*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

8 Nisan 2015 Çarşamba

biz çocukken bilgiye erişmek bu kadar kolay değildi…hoş , cehalet ve yalana da erişmek de bu kadar kolay değildi…




Adına internet denen bir deniz hatta okyanus  var…
Bu internet denizinin kimi yerleri,  1980’lerdeki bir belediye başkanının bu balçık yığınını temizleyip rengini gözlerimin mavisinden daha parlak yapacağım diye iddia ettiği yerden bile daha balçık…
Balçık kere balçık…
Hal böyle olunca , bu internet denizinde  öyle müptezel yazılarla, üfürmelerle , klavye kabadayılarıyla , cehaletle, cahilliğin pervasızlığıyla karşılaşıyorsunuz ki nutkunuz tutuluyor…

Sekizinci sınıf  yalanlar bu denizde…
Edilmemiş laflar bu denizde…
Rezil ötesi arabeks (!)  zırıldamalar bu denizde…
Üstünüze sıçrayan çamurlar bu denizde…
Lağıma benzeyen egoların, süper egoların attığı ciritler bu denizde…

Oysa internet denen bu alem de  Yalçın Ergir’in kulakları çınlasın “bıçak gibi , bisturi gibi, çekiç gibi…” Neyi nerede ve nasıl kullanacağınızı bilirseniz  internet de bir büyük derya…

Biz çocukken bilgiye erişmek bu kadar kolay değildi…
Hoş , cehalet ve yalana da erişmek de bu kadar kolay değildi…
Biz çocukken bir eve girdiğinizde ,  o evin büyükleri biraz mürekkep yalamışsa , sıralanmış kitaplara olmasa da , mütevazı odalardan birinde mutlaka fasiküllere, ansiklopedilere rastlardınız…Bizim kuşağın çocukluğu bu ansiklopedilerin arasında geçti…Ya da bizler kuşağımızın bu grubundandık…

Resimli Bilgi , Doğan Kardeş , Hayat,  Gelişim…ansiklopedileri evlerde daha sık rastlanan gruptandı ama bir evde  Meydan Larousse olması ciddi bir öne çıkma vesilesiydi…Hachetteler falan çok daha sonraki yılların “eh işte”  ansiklopedileridir aslına bakarsanız…

Değişen,  belki de değişmez olası beter çağla (!)  birlikte , bugün hayatın doğal akışıyla yaşlanan büyüklerin,  ihtiyar yaftalamasıyla evlerin uzaklarına, kenarlarına  atılması gibi ansiklopediler de kapıların önlerine kondu gün gün…Onca yokluğun içinde eşşek yükü paralar verilerek elde edilen , sonra sonra elde makas kupon kese kese sahip olunan harcıalem  ansiklopediler  iki düzine mandal karşılığında eskicilere, hurdacılara verildi…

Oysa vakti zamanında bu ansiklopedilerin hazırlanmasında, dilimize çevrilmesinde ülke tarihinin en kıymetli entelektüelleri ter dökmüş, zihin akıtmıştı…Memet Fuatlar, Cemal Süreyalar, Hakkı Devrimler, Edip Canseverler, Tomris Uyarlar, Ahmet Cemaller  ve yüzlerce isim bir şekilde bu ansiklopedilerin farklı başlıkları ve  maddelerine büyük emekler vermişti…

Ben mesela bu ansiklopedilerden çok şey öğrendiğini düşünen kuşaktan olduğuma inandım hep…Hele hele 1970’lerin ilk yarısında , ki ben daha 10’lu yaşlarıma bile ulaşmamışken , ömürleri uzun ve sağlıklı  olası anne babam , Taşkın Hocayla Müjgan Hocanımın emek emek kazandıkları öğretmen maaşıyla aldıkları 6 ciltlik bir ansiklopedi takımı vardı ki ömre bedeldi benim için…Dönüp dönüp okuduğum bu büyük ebatlı kitaplar Baskan Yayınlarının 6 ciltlik ansiklopedi serisiydi...Dönemine göre çok kaliteli bir kağıda basılmış renkli çizimlerle desteklenen bu ansiklopedide  her cilt ayrı başlıkta sesleniyordu okuruna ve özellikle çocuklara…Ne Olacağım vardı …Bu nasıl çalışır vardı…Kim kimdir vardı…başlıkların arasında…

Ben çocukken evimizde kitap hep oldu…
Gazete hep oldu…
Ansiklopedi hep oldu…
Dergi hep oldu…
Para da , parasızlık da hep oldu…
Sulh da sükunet hararet de hep oldu…
Yaşayan bir evdi çünkü…

Çocuklarım da kitabın, gazetenin, ansiklopedinin derginin hakkıyla  ibadullah olduğu evde yetiştiler…Babaları yirmi beş yıllık çalışma hayatındaki emeğinin karşılığı olarak aldığı paraları  bir çok insana göre kağıda küreğe bonkörce savururken, harcadığı paralara  cahilce sitem etmek iki evladın da aklına gelmedi çok şükür…Belki de çocuklarımın hayattaki akıl ve duygu önceliklerini düşünerek isteklerini daha istek olmadan karşılama  çabamdaki samimiyet , kararlılık ve cevvaliyeti  gördükleri için yaptılar bu olgunluğu…Bilemem…

Yine ömrü uzun olası Çetin Altan , artık doksana yaklaşan ömrünün neredeyse üç çeyrek asrını yazıya vakfettiğini anlatırken hep şu örneği verdi yıllar içinde tekrar tekrar  mealen ; “ Ben Türkiye’de değil de Fransa’da yazar olsaydım yazdıklarımdan kazandığım parayla evim konutum değil ŞATOM olurdu…Yazarlığım nedeniyle hakkımda açılan yüzlerce davayı , hapisleri , dayakları, kör olan bir gözümü geçtim, Allahtan babadan kalan arsanın üzerine yapılan bir apartman dairem var da… ”

Bu örnekten yola çıkarak söylersek , murat örem de kitaba dergiye gazeteye verdiği paraları ucuca koysaydı  pek hatırlı bir ev sahibi olurdu…Yarın öbür gün iki çocuğumun  da -böyle bir tehlikeyi hala kaf dağı kadar uzakta görsem de;  ama insan bu …-  ey babaların işgüzarı  murat örem , bize bunca hışır hışır toz tutan kağıt kürek kitap yerine hatırlı bir ev niye bırakmadın diye soruvereceği  bir çiğ tavır aklıma gelmiyor değil ara sıra…Laf aramızda böyle bir cümleyi duyduğunda, babaları yaşıyorsa işte o zaman tak diye ölür…Öldüyse de,  mezarın içinde bir kez daha ölür herhalde…
Ben çocukken evimizde kitap hep oldu…
Gazete hep oldu…
Ansiklopedi hep oldu…
Dergi hep oldu…
Para da , parasızlık da hep oldu…
Sulh da sükunet hararet de hep oldu…
Yaşayan bir evdi çünkü…
İnsan ve insanlık uzmanı Doğan Cüceloğlu’nun deyimiyle, el gün elalem kıl tüy antin kuntin diye diye hayatların , umutların , ruhların iğdiş edildiği ve  “insanların ruhen daha 20’li yaşlarındayken tabur tabur  öldü(rüldü)ğü sonrasında da  60 - 70 yaşlarında da bedenlerinin toprağa verildiği bir ülkede”  çocuklarımı da yaşayan bir evde büyüttüm ben…

Bildiğim buydu…
Elimden gelen buydu…
Yine olsa yine aynı şeyleri yapardım…
Yaparım…

