*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

2 Nisan 2015 Perşembe

evet, zor günlerden geçiyor dünya…evet, zor günlerden geçiyor türkiye…yalnızsanız, yalnızlığınızı karşı koltuğa oturtun..kalabalıksanız, kalabalıklığınızla barışın…


         Evet , zor günlerden geçiyor dünya…
         Evet , zor günlerden geçiyor Türkiye…
         Evet , hayatlarımız bir küçücük belirsizlikle bambaşka yerlere savrulabilir…
         Evet , bugünlerde  hayat çok yorucu…
         Evet , hayat çok ürkütücü…
        
Ama yine de şiirler var ,  yazılar var…
         Düşünceyi yazan eller çizen eller var…
         Bu eller , bu akıllar, bu fikirler her zaman olacak…

         Şimdi yolda belde değilseniz ve bir yerlere oