dağlara
rüzgara
yurdundan sürgün çocuklara
düşmesin kimse yılgınlığa
geçit vardır yarınlara “
dizelerini yazacak olan
Can Yücel’i...
Ankara’daki Taş Mektep’e
alışamaz Can Yücel.
Önce vekil sonra başvekil
/ bakan oğludur artık....
Bu dönemlerde biriyle
kavga ettiğinde küçük Can değil de hep
karşı taraf suçludur her nedense..! Can
Yücel’de ilerleyen yıllarda gittikçe öne çıkacak olan adalet duygusu ve muhalif
olma refleksinde çocukluk günlerinde yaşadıklarının mutlaka payı vardır...
Bir gün Maarif Vekaleti /
Milli Eğitim Bakanı olarak babası okuluna gelir Can Yücel’in. Bahçede sıra
olmuşlarken bir adım öne çıkmasını ister Can’dan. Utanarak öne çıkar Can. Babasının
söylediği “Saçlarınızı işte bununki gibi kestireceksiniz!” cümlesini
duyar duymaz mesajı almıştır küçük Can.
Ertesi gün saçını başını
dağıtıp okula gelir...
Cemal Süreya yaşananları bir
başka açıdan değerlendirerek şunları söyleyecektir yıllar sonra Can Yücel için;
“Vekil oğlu olmak sıktı Can Yücel’i.
Arkadaşıyla kavga etse suçlu olan hep karşı taraf. Olacak iş mi bu? Bu durum,
küçük Can’da bütün suçları üstlenme duygusu yarattı. Hatta suç arama…”
Babasının düzgün öğrenci
numunesi (!) olarak kendisini yüzlerce öğrenciye göstermesine ertesi gün saçını başını dağıtarak tepki veren çocuk büyüdüğünde bu kez bir babaya
yazılacak en güzel şiirin de şairi olacaktır ama Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim diyerek...
“ Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep , hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.”
Ortaokul bittiğinde, Atatürk
Lisesi yıllarında Nurullah Ataç’ın,
Cevdet Kudret’in öğrencisi olur Can
Yücel... Dünya edebiyatını tanır, Latince öğrenir... Sekiz öğrenci gül gibi
geçinip gider.
İlerleyen yıllarda dünyanın en ünlü cerrahları
arasında olacak Gazi de Can gibi bu öğrenci grubunun içindedir…Can ve Gazi eğitimleri
boyunca harçlıklarını biriktirirler bıkıp usanmadan. Dışarı gidecekler, dünyaya,
ülkelerine bir de başka taraftan bakacaklardır.
Liseden mezun olduktan
sonra Can ve Gazi Milli Eğitim Bakanı'nın kapısını çalar, yurtdışına okumaya
gönderilmelerini isterler. İyi notlarla okullarını bitiren gençleri dinleyen
Bakan, öğrencilerden birini odadan dışarı çıkarır. Odasında kalan Gazi isimli
gence
"Seni gönderebilirim
ama arkadaşını gönderirsem dedikodu olur.. Bu yüzden onu gönderemem.”
der.
Can durumu ve kararı
öğrenince boynunu büker. Boynunu büker
bükmesine de hiç tereddüt etmeden "Madem
öyle, benim biriktirdiğim parayı da sen al. Hiç olmazsa amacımı böyle
gerçekleştireyim" diyerek yıllardır biriktirdiği parayı arkadaşı
Gazi ‘ye verir.
Makamına çıktıkları Milli
Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'dir. Dedikodu olur endişesiyle yurtdışına
göndermediği öğrenci ise oğlu Can Yücel’dir
elbette..Can’la birlikte yurtdışına gitmek için makama çıkan diğer öğrenciyse ,
Türkiye’nin gururu olacak ünlü beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil...
Sanki bir masal gibidir
bugünden bakınca yaşananlar...
İki öğrenci sınıf
öğretmenlerinin değil,
okul müdürünün değil ,
ilçe , il eğitim müdürlerinin makamına değil,
Milli Eğitim Bakanı’nın huzuruna çıkıp yüz yüze
görüşebilmekte taleplerini dile getirebilmekte ve bir öğrencinin yerinde
görülen talebi karşılanabilmektedir...
Can Yücel’in babası için
yazdığı konusunda hemfikir olunan ve bestelenen bir başka şiir de ‘Dargın
mıyız ‘ adını taşır...
Şöyle demiştir Can Yücel
şiirinde ;
bu sabah uyanırken tam
karşıma çıktın
bu sabah uyanırken tam
kara karaydı gözlerinin akları
kara karaydı gözlerin
dargın mıyız, dargın mıyız, dargın mıyız
yoksa,
dargın mıyız?
Okullar bitirdiğinde Can Yücel Latince ve Yunanca’yı ilerletir. Bir süre
Fransa ve İngiltere’de yaşar. Londra’da ünlü yayın kuruluşu BBC’nin
Türkçe Bölümü’nde tok ve gür sesiyle spikerlik yapar. Bu yıllarda
arkadaşlığını yakından yaşadığı isimlerden biri de gelecekte politika ve
siyaset sahnesine “Karaoğlan” olarak çıkacak o isimdir; Bülent Ecevit...
Türkiye’ye döndükten
sonra Güler’le evlenir Can Yücel..
Güler Yücel, Can Yücel’in
gönlünde hep ayrı yerde olmuştur...Kırgınlıklar, tatlı küskünlükler bitmiş
geriye hep sevgi kalmıştır..
Öyle bir sevgidir ki bu
bugün bile Güler Yücel Datça’da Can Yücel’in yanı başındadır...
Evlilik sonrası çevirmen
ve şair olarak yaşamını sürdürür Can Yücel. Yaşamında şiir, çeviri, yazı ve
çizinin yanında oğlu Hasan, kızları Güzel ve Su bir de karısı Güler vardır…
Yayınladığı şiirler ve
yazdığı yazılar nedeniyle davalar açılır hakkında. İlerleyen günlerde gözaltına
alınır. Bir gün gözaltına alındığında hayatını anlat derler Yücel’e…
O günleri sonraları şöyle dile getirir her zamanki zekası ve
ironisiyle Can Yücel; “ Bir kez , gözaltındayken hayatını anlat
dediler bana. Bir başladım… Nasıl susturacaklarını bilemediler, sonunda
salıverdiler beni. Herkes susar ya, ben dinlenip dinlenip anlattım.
Dayanamadılar elbette, saldılar beni“
Yeni Türkü
grubunun bestelediği Yeşilmişik şiiri de Can Yücel
imzalıdır...
“ İlk
şiirimi on yaşında yazdım. Şiire babamın yardımı çok oldu. Babam okur,
babaannem okur…Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana. İngiltere
dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi
seçtim. Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın.
Goethe der ya: Dil orman gibidir. Ağaçlar çürür, orman kalır. Şiir gürültüden
müziğe geçmektir” cümleleri Can Yücel’e
aittir....
Çeviri yapmak
‘yazılanı
yeniden ve kendince söylemektir Can Yücel için. “Lafı ne kadar dolaştırırsan işin
içinden çıkman o kadar güçleşir. Bu adam ne söylemiş, ne yapmak istiyor, hangi
olayı durumu kurmak istiyor deyip, onun söylediğini yeniden söylerim ben.”…cümleleri
de Can Yücel’indir...
Çevirileri
de şiirleri kadar kendine özgüdür Can Yücel’in...
Çeviri yapmak
da en az şiir yazmak kadar özen gerektirir Can Yücel’e göre. İkinci şiir
kitabı “Her Boydan’ı” yayımlar 1959 yılında. Dünya şairlerinden
çevirilerinin yer aldığı kitaptır. Lorca çevirir, Brecht’i unutmaz ama Shakespeare’in
yeri ayrıdır Can Yücel için.
Çeviri
yaparken şunları düşünür Yücel. “Bu Shakespeare Türkçe söylese nasıl söylerdi
diye düşünüyorum. Bunu düşünürken bayağı güzel şeyler çıkıyor ortaya. Demek ki
bu Shakespeare Türkçe düşünebiliyormuş
diye aklımdan geçiyor”…
Bu yöntemin
sonucu olarak Hamlet karakterinin “ To
be or not to be - olmak ya da olmamak”
sözünü “Bir ihtimal daha var, o da ölmek
mi dersin” şeklinde Türkçeleştirir.
Yücel’in
yaptığı birebir çeviri değildir. Kendi ifadesiyle üzerinde uğraştığı metni,
sözü, mısrayı Türkçeleştirmektedir . Can Yücel’e göre çevirinin temeli bir anlamda yeni bir
yapıt ortaya koymaya bağlıdır.
Dünya
edebiyatının unutulmaz ismi Sheakspeare‘in 66. Sone’sini çok insan Türkçe’ye
çevirmiştir ama Can Yücel’in çevirisi başkadır, bambaşkadır...Ezginin Günlüğü
ve Hüsnü Arkan bu şiiri besteleyerek daha da ölümsüzleştirmiştir Türkçede...
“ Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama...”
Sevinçleri, kızgınlıkları, yaşama
sevincini, kısaca söylersek ‘insana
dair çok şey’i bilir Can Yücel. Bilip de susmaz, yaşarken de tadını
çıkarır olan biten her şeyin ve şunları söyler…
“Ben insanlara baktığımda sezgiyle
bakarım.
İyilerini ararım.
Doğrusu ben insan görmek bulmak
istiyorum.
Asilik aslında bir asalettir.
Şairler asildir.
Aristokrat olmadan elbet.
İnsanın yemeğin içkinin iyisini seçmek gibi bir asalet
vardır.
Yoksa insan yaşayamaz.
İşte benim asiliğim bu!
Bazen düşünüyorum ;
Bu herifler denizi kirletiyor, hırsızlık ediyor, kızıyorum.
Bir arkadaşın
aptallığına kızıyorum.
Babama kızıyorum, içki içiyorum diye kızıyorum kendime.
Niye daha iyi bir adam olmadım diye kendimle kavga ediyorum.
Ama heyecan ‘heylican’ olsun istiyorum.
Patlasın, sigortalar atsın istiyorum!”…
Can Yücel dili , argo da
dahil çok iyi kullanmıştır. Esprili, iğnelemeli, zeka kokan , muzip şiirlerinin
hemen hepsinde de hilafsız biçimde insani ve toplumcu yanı ağır basmıştır...
Türkiye’nin 1970’lerde yaşadığı dalgalanmalarda
Can Yücel’in pusulası emekten, insandan,
haktan, hukuktan yanadır.
“Hava döndü işçiden
İşçiden esiyor yel
Dumanı dağıtacak
Yıldız-poyraz başladı
Bahar yakın demek ki
Mevsim böyle kışladı
Bu fırtına yarınki
sütlimanlara bedel...”
diye başlayan şiiri bir
dönemin marşı olmuştur....
Can Yücel’e ait bir başka
şiir de ANAYASASI İNSANIN başlığını
taşır...
Can Yücel, Paul
Eluard’a yazılmıştır diye yayınladığı şiirinde şunları yazar Eluard’ın şiirine de göndermeler yaparak;
Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!
Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!
Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
1980 darbesinden yine
mahkeme kapıları görünür Can Yücel için de...
Bir şiiri ve yazısında
argo kullandığı için sorgulanırken unutulmaz cevabını verir Can Yücel...
Yaprak Dökümü isimli şiirinde de
şunları yazar Can Yücel ve Yeni Türkü grubu da yine güzelim bir besteyle bu şiiri
taçlandırır:
Sararıp dökülmeden önce
kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler
ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeye başlayınca
rüzgâr
Çıplağında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar O yapraklar O şarabî eşkiyalar
Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?
Karısı Güler, Can Yücel’in nasıl şiir yazdığını şu
cümlelerle anlatmıştır bir vakitler; “Şiir yazarken dalgınlaşır, kendi kendine
konuşur. Çeviri yaparken ise yüksek sesle okur yazdıklarını, hatta bağıra
bağıra. Can’ın yaratıcılık saati çoğunlukla gece idi. Ortalık sakinleşir, el
ayak çekilince, kaşlarını bir aşağı, bir yukarı oynatır; dudaklarıyla mırıl
mırıl mırıldanır, bakışları sakinleşir, etrafındaki hiçbir şeyi görmez, her
şeyi delip geçer; bir yandan da, eliyle bıyıklarını kıvırırdı. Daha sonra
gecenin bir saatinde beni uyandırır, ‘Bak bakalım, şunu bir dinle!..’der, bana
yazdıklarını okurdu. Ben de uykulu uykulu, onun şiirlerini dinlemeye
çalışırdım. Uyanmam için, bana kahve yapar, şu mısra sarkmış dediğim an hemen
öfkelenir, daha sonra şiirin girinti çıkıntılarını düzeltir, o davudi sesiyle
şiirini tekrar tekrar okurdu. En son haline gelen şiiri temiz bir kağıda o
güzelim el yazısıyla yazardı…
1989 yılında çok sevdiği Datça’ya yerleşir Can Yücel eşi
Güler’le... Yıllardır özlemini çektiği yerdir Datça. 1997 yılında teşhisi konan
bademcik kanseriyle uğraşırken yazmaya devam eder.
Hastaneler, tedaviler, yeniden hastaneler derken o
günlerdeki bir şiirinin mısralarında şöyle demiştir Can Yücel :
“ Güler’i bulup evlenmişim
Ne iyi tesadüf!
Üç çocuğum oldu
üçü de harika
Ne iyi tesadüf!
Şiiri seçmişim,
doğru seçim
Ne iyi tesadüf
Öleceğim yakında
Ne aksi tesadüf....”
Can Yücel 1999 Ağustos’unda Datça’daki evinde ağırlaşıp
geride kalanlara Hoşçakalın dediğinde tarih
12 Ağustos 1999’tur.
73 yıllık dolu
dolu yaşanmış bir ömürden sonra Datça’dır artık dünyaya her daim rüzgarlı bir
tepeden bakacağı yer Can Yücel’in...
Şükran Kurdakul’a göre “g/sözünü budaktan esirgemeyen
bir kabadayı”; Zeynep Oral’a
göre de “Şiiriyle kahkaha çiçekleri üreten, sözcüklere habire takla attıran,
dizeleri rengarenk çemberlerde fır döndüren yaramaz bir çocuk; imgelere
pabucunu ters giydiren bir sihirbaz”dır Can Yücel...
Okurlarına , sevenlerine göre de Sevgi Duvarı, Bir Siyasinin Şiirleri, Rengahenk,
Gökyokuş’un, Gece Vardiyası, Canfeda, Çok Bi Çocuk ve daha birçok kitabın
şairidir.. Evinin yanına çocuk parkı yapıldığı için mutlu olan ve o mutluluğu gözleri
parlayarak anlatan “Çok Bi çocuk” tur aynı zamanda Can Yücel....
Ahmet Kaya’nın sesinde “Yalnızlığım benim, sidikli kontesim“ diye
seslenirken ne kadar yalansız yaşarsak o
kadar iyi demeyi de başarmış adamdır Can Yücel…
Uzun zamandır internet
çöplüğünde , onuncu sınıf rezil ötesi ağlak aşk meşk sıçıttırmalarının altına
Can Yücel imzasını atan cahiller hayatında hiç Can Yücel şiiri okumamış
eblehlerdir...
Bir de
yıllardır Can Yücel’in mezar taşıyla uğraşıp kırıp dökenler vardır ki onların tarifini zoologlara bırakmak
gerekir....
Yazıdaki son sözü bugün ölümünün 14. yıldönümünde
andığımız Can Yücel söylesin;
“Farzet hiç ayrılmadık
Gözümde tütüyor
Gözümü tütsülüyorsun hala...
Hep birlikteyiz sanki
Seninle ben ve DÜNYA....”
( murat örem / 12 ağustos 2013 / ankara...)
Çeviri işiyle ilgilenen biri olarak, Can Yücel idolümdür. Türkçe denemelerinde de artık siz... Kaleminize sağlık yine...
YanıtlaSil