Benim bir baba ve yetişkin olarak,  çocuklarımı bedel ödeye ödeye ve onların da cahil kalabalığın karşısında acı çeke çeke büyüyeceklerini bile bile  yalnızca gerçeğin ve aklın yanında yetiştirmek gibi bir tercih hakkım ve dişe diş  mücadele kararlılığım varsa ,  çocuklarımın da akılları baliğ olduğu andan itibaren  istedikleri yoldan gitme ve sapla samanı ayırmama hakları da elbette olmalıdır…
Bu hayat,  biraz da aptal çoğunlukla aptal olmayı reddeden azınlığın kavgasıdır…Her karar bir bedeldir ve yetişkin insan diye  de bedel ödemeyi  göze alana denir…

Bu sayfayı da şu Mark Twain cümlesiyle kapatalım  o zaman çoğunluk ve düşünme arasındaki ironiye de dikkat çekerek ;
“ Ne zaman kendinizi çoğunlukla aynı tarafta bulursanız;
durup düşünmenin tam zamanıdır…”

( murat örem / 08 nisan 2015 / ankara …)  


1 yorum:




  1. Günaydın,
    Sabah sabah yazın yine geldi beni yüreğimin ta orta yerinden deldi geçti...

    Ve düşündürdü bilgi, cehalet, yalan, öncelikler,derinlik, doğallık, ana-baba olmak ve daha bir çok şeye, hayata ilişkin..

    Bizler bu ülkede en zor, çetrefil, şimdiye kadar kimsenin sonunu görmeyi başaramadığı bir yoldayız. Hakikati ve adaleti arıyoruz. Hocam bir kere çok zoru seçmişiz en başından ama en onurlusunu, en insani ve vicdani olanını..kısa vadede kazanan yalan, dolan, sahtelik, riya gibi olur ama ben hep şunu gördüm genç yaşıma :) rağmen uzun vadede kazanan doğrular ve gerçekler oluyor...

    Belki bana kızacaksın babaanneler gibisin diyeceksin ama bir de ilahi adalete inanmaya başladım...Artık öteki dünyaya kalmadan bu dünyada görüyor insan yaptıklarının karşılığını..ben sakinlik, sabır ve sükunet diliyorum sadece...Aklıma en eski strateji kitabı olarak bilinen "Savaş Sanatı"nın yazarI Sun Tzu'nun sözleri geliyor...."YETERİNCE SABIRLI OLURSANIZ DÜŞMANLARINIZIN CESEDİNİN NEHRİN ÜSTÜNDEN YÜZEREK ÖNÜNÜZDEN GEÇTİĞİNİ GÖRÜRSÜNÜZ"..

    Tabi ki kimse ölmesin. Allah herkese uzun ömürler versin ama kötülük yapan, entrika çeviren, fitne, fücurlar da cezasını bulsun...Beni çok üzen, yüreğimi dağlayan insanlara sadece şunu söylüyorum. "Ettiğin kadarını bul".. O yetiyor zaten. Şu ana kadar bulmayan olmadı.. Hayat 100 metre koşusu değil upuzun bir maraton, düştük, üzüldük, ağladık ama kalktık ayağa, üstümüzü başımızı silkeledik, bir hasar tespiti yaptık, kaybım ne, zararım ne diye, şimdi önümüze bakıyoruz.

    Bizi bekleyen yeni insanlar, dostlar, okunacak kitaplar, izlenecek filmler, dinlenecek müzikler, yazlar, kışlar, baharlar var..

    Bizi bekleyen rengarenk hayat var, Haydi önümüze bakıyoruz ve ona doğru yürüyoruz bir çok olarak.Birbiriyle para, çıkar ilişkisi olmayan okuduğu bir cümleden havalara uçan, bir güzel fotoğrafla dalıp giden, duyduğu bir melodiyle çağlayıp coşan insanlar olarak birbirimizi yaralarından tanıyoruz ve biliyoruz ki; en azından ben derdim şu diye benim gibilerin kapısını çaldığımda buyur edilip dost sofrasında ağırlanacağım. Dostlukla, şefkatle sarıp sarmalanacağım.

    En utandığım kimsenin bilmesini görmesini istemediğim yaralarıma merhem sürecekler, bir otur çay iç, dinlen, soluklan diyecekler....

    Saygılarımla

    Suzinak....

    YanıtlaSil