“azınlığın
da azınlığı…” bir adam olarak şu hayatta hiçbir nane olamadıysam bile iki
çocuğumun her manada babası, arkadaşı, yol göstereni, yol açanı, güven vereni,
bildiğini içtenlikle paylaşanı, duygu arkadaşı , oyun arkadaşı , akıl arkadaşı olmaya çalıştım…
ne
kadar başardım bilemem ama gökteki yıldızlar bile şahidimdir ki çok çabaladım
çok çalıştım…
hem
umur’a
hem arda’ya
zihinsel ve duygusal babalık olarak öyle isteyerek emek verdim ve
öyle tatmin edici zenginlikler yaşadım ki , bundan sonra başıma ne gelirse gelsin asla pişman
olmayacağım, keşke demeyeceğim bir
yerdeyim…
bu
çabaları bile isteye harcarken , kendi çocuklarının yalnızca fiziksel , bedensel
ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılamakla yetinenlere , en en yakınımdakiler de dahil , ağız dolusu en sert en kınayıcı en
hakaretamiz cümleleri kurdum bu kadarı yetmez ana baba olmaya, yarın bu
çocuklar sığlığınızdan dolayı hesap sorarlar sizden diye diye…
gün
geldi karşıma çıkardılar en yakınımda yıllarca yaşasalar bile çoğunluğun içindekilerden olmayı yeğleyenler
bu cümlelerimi hiç utanıp
arlanmadan zabıtlarla, celplerle…gene olsa gene kurarım aynı cümleleri
hepinize dedim ağzımı doldura doldura…
aradan
zaman geçti çocuklarım büyüdü…
üniversiteli
liseli oldular…
ben
kocalır yaşlanırken zihnim yavaş yavaş hızını ve berraklığını kaybetmeye
başlarken iki evladım da ilk gençliğin muhalefet şehvetiyle
ustalıklarını önce benim üzerimde denemeyi yeğlediler…ikisi de , susan boyun
eğen evlatlar olmadıkları gibi cümleleri bazen zehirli oklardan daha ölümcül
oldu…bunu da kabullendim çünkü unutmadım gençliğimdeki o alnı nar yapıp çatlatan muhalif halimi…
yetişkin
birey olmanın en yakınlarınızla kurduğunuz muhalif ilişkiyle has bir
olgunlaşmaya evrildiğini bilecek kadar yaşadım çünkü…
çocuklarımla
yaşadığım sayısı çok az ama okkası çokk ağır her büyük hayal kırıklığında
bedia
babaannemin şu cümlesi yankılandı zihnimde ; evlat yetiştirmek demirden
leblebiye benzer oğlum…yutamazsın midene
oturur…ısıramazsın dişlerin kırılır kanar…ağzında tutamaz evirir çevirirsin…
iki
öz , iki has evladımın yanında, sayısı
beni onurlandıran başka evlatlarım da oldu ne mutlu ki…onlarca yıldır yalnızca evlatlarıma
ve evime hesapsız kitapsız harcarken zamanımı ,
emeğimi , ekonomik gücümü onlardan
arta kalan vakitlerimi de vali olan , kaymakam olan , diplomat olan, bilmemne
başkanı, müsteşarı olan okul arkadaşlarım yerine hep gençlere gençlere gençlere
ayırdım…
bundan hiççç pişman olmasam da;
cahiller
kınadılar beni…
cahiller
gereksiz gördü bu halimi…
cahiller
, şu
oturup kalktıklarına bak, bir tane vali arkadaşınla çay içmek yerine şu çoluk
çocukla geçiyor ömrün dediler…
allahümme
sabirin dedim içimden dışımdan…
ha
…tir ordan dedim
içimden dışımdan…
o
cahillerin çoluk çocuk dediği ülkemin geleceğiydi…
o
cahillerin çoluk çocuk, dediği, mızraklı
ilmihallerle , insanı boğan cehalet timsali rivayetlerle büyüdükleri halde
kabuklarını kanaya kanaya kıran ülkemin güzel gençleriydi, güzel çocuklarıydı,
sayısı çok az çocuklarıydı…
son
zamanlarda şu yukarıda fotoğrafını gördüğünüz iki talebe evladımdan hem
meslekleriyle hem hayatlarıyla ilgili öyle güzel öyle onurlandırıcı haberler
aldım ki , aylardır yüreğim kurum bağlamış olsa bile yine de içime güneşler doğdu…
iki
elim kandayken, gönlüm kanayan bir nehirken üç saatliğine de olsa düşürdüm
yolumu Ankara’dan Niğdelere…rüzgar gibi gittim geldim…
miraç’ın
evet’ine de , mehmet’in evet’ine de, adına evlilik denen hem kapkara hem apak olan
kuyudan çeyrek asırdır çok su içmiş biri olarak “bu çocukların evliliğine
gönülden şahim ben de” diyerek
katıldım ağzımı doldura doldura…
iki
talebe çocuğumuzu , miraç’ımızı mehmet’imizi
evlendirdik bu gece…
iki
öz çocuğum daha var…
ömürleri
uzun olsun, onlar ne yaparlar , evlenirler
mi bilemem…
bunca
hayal kırıklığıyla ben olur muyum onu da bilemem…
ama
bu kadarını yaşamak bile güzel geldi gönlüme…
ben
“üstü
kalsın’ımı ” hazır edip kış
tutayım da elimi , yaz gelirse bahtıma düşen bu oldu diyeyim…
hasılı
kelam ;
gökten
üç elma düşsün
miraç
da mehmet de , ola ki günün birinde
incir çekirdeğini doldurmayan didişmelerinde birbirlerini tam inciteceklerken, gökteki yıldızlara bakıp bakıp ak saçlı hocalarının evet
şahitliğinin hatırına “daha gidecek çok yolumuz var güzel yârim” diye diye aynı çatının altında en az
yarım asır görsün…
( murat örem / 17 mayıs 2015 /
niğde-ankara )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder