birer
birer ölüyorlar…
kimi
üç gün gündem oluyor…
kimi üç saat…
kiminin
adına ölüm ilanları yayınlanıyor…
kiminin adını yalnızca bilenler biliyor…
kimi
bir kibrit kutusu kadar yer buluyor gazete sayfalarında…
oysa
hepsinin ölümüyle türkiyenin bir rengi daha soluyor…
kimilerinin
de aylardır sesi soluğu çıkmıyor hasta yataklarında…
ölümü bekliyorlar…
birer birer ölüyorlar…
oysa hepsinin ölümüyle türkiyenin bir rengi daha soluyor…
bedii
faik gibi bir kalem devi ölüyor…
gazeteciliğin
, muhabirliğin lokomotifi ölüyor…
koalisyon pazarlıklarının gürültüsünden adı bile duyulmuyor…
başar sabuncu gibi bir kültür devi, hakkıyla bir entelektüel
ölüyor…
o kimdi laa oğlum bile diyemiyor kara kalabalıklar…
ölüm sümer tilmaç’ı bir düğünde yakalıyor…
sümer tilmaç’ın ömrü boyunca ürettiklerinden daha çok yer
kaplıyor nerede nasıl öldüğü…
zeki alasya gibi bir ustanın karaciğeri oyun oynuyor…
kalbimizin bir yerinden ince bir sızı geçiyor yalnızca
bir caz müziği gibi , o kadar uzak , o kadar sessiz…
ülkenin siyasi karikatür tarihinin en büyüğü bedri koraman ölüyor…
hatırlayıp bilenler, hatırlamayıp tınlamayanların yanında vızıltı olamıyor…
birer
birer ölüyorlar…
kimi üç gün gündem oluyor…
kimi üç saat…
kimileri de direniyor…
ölümün karşısında hayata tutunmaya çalışıyor…
ve sonra ömrü uzun olası çetin altan
bin yıldır “enseyi karartmayın..” diyen kalem
88 yaşında aylardır yattığı hastaneden çıktığında
“ enseyi karartmayın…” cümlesini bile daha kısık söylüyor
ve şunları diyor ;
Artık anlaşılıyor ki ülkeme
demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan.
Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Gene de
bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Menzil-i
maksuda ulaşılamasa da çok yol katettik.
Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O
amaca doğru atılacak bir iki adıma yardımcı olmak için de harcanır.
Yaralı bir devi ayaklarının üstüne
koyabilmek için kuşak kuşak o devi sırtımızda taşıdık. Yaralarının iyileşeceğine, o devin
ayaklarının üstünde duracağına olan inancımı hiç kaybetmedim.
Bir gün bu ülke ayaklarının üstünde duracak. O
zaman da, masaldaki gibi “sihirli kedinin çizmelerini” giyerek amacına doğru uçarak gidecek.
Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz.
Ama siz uğraşırsanız, mücadeleden vazgeçmezseniz, dünyadan ayrılırken “torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakıyoruz” deme mutluluğunu siz
tadabilirsiniz.
Hayallerinizden, ümitlerinizden,
mücadelenizden vazgeçmeyin.
Amacınıza ulaşamazsanız da, bu amacı gelecek kuşaklara
devretseniz de, kozmosla son hesaplaşmanızda, “daha iyi bir dünya için biz de fena mücadele etmedik” diyebilirsiniz.
Bu da az şey değildir.
Buruk da olsa, yorgun gözlerinizde bir
tebessüm yaratır.
O tebessümlerin çoğalması da elbet bir gün kurtarır bu ülkeyi.
Enseyi karartmayın….”
seksen milyona
giden bir ülke
televizyon karşısına tünemiş
akıp giden hayatını seyrediyor…
okumadan , yazmadan, düşünmeden , üretmeden
figüran olmayı yeğliyor…
ve ne
acıdır ki kocaman bir nüfus
evde,
sokakta, işyerinde , okulda
üreten çok az
sayıdaki insanının
yaşarken
de öldükten sonra da
kıymetini
hiç ama hiç bilmeden
taytanik’in (!!!) içinde parti veriyor…
( murat örem / 25 haziran 2015 / ankara….)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder