milyonlarca insan geldi geçti bu dünyadan…
sevdiklerine bir
tek cemal
süreya , lorca , neruda şiiri okumadan…
milyonlarca insan geldi geçti bu dünyadan
evine işyerine tek bir demet çiçek bile almadan….
yaşadığı evin duvarlarına tek bir tablo asmadan,
tek bir türküye eşlik etmeden,
bir gece vakti iki satır okumadan yazmadan…
milyarlarca insan geldi geçti bu dünyadan…
sofokles’ten,
aristotales’ten,
montaigne’den haberi bile olmadan…
bir de bir şair geçti bu topraklardan…
13 yaşındayken annesi füsun’u kaybetti
tezgahtarlık anketörlük işsizlik yaptı
uzun yıllar sonra afla fakültesine dönüp avukat oldu
evlendi boşandı evlendi
iki bavula sığdırdığı hayatında
bodrumlarda geçti
ömrünün upuzun dönemi
ve her su bastığında evini
kovalarla temizlerken nohut oda bakla sofasını
tanju
okan’ın kadınım şarkısını dinledi
kendi kendini evinin kadını da (!) gördüğü için…
ve her yağmur yağdığında ,
damlalara “bas
ulan bas evimi basacaksan…”
diye seslendi
sonra bir gün anne oldu…
ama
şair olmadı
çünkü
doğuştan şairdi…
çocuğu
füsun’u 3 yaşında
bırakıp gittiğinde
kanser
olup öldüğünde
yalnızca 41 yaşındaydı…
izmirliydi…
pulbiber
mahallesindendi…
ah’lar
ağacındandı…
grapon
kağıtlarını anlattı…
didem
madak’
tı adı…
siz
aşktan n’anlarsınız bayım
dedi…
bugün
kendimi eski bir plak gibi
o
kadar çok tersine çevirdim ki dedi…
bir
süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
dedi…
az
sevme bilmiyorum ben ,
çok
sevmemdendir bu kadar incinmem dedi…
annemin
temizlik günleri gibiyim, yorgun solgun ve beyaz
…dedi…
yazgısını
çokomel kağıtları gibi tırnaklarıyla düzeltemiyor insan
dedi…
"birine
altı çizili kitaplarınızı vermek
yaralarınızı
emanet etmektir bir bakıma…” dedi…
“insanlar
aradığında gelmezler,
aramadığında
keşke beni çağırsaydın derler…” dedi
didem
madak’tı adı…
annesi füsun’u kaybettiğinde 13 yaşındaydı…
kızı füsun’u 3 yaşında annesiz bırakıp öldüğünde 41 yaşındaydı…
şiirler yazdığında
15 yaşındaydı
23 yaşındaydı
36 yaşındaydı
41 yaşındaydı…
öldüğünde muhtemelen 1000 yaşındaydı…
didem
madak’tı adı…
çok yıllar önce bir edebiyat
etkinliğinde
bir ters köşe soru sormuştu da ters bir adam ona
ters ters bakarak gülmüştü ve merhaba demişti
ters adam da içinden içinden kim bu kadar acılıgüzel gülebilir diye geçirmişti....
ömrünün son yıllarında
çok tesbihler çekti ,
yılları zaten ahhh (!) çekmekle geçmişti…
“allah'la
samimi oldum geçen üç yıl boyunca
havı
dökülmüş yerlerine yüzümün
büyük
bir aşk yamadım
hayır
yüzüme
nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
gözyaşlarım
bitse tesbih tanelerim vardı
tesbih
tanelerim bitse gözyaşlarım...
saydım,
insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
aşk
diyorsunuz ya
ben
istemenin allahını bilirim bayım!
çok
şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
balkona
yorgun çamaşırlar asmayı
ki
uçlarından çile damlardı.
güneşte
nane kurutmayı
ben
acılarımın başını
evcimen
telaşlarla okşadım bayım.
bir
pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
insan
kaybolmayı ister mi?
ben
işte istedim bayım.
uzaklara
gittim
uzaklar
sana gelmez, sen uzaklara gidersin
uzaklar
seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım! "
dedi…
didem
madak’tı adı…
“
ama siz, sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
yoksul
bir aşkın güzelliğini bilir misiniz? '' diye yazdı…
ve duyguların iyiden iyiye yoksullaştığı bir
dünyada
ve şiddetin iyiden iyiye ejderhalaştığı mavi gezgende
"benden
bu kadar...." dediğinde yıl 2011’di ve 41 yaşındaydı…
didem madak’tı adı…
kendisini 13 yaşında annesiz bırakan füsun’un kızıydı…
3 yaşında
annesiz bıraktığı bir başka füsun’un annesiydi…
iyi şairdi…
hakiki şairdi…
yazıda bahsettiğimiz o
ters adama bir merhabası nasip olduğunda yıllar önce bilmiyordu o ters adam
karşısındakinin didem madak olduğunu…
bilmiyordu o ters adam bukadargüzelacılıgülenkadının şiirlerinin ciğerlerini bu kadar dağlayacağını…
"her
şeyin kırığının alındığı
voltajı
düşük fakirhaneler gibiydik.
kırık
pirinç, kırık yumurta.
semt
pazarından ucuza.
kalbin
kırığından söz etmeye sıra bile gelmiyordu."
demişti bir şiirinde..
didem
madak’tı adı…
gözleri çok uzaktan geçen bir gemi gibi bakıyordu…
gözlerim çok uzaktan geçen bir gemiye bakıyordu…
didem madak’ın her bir dizesini okuduğumda
gözlerim şiir kırıklarıyla kanıyordu…
( murat örem / 24 mayıs 2015 / ankara…)
-fotoğraf / arkakapak.com-
Yazı.. Müzik.. Şahane...
YanıtlaSileksik olmayın...
YanıtlaSilher yazı okurlarıyla anlam kazanır...
bir de yorum varsa daha da....
selamlarım ve iyilik dileklerimle....
murat...
Demek ki çok yaşamak değil, dolu dolu yaşamak lazımmış. Ölüm her an yanıbaşımızdaymış.
YanıtlaSilYüreğine sağlık dostum. Yazın da, şiir de, şarkı da müthiş. 🍀
namıkcım, kadim dostum
Silyorumuna, birikimine, ferasetine, insanlığına bereket...
murat....