*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

10 Mayıs 2015 Pazar

bugün anneler günü…ymüş yine…her özel günde , hangi nedenle olursa olsun; evlatlarını toprağa veren anneler gelir çakılır zihnime… evlatlarını toprağa bırakan babalar gelir çakılır ruhuma… ne halt edeceğimi bilemem…





Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere
Anne gitti ve sular buruştu testilerde
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir
- Sezai Karakoç -


        söylemesi bile benim için şaşırtıcı ama 47 yaşındayım…
oysa hiç ummazdım 20’li yaşlarımın başındayken,  bugünleri göreceğimi…

bunu dert de etmezdim kendime…
dert edeceğim daha önemli meselelerim  vardı…

aşıktım …
tadını çıkara çıkara aşıktım…

aklıma zekama çok güvenmenin , fikrime koyduğumu koşullar ne olursa olsun mutlaka yapabilecek  olmamın rahatlığı içindeydim…bile isteye gerginliği artırıp azaltmayı  ayarlayacak kadar hırçındım da…hayatla , aptallarla, gabilerle, tufeylilerle otoriteyle didişmeyi severdim…-gabi dedim de ; ne çok kullanırdı erhan dilligil dayım gabi kelimesini…muhtemelen yeni kuşaklar bu kelimeyi hiç söylemeden anlamını bile bilmeden tamamlayacaklar  ömürlerini -   yaşıtlarıma, büyüklerime, küçüklerime ters köşe cümleler kurmaya odaklıydım…

okuyacağım kitaplar vardı…
anlatacağım hikayeler vardı…
yaşayacağım günler vardı…
bitmesi gereken okullar vardı…

hepsi bir şekilde geldi geçti…

yaşayacağım sevdaları yaşadım kanaya kanaya kanata kanata…

hırçınlıklarımı biledim törpüledim biledim törpüledim…

gabilerle tufeylilerle değil didişmek bütün ömrüm boyunca yekten çarpıştım, hala çarpışırım hem de tek bir geri adım atmadan…hem de hiççç kar zarar hesabı yapmadan…hem de çok dayak yediğimi bile bile…1996’da it gibi paraya ve çalışmaya ihtiyacım varken sırf bana verdiği sözü o anda tutamayacağını söylediği için bir koca aylık emeğimi ve çok parlak geleceğimi n….. hanıma zarfın içinde  iade ederken bir saniye bile düşünmemiş eve geldiğimde herkesin yaprak gibi titrediği bir anda ben gene işten ayrıldım demiştim…

sevmedim  pusuyu ama bayıldım düelloya…

belki de hala aklıma zekama bilgime çok  güvenmemin şımarıklığının eseridir bu tavrım…kimileri megolamanlık derler buna ben yılların haklı emeği derim…

hayatın bütün ters köşelerine röveşatadan çok gol attım…
ustam aziz nesin’in dediği gibi buyur edilmek istenmediğim bütün kapıları eğer istediysem hakkıyla çok açtım…sonra buyur ettiler…üstü kalsın dediğim de çok oldu açtığım kapının yüzüne bile bakmadan ukalaca ve kibrimden kahrola kahrola çekip gittiğim de…

bunları yaşadım ama kah defans hatamdan kah ofsayttan kah rahatlığımdan  kah penaltıdan kah hakem kararıyla kah kibrimden hakkıyla hak ede ede (!) çok da gol yedim…

attığım golleri iki saymadım…
yediğim gollere de  hiç itiraz etmedim…

bir gün her şeyin alev topuna döndüğü bir anda bir  ses bana “sen yenilgiyi hiç hazmedemiyorsun…” dediğinde “ben, mücadele etmeden yenilmeyi hazmedemiyorum…derdim yenilmekle değil derdim emek harcamadan yenilmekle…” diyemedim ona….

hala içimde ukdedir…
ukde deyince ; ne çok ukde kaldı içimde…

 söylemesi bile benim için şaşırtıcı ama 47 yaşındayım…
oysa hiç ummazdım  20’li yaşlarımın başındayken,  bugünleri göreceğimi…

herhalde 40 anneler gününü hatırlayarak yaşadım bu dönemde…
annemin elini de öptüm…
sitem de ettim…

her şeyin yoklukla var olduğu 1970’lerde babam taşkın hocamın elinden tutup hala kütür kütür çalışan alman malı saç kurutma makinesi de hediye ettim anneme kardeşim ayşın'la birlikte…

şairin dediği gibi alnını nar yapıp çatlattığım da çok oldu annem müjgan hocanımın…

çok genç zamanlarımda, çok heyheyli zamanlarımda bir vesileyle bomboş geçirdiğimde bir anneler gününü, “sana çok kırıldım” demişti annem müjgan hocanım ve eklemişti  “ben senden ne bekledim oğlum , şu yan bahçeden tek bir çiçek koparsan dünya benimdi…bunu mu esirgedin benden…”

 o zaman diyememişimdir muhtemelen gençliğin kibrinden şimdi söyleyeyim “ senin oğlun, müjgan hocam,  sevemedi şu ısmarlama günleri…hesabı seninle değildi…hesabı dünyanın plastikliğiyleydi…”

bugün anneler günü…ymüş yine…

şu dünyada şu ülkede şu coğrafyada  ne çok anne ne çok  çocuğunu verdi kara toprağa zamansız mekansız biçimde....

silahla verdi…
savaşla verdi…
yoklukla verdi…
iş kazasıyla verdi…
aile gerginliğiyle verdi…
parasızlıktan verdi…
çok paranın şımarıklığından verdi…
eğitimden verdi…
eğitimsizlikten verdi…

ama ne yazık ki her evlat ölümünde  ateş düştüğü yeri yaktı yalnızca…

şu yıllar şu on yıllar boyunca,  bu ölümlere  ciddi manada kafa yorsaydık inanın ki, hiçbirimizin tek bir lokma yiyememesi gerekirdi…

tek bir yudum su içememesi gerekirdi…

tek bir bedene , tek bir tene dokunamaması gerekirdi…

biz insanlar yaptık bunları pişkince…
yapıyoruz da…
yapacağız da…

annesini babasını toprağa veren evlat olmak hiç istemem…

çocuklarını toprağa veren annelerin yakınında olmak hiç istemem…

anne babasının uğurladığı evlat olmak isterim ama ona da baba yanım itiraz eder…kıyamam babalarını uğurlamak zorunda kalacak iki bal kuyusuna…

her anneler gününde
her babalar gününde
her bayram gününde
takvim hızla aksın , zaman hemen geçip gitsin isterim...
bu özel günler bayramlar yaraları daha az kanatsın isterim…
sevmem özel günlerin bu halini…

her özel günde ,
hangi nedenle olursa olsun;
evlatlarını toprağa veren anneler gelir çakılır zihnime…
evlatlarını toprağa bırakan babalar gelir çakılır ruhuma…
ne halt edeceğimi bilemem…

oturur gecenin ikisinde farid farjat’ın kemanı inlerken kulaklarımda  bu yazıları yazarım…

öyle işte….

( murat örem / 10 mayıs 2015 / ankara…)

-fotoğraf / ana oğul öremler / müjgan örem - murat örem-
-ankara / 1990-




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder