Adına
internet denen bir deniz hatta okyanus
var…
Bu
internet denizinin kimi yerleri,
1980’lerdeki bir belediye başkanının bu balçık yığınını temizleyip
rengini gözlerimin mavisinden daha parlak yapacağım diye iddia ettiği
yerden bile daha balçık…
Balçık kere balçık…
Hal
böyle olunca , bu internet denizinde
öyle müptezel yazılarla, üfürmelerle , klavye kabadayılarıyla ,
cehaletle, cahilliğin pervasızlığıyla karşılaşıyorsunuz ki nutkunuz tutuluyor…
Sekizinci
sınıf yalanlar bu denizde…
Edilmemiş
laflar bu denizde…
Rezil
ötesi arabeks (!) zırıldamalar bu denizde…
Üstünüze
sıçrayan çamurlar bu denizde…
Lağıma
benzeyen egoların, süper egoların attığı ciritler bu denizde…
Oysa
internet denen bu alem de Yalçın
Ergir’in kulakları çınlasın “bıçak gibi , bisturi gibi, çekiç gibi…”
Neyi nerede ve nasıl kullanacağınızı bilirseniz
internet de bir büyük derya…
Biz
çocukken bilgiye erişmek bu kadar kolay değildi…
Hoş , cehalet
ve yalana da erişmek de bu kadar kolay değildi…
Biz
çocukken bir eve girdiğinizde , o evin
büyükleri biraz mürekkep yalamışsa , sıralanmış kitaplara olmasa da , mütevazı odalardan
birinde mutlaka fasiküllere, ansiklopedilere rastlardınız…Bizim kuşağın
çocukluğu bu ansiklopedilerin arasında geçti…Ya da bizler kuşağımızın bu
grubundandık…
Resimli
Bilgi , Doğan Kardeş , Hayat, Gelişim…ansiklopedileri
evlerde daha sık rastlanan gruptandı ama bir evde Meydan Larousse olması ciddi bir öne
çıkma vesilesiydi…Hachetteler falan çok daha sonraki yılların “eh
işte” ansiklopedileridir aslına
bakarsanız…
Değişen,
belki de değişmez olası beter çağla (!) birlikte , bugün hayatın doğal
akışıyla yaşlanan büyüklerin, ihtiyar
yaftalamasıyla evlerin uzaklarına, kenarlarına atılması gibi ansiklopediler de kapıların
önlerine kondu gün gün…Onca yokluğun içinde eşşek yükü paralar verilerek
elde edilen , sonra sonra elde makas kupon kese kese sahip olunan harcıalem ansiklopediler iki düzine mandal karşılığında eskicilere,
hurdacılara verildi…
Oysa
vakti zamanında bu ansiklopedilerin hazırlanmasında, dilimize çevrilmesinde ülke
tarihinin en kıymetli entelektüelleri ter dökmüş, zihin akıtmıştı…Memet
Fuatlar, Cemal Süreyalar, Hakkı Devrimler, Edip Canseverler, Tomris Uyarlar,
Ahmet Cemaller ve yüzlerce isim
bir şekilde bu ansiklopedilerin farklı başlıkları ve maddelerine büyük emekler vermişti…
Ben
mesela bu ansiklopedilerden çok şey öğrendiğini düşünen kuşaktan olduğuma
inandım hep…Hele hele 1970’lerin ilk yarısında , ki ben daha 10’lu yaşlarıma
bile ulaşmamışken , ömürleri uzun ve sağlıklı olası anne babam , Taşkın Hocayla Müjgan Hocanımın emek
emek kazandıkları öğretmen maaşıyla aldıkları 6 ciltlik bir ansiklopedi takımı
vardı ki ömre bedeldi benim için…Dönüp dönüp okuduğum bu büyük ebatlı kitaplar Baskan
Yayınlarının 6 ciltlik ansiklopedi serisiydi...Dönemine göre çok
kaliteli bir kağıda basılmış renkli çizimlerle desteklenen bu
ansiklopedide her cilt ayrı başlıkta
sesleniyordu okuruna ve özellikle çocuklara…Ne Olacağım vardı …Bu
nasıl çalışır vardı…Kim kimdir vardı…başlıkların
arasında…
Ben
çocukken evimizde kitap hep oldu…
Gazete
hep oldu…
Ansiklopedi
hep oldu…
Dergi
hep oldu…
Para da
, parasızlık da hep oldu…
Sulh da
sükunet hararet de hep oldu…
Yaşayan
bir evdi çünkü…
Çocuklarım
da kitabın, gazetenin, ansiklopedinin derginin hakkıyla ibadullah olduğu evde yetiştiler…Babaları
yirmi beş yıllık çalışma hayatındaki emeğinin karşılığı olarak aldığı paraları bir çok insana göre kağıda küreğe bonkörce savururken,
harcadığı paralara cahilce sitem etmek
iki evladın da aklına gelmedi çok şükür…Belki de çocuklarımın hayattaki akıl ve
duygu önceliklerini düşünerek isteklerini daha istek olmadan karşılama çabamdaki samimiyet , kararlılık ve
cevvaliyeti gördükleri için
yaptılar bu olgunluğu…Bilemem…
Yine
ömrü uzun olası Çetin Altan , artık doksana yaklaşan ömrünün neredeyse üç
çeyrek asrını yazıya vakfettiğini anlatırken hep şu örneği verdi yıllar içinde
tekrar tekrar mealen ; “ Ben
Türkiye’de değil de Fransa’da yazar olsaydım yazdıklarımdan kazandığım parayla
evim konutum değil ŞATOM olurdu…Yazarlığım nedeniyle hakkımda açılan yüzlerce
davayı , hapisleri , dayakları, kör olan bir gözümü geçtim, Allahtan babadan
kalan arsanın üzerine yapılan bir apartman dairem var da… ”
Bu
örnekten yola çıkarak söylersek , murat örem de kitaba dergiye gazeteye verdiği
paraları ucuca koysaydı pek hatırlı bir
ev sahibi olurdu…Yarın öbür gün iki çocuğumun da -böyle bir tehlikeyi hala kaf
dağı kadar uzakta görsem de; ama insan
bu …- ey babaların işgüzarı murat örem , bize bunca hışır hışır toz tutan
kağıt kürek kitap yerine hatırlı bir ev niye bırakmadın diye soruvereceği bir çiğ tavır aklıma gelmiyor değil ara
sıra…Laf aramızda böyle bir cümleyi duyduğunda, babaları yaşıyorsa işte o zaman
tak diye ölür…Öldüyse de, mezarın içinde
bir kez daha ölür herhalde…
Ben
çocukken evimizde kitap hep oldu…
Gazete
hep oldu…
Ansiklopedi
hep oldu…
Dergi
hep oldu…
Para da
, parasızlık da hep oldu…
Sulh da
sükunet hararet de hep oldu…
Yaşayan
bir evdi çünkü…
İnsan ve
insanlık uzmanı Doğan Cüceloğlu’nun deyimiyle, el gün elalem kıl tüy antin
kuntin diye diye hayatların , umutların , ruhların iğdiş edildiği ve “insanların ruhen daha 20’li yaşlarındayken
tabur tabur öldü(rüldü)ğü sonrasında da 60 - 70 yaşlarında da bedenlerinin toprağa verildiği
bir ülkede” çocuklarımı da
yaşayan bir evde büyüttüm ben…
Bildiğim
buydu…
Elimden
gelen buydu…
Yine
olsa yine aynı şeyleri yapardım…
Yaparım…
Benim
bir baba ve yetişkin olarak, çocuklarımı
bedel ödeye ödeye ve onların da cahil kalabalığın karşısında acı çeke çeke
büyüyeceklerini bile bile yalnızca
gerçeğin ve aklın yanında yetiştirmek gibi bir tercih hakkım ve dişe diş mücadele kararlılığım varsa , çocuklarımın da akılları baliğ olduğu andan
itibaren istedikleri yoldan gitme ve
sapla samanı ayırmama hakları da elbette olmalıdır…
Bu
hayat, biraz da aptal çoğunlukla aptal
olmayı reddeden azınlığın kavgasıdır…Her karar bir bedeldir ve yetişkin insan
diye de bedel ödemeyi göze alana denir…
Bu
sayfayı da şu Mark Twain cümlesiyle kapatalım
o zaman çoğunluk ve düşünme arasındaki ironiye de dikkat çekerek ;
“
Ne zaman kendinizi çoğunlukla aynı tarafta bulursanız;
durup
düşünmenin tam zamanıdır…”
(
murat örem / 08 nisan 2015 / ankara …)
Günaydın,
Sabah sabah yazın yine geldi beni yüreğimin ta orta yerinden deldi geçti...
Ve düşündürdü bilgi, cehalet, yalan, öncelikler,derinlik, doğallık, ana-baba olmak ve daha bir çok şeye, hayata ilişkin..
Bizler bu ülkede en zor, çetrefil, şimdiye kadar kimsenin sonunu görmeyi başaramadığı bir yoldayız. Hakikati ve adaleti arıyoruz. Hocam bir kere çok zoru seçmişiz en başından ama en onurlusunu, en insani ve vicdani olanını..kısa vadede kazanan yalan, dolan, sahtelik, riya gibi olur ama ben hep şunu gördüm genç yaşıma :) rağmen uzun vadede kazanan doğrular ve gerçekler oluyor...
Belki bana kızacaksın babaanneler gibisin diyeceksin ama bir de ilahi adalete inanmaya başladım...Artık öteki dünyaya kalmadan bu dünyada görüyor insan yaptıklarının karşılığını..ben sakinlik, sabır ve sükunet diliyorum sadece...Aklıma en eski strateji kitabı olarak bilinen "Savaş Sanatı"nın yazarI Sun Tzu'nun sözleri geliyor...."YETERİNCE SABIRLI OLURSANIZ DÜŞMANLARINIZIN CESEDİNİN NEHRİN ÜSTÜNDEN YÜZEREK ÖNÜNÜZDEN GEÇTİĞİNİ GÖRÜRSÜNÜZ"..
Tabi ki kimse ölmesin. Allah herkese uzun ömürler versin ama kötülük yapan, entrika çeviren, fitne, fücurlar da cezasını bulsun...Beni çok üzen, yüreğimi dağlayan insanlara sadece şunu söylüyorum. "Ettiğin kadarını bul".. O yetiyor zaten. Şu ana kadar bulmayan olmadı.. Hayat 100 metre koşusu değil upuzun bir maraton, düştük, üzüldük, ağladık ama kalktık ayağa, üstümüzü başımızı silkeledik, bir hasar tespiti yaptık, kaybım ne, zararım ne diye, şimdi önümüze bakıyoruz.
Bizi bekleyen yeni insanlar, dostlar, okunacak kitaplar, izlenecek filmler, dinlenecek müzikler, yazlar, kışlar, baharlar var..
Bizi bekleyen rengarenk hayat var, Haydi önümüze bakıyoruz ve ona doğru yürüyoruz bir çok olarak.Birbiriyle para, çıkar ilişkisi olmayan okuduğu bir cümleden havalara uçan, bir güzel fotoğrafla dalıp giden, duyduğu bir melodiyle çağlayıp coşan insanlar olarak birbirimizi yaralarından tanıyoruz ve biliyoruz ki; en azından ben derdim şu diye benim gibilerin kapısını çaldığımda buyur edilip dost sofrasında ağırlanacağım. Dostlukla, şefkatle sarıp sarmalanacağım.
En utandığım kimsenin bilmesini görmesini istemediğim yaralarıma merhem sürecekler, bir otur çay iç, dinlen, soluklan diyecekler....
Saygılarımla
Suzinak....