Cahil kere cahil hatta cahil kere ukalalar ağzını doldura doldura “seçim sathı mahalline” girdik dese ve aslında doğrusu “seçim
sathı maili” olsa da, evet yeni
bir seçim dönemine girdik….
-Hadi
araya tembel ama meraklı okurlar için de bir bilgi notu sıkıştırıp söyleyelim
ki ; seçim sathı maili, artık geri döndürülemez biçimde yokuş aşağı
seçim süreci veya motomot çeviriyle seçim
eğik düzlemi anlamındadır…Rivayet
odur ki Adnan Menderes telaffuz
etmiştir bu tabiri ilk kez , onlarca yıl önce…-
Burada da çok söyleyip yazdık, aslında hayatınızdaki her yeni adım bir seçimdir ve seçiminizle verdiğiniz karar
diğer seçenekleri kısmen ya da tümüyle devre dışı bırakır….
Mesela , Ahmet Ayşe’yle mutluysa ve ona karşı farklı bir
duygu ve sorumluluk hissediyorsa doğru olan davranış Ahmet’in Ayşe varken Fatmalara Figenlere
Emellere…belirli bir mesafede durmasıdır ve zinhar başka şeyler düşünmemesidir !!!
Örneği terse çevirin ve aynı denklemi
Ayşe için de kurun…Ayşe de Ahmet’le kavilleşmişse Osmanları Kemalleri Orçunları…çemberin belirli
bir mesafesinde tutmak zorundadır…
Eh, hayat hep böyle mi akar derseniz onu
biz bilemeyiz değerli okurlarımız !!! Ahmetler
Ayşeleri sever , Ayşeler Ahmetlere ömür
boyu birlikte olacağız sözü verir ama bir de hayatın bilinmezleri,
yetinmezleri, sürprizleri vardır…
İnsan denen canlının sabahtan akşama
bile binlerce hücresi ölürken, aklının
duygularının hissettiklerinin hep ama hep aynı yerde durması , ölmemesi
hastalanmaması ne kadar mümkündür.
Yaşayanlar çok iyi bilir ki bazen yolun başında küçücük görünen açı farkı , yol aldıkça aldıkça aradaki mesafeyi şaşırtıcı
biçimde açabilir…Hatta çoğu zaman (b)öyle olur…
Bir de birlikte yüründükçe
yüründükçe küçük küçük çentikler atılır bir yerlere, bilekler burkulur,
gönüller burkulur , ruhlar burulur ve sonrasında büyük bir infilak tarafları
pek de şaşırtmaz !!!
İşte o zaman ilişki durumları ve
dramları yaşanır…
İnsan seçim yapmayı seven bir varlıktır.
İnsan sınırları zorlamayı seven bir
varlıktır…
İnsan seçim yaparken hepsi
benim olsun demeyi seven ahlaksız da bir canlıdır… “Beş evim sekiz arabam daha olsun..” diyen bir canlı türü insandan başka yok !!!
Çok
şükür ki yok…!!!
Gerçi, sevdiğim insanların hepsi benim sevgilim/sevdiğim
olsun benim yanımda olsun demek bütün din ve kültürlerde dünyanın büyük
günahı , kusuru olarak tanımlanır da “ dünyadaki
bu arabaların bu fabrikaların bu binaların bu paraların bu seçmenlerin bu
oyların hepsi benim olsun…” demenin o kadar da büyük bir karşılığı yoktur
günah denizinde…
Açıkçası bu da gariptir ama insanidir…
Sözün başına dönelim ; Seçim sathı mailine girdik…
İlk oyumu , 1987 yılındaki yasaklı
siyasetçiler sahneye (!) geri dönsün mü diye sorulan absürd
referandumda kullanmıştım ben de kuşaktaşlarım gibi…1987 yılındaki referanduma
dair absürd tanımını kullandım çünkü bizzat dönemin başbakanı olan turgut
özal bile kılpayı evet çıkan referandumu siyasi tarihindeki
en büyük hatalarından ve en gereksiz hamlelerinden olarak yorumlamıştı toplumdaki
ters tepkiyi gördükten sonra…
1987’den beri
aradan asırlar(!) geçti…Saçlarım aklaştı, sakallarım bembeyaz oldu, çocuklarım
boyumu geçti…Aklımın fikrimden uçtuğu ender zamanlarda aynanın önündeki berber
dostlarımın ikna gücüne (!) yenilerek
aklaşan saçlarımı iki ton siyahlaştırsam da manzarai umumiye bu benim
için…
Bir seçim sathı mailine daha girdiğimiz
şu günlerde düşündüm ki aradan geçen yıllarda iki elin parmaklarının sayısından
fazla olarak sandığa gitmişim ben de…Kah
kızarak gitmişim kah koşarak gitmişim kah umutla gitmişim kah ne
değişecek ki diyerek gitmişim…ama gitmişim…ve o sandığın başına
gittiğimde de bir seçim yapmışım…belki seçimim çok içime sinmemiş belki çok
sinmiş , o olmuş bu olmuş ama neticede bir karar vermişim ve o kararımı sandığa
yansıtmışım…
20. ve 21. yüzyılı iki kelimeyle tanımla
derseniz , cevabım o kadar hazır ki ; ÇÖZÜLME ÇAĞI…
Telefonların, tabletlerin ,
televizyonların, kompüterlerin akıllandığı ama insanların ışık hızıyla aptallaştığı bir
çağda , ne zaman seçim dense, aklıma 1991 yılının sonlarındaki o karikatür geliyor…Çocukluk ve ilk gençlik
günlerimin kıymetli gazetesi Milliyet’te yayınlanan o karikatürde Haslet
Soyöz’ün imzası vardı…1991’de yapılan
seçimin ardından DoğruYolPartisi/SosyaldemokratHalkçıParti koalisyonu
kurulmuş , ülke siyaset tarihinin en renkli figürlerinden olan Süleyman Demirel , diri diri
gömüldüğü mezardan bir kez daha toprağı elleriyle
kaza kaza kefeni yırtarak çıkmış, cumhuriyet tarihimizin en baskın figürlerinden olan İsmet İnönü’nün fizik
profesörü olan oğlu Erdal İnönü’yle koalisyon kurmuştu...
Bu
koalisyonla birlikte yıllarca düşman kardeşler olarak görülen sol ve sağın
iktidarı paylaşma hamlesi ülkede de bilinmez , meraklı, umutlu, şaşırtıcı , çok
da eleştirilen ve birbiriyle çelişen bir hava estirmişti…
Gariptir ki , üç günde dağılır denilen DYP/SHP
koalisyonu özellikle iki liderin birbirlerine gösterdikleri çok özenli
nezaketle sanılandan daha uzun sürmüştü ve muhtemelen de daha sürecekti ama
1993 yılındaki beklenmedik cumhurbaşkanlığı ölümü ve seçimiyle ülkemiz kısa sürede “fabrika ayarlarına” geri dönmeyi başardı…!
-Araya
bir not olarak sıkıştıralım ki ; herkesin her şeyi gerçek anlamının dışında
algılama daha da vahimi öfori halinde başka boyuta taşıma hastalığına duçar
olduğu şu zamanlarda ettiğiniz cümleler etmediğiniz cümlelere dönüşebilir…”Sen
bu yazının bir yerinde koalisyon döneminden söz ediyorsun o zaman önümüzdeki
seçimlerde koalisyon istiyorsun “ diyen akıldaneler çıkarsa onlara da acil
şifalar dilemekten başka bir şey yapmak elimizden gelmez ne yazık ki…Durum tespiti yapmak niyet
belirtmek değildir. Kaldı ki demokrasilerde yalana dolana başvurmadan niyet de
belirtebilirsiniz…-
İşte bu koalisyonun ilk aylarındaki
telaşlı ve dağdağalı süreçte Haslet Soyöz Milliyet Gazetesi’ndeki
köşesinde Süleyman Demirel ve Erdal İnönü’yü arkaları dönük biçimde
yürürlerken çizmişti. Karikatürde Başbakan
Süleyman Demirel koalisyon ortağı Erdal İnönü’nün omzuna elini atarak
dostane biçimde ve hayatın basit sırrını alimce çözmüş şekilde kısacık bir cümle kuruyordu…Süleyman
Demirel karikatürde de her zamanki gibi kerli ferli biriyken Erdal
İnönü ceketi üzerinden dökülür gibi duran incecik haldeydi ve tam da hayatındaki
gibi sempatik bir karikatür figürüydü…
-Ki
, şu hayatta gördüğüm ; hakikaten en yalnız en akıllı en despot en demokrat en
zeki en bencil en halkçı en solcu en sağcı en uzlaşmacı en pragmatist en ileri
görüşlü en yapayalnız bırakılmış ama en sağduyulu ve parayı hem en çok seven
hem de paraya en uzak adamlardan biri olarak çok yakından tanıdığım ve hem çok
saygı duyup hem de çok eleştirdiğim ve bu gerçekliği yine de büyük kazanç olarak gördüğüm İbrahim
Balkan dönemin koalisyon ortağı Erdal
İnönü’yü televizyon ekranında gördüğünde her daim sevgiyle anarak Zargana
Balığı olarak tanımlardı…
İbrahim Balkan hayatı boyunca klasik manada hiçbir sol partiye zinhar oy
vermemiş, şu güzel yurdumun kahir
ekseriyetinde yer alan merkez sağ partilerin yanında olmuş hatta 1970’lerin
puslu ortamında Demirelli Adalet Partisi’nin
siyaseten ve ticareten yanında yer
almıştı ama yeni dönemin sol/sağ
koalisyonunu coşkuyla desteklemese de peşinen
karşı çıkmamıştı…Yeni bir çağı gören aklı vardı onun çoğunluğun aksine ve tapulu arazime gecekondu yaptırtmam gardaşım diyen Demirel’in yasaklı
günlerinin boşluğunu çok taktiksel biçimde doldurmayı başaran Turgut Özal’ın da bu yüzden meftunu
olmuştu…Turgut Özal onun da yeni aşkıydı uzunca bir süre ve Demirel’i aldatmıştı işte
milyonlar gibi !!!
Yeniliklere
bilinmezlere karşı her zaman ufku açık, ölümü
bildiği halde ölümsüzlüğe inanan kendini hep sağda görse de hayat devrimcisi biriydi
İbrahim Balkan…
Nazım Hikmet’in o büyük şiirindeki gibi torunları yesin diye değil önce dallarındaki taneleri kendi görebilsin diye yetmişinde bile zeytin
ağacı dikmeyi isteyen ve bunu yapan da biriydi İbrahim
Balkan…
Üsluba
dikkat etmek kaydıyla ve aptalca
cümleler kurmadan her şeyi anlatabilir sonuna kadar itiraz edebilirdiniz
söylediklerine…Ya da meramını her zaman çok iyi anlatan bir tiyatrocu/oyuncu/aldatmaya yetenekli(!)
bir genç adam olarak onunla bu diyalogu başaran
çok az sayıdaki kişiden biri olduğum için ben herkesin öyle olduğunu sanmıştım, sanıyordum…
Geniş
ve çok nevi şahsına münhasır aileye çok
sonradan ve uranüsten gelerek damat sıfatıyla dahil olan kapkara sakallı aykırı duruşlu bir genç adam olarak benim de iddialı , eleştirel , keskin ve sola sola çeken siyasi tahlillerimi de bütün ömrü boyunca o geniş
aileden en çok ve en can kulağıyla İbrahim
Balkan dinleyecek en sabırlı en nezaketli en anlamaya meraklı kısa cümleleri
de yine İbrahim Balkan kuracaktı…Kısa
cümle kurardı çünkü bir koca ömür boyunca aklını kiraya verenlere laf
anlatmaktan yorulduğu için anlayanlara kısa cümleli tarife uygulardı İbrahim Balkan…-
Haslet Soyöz
işte o tarihi karikatürde Demirel’in
ağzından İnönü’ye şöyle diyordu bir yolda ikisi birlikte giderlerken ;
“Halk günlük
yaşar ahbap….!!!
Gerisine pek
de bakmaz…”
Bu karikatürü gördüğümde ben daha 23
yaşındaydım…
Uzatmalı , kıdemli , annem
müjganhocanımın o çok güzel söylediği tabirle kadayıf bir siyasal
bilgiler öğrencisiydim…
Evliydim…
Can eriklerim Umur ve Arda’nın
doğmasına daha birkaç yıl vardı…Evet, ben , o dönemde de böyle bir dünyaya asla çocuk getirilmez
diyen snop aydınlardandım (!) ve sarıdamarlıgüzelgelinin çocuk yapma
konusundaki gözükara inadına teslim olacaktım yıllar içinde…
Haslet Soyöz
imzalı bu karikatürü gördüğümde hayatımdaki en gereksiz ve ilk ve son ticari
koalisyonu , kör topal giden bir yılın ardından
tamamen hür iradesiyle dağıtmış gizli işsiz bir genç adamdım da… -bilenler
bilir , gizli işsizlik bir ekonomi bilimi tabiridir…-Sarıdamarlıgüzelgelin
bu kararımda da önümüzdeki uzun yıllar boyunca
da yapacağı gibi o zaman da boynunu
bükmüş olumlu ya da olumsuz tek kelime etmeden onay vermişti…Hep yaptığı gibi belki
açıktan muhalefet etmemiş ama içine sin(dir)meden
onay vermişti…Ve biriktirmiş biriktirmişti çeyrek asır boyunca yapacağı gibi…
Aradan onlarca yıl geçti…
Hayat hepimizi bir yerlere taşıdı…
Kimileri suskunluklarını biriktirerek ve
kine nefrete tahvil ederek infilak etmeyi seçti parça tesirli misket bombaları
gibi…
Arda’nın
tabiriyle bir şeylerin ısrarla ters gittiği, damarıma basıldığı ve cehaletin
aklı esir aldığı kör dönemlerde elimdeki su dolu kovayı hışımla karşımdakine
boca eden ve gereğinden fazla şeffaf bir
adamdım ben ama kısa süre sonra da elimde havluyla koşuyordum aynı
insana insanlara üstünü başını kurulamak için…Oysa aynı Arda’ya göre kimileri
de su dolu kovayı ben dahil kimselerin yüzüne
dökmüyordu ama çin işkencesi misali gece gündüz şıp şıp şıp
damlalar atıyordu yüzüme yüzüme....
Hepsi geldi geçti…
Hepsi geldi geçiyor…
Ahmet Rasim , nur içinde yatsın…
Kısa yazarsam 10 altın, uzun yazarsam
5 altın isterim diyen Ahmet Rasim’i de bugün kaç kişi
hatırlıyorsa onların da ömürleri uzun olsun…
Bu yazı çok uzun çok uzun çok uzun oldu…
Eh, bu blogda kimseden altın
almadan kimseye altın vermeden yazdığımıza göre bizim de densizliğimiz bu olsun…
Okuyan okur, okumayan geçer gider
sanal denizlerde kulaç atmaya…diyerek toparlayalım artık sözü…
Artık 50 yaşın kapısındayım ben de …
Ne çok seçim gördüm…
Ne çok doğum gördüm…
Ne çok ayrılık gördüm…
Ne çok ölüm gördüm…
Ne çok törpülendi ruhum bedenim
tepkilerim…
Ne çok büyüdüm…
Ne çok doğdum…
Ne çok öldüm…
Ama hala ne zaman yeni bir seçim dönemi
dese birileri aklıma hep o yukarıda anlattığım ve 23 yaşında görüp beynime
çakılan karikatür ve Haslet Soyöz’ün Demirel’e söylettiği
“halk
günlük yaşar ahbap..” cümlesi geliyor…
Ne zaman , seçim sathı mahalli (!) dese
birileri aklıma kocaman bir cehalet geliyor…
Ne zaman gözüme gözüme bakarak “ ama herkes…”
diyerek cümleye başlamak istese birileri,
“ben herkes değilim güzel kardeşim…” diye köpürtülü cümleler kurmak geliyor içimden…
Ne zaman seçim yapmak dese
birileri aklıma Ahmetlerin Ayşelerin hiç bitmeyeceğini sandıkları ve kör bir
nefrete evrilen aşkları sevgileri geliyor…
Bir gün hepimiz öleceğiz…
Ahmetler Ayşeler Aliler Orhanlar ölecek…
Komşu teyzeler ölecek…
Derste gençlik kıkırdamalarını anlamayıp
saçımızı çeken ruhumuzu örseleyen nemrut Kemal Öğretmenler ölecek…
Demiryollarından emekli Bahri Amca
ölecek…
Çocuklukta silgisini yanlışlıkla
çantamıza attığımız Hamitler ölecek..
Ömrümüz oldukça da daha çok seçim
göreceğiz…
Ömrümüz oldukça daha çok seçim
yapacağız…
Yaptığımız her seçim gün gelip bizi
bulacak ve kah bedelini ödetecek bize ya da kah “ iyi ki…” dedirtecek….
Ve ömrümüz oldukça daha çok öleceğiz…
Ve aslında yaşarken de gönlümüzden hep
birileri ölerek eksilecek doğarak çoğalacak…
Seçim sathı mahalli (!) günlerinde
hayatınıza bir de buradan bakın.
Ve şunu hiç unutmayın ;
“…….
Çok şükür yaşıyoruz
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara, bana, kediye, güneşe, bir
de ömrümüze.”
( murat örem / 21 nisan 2015 /
ankara..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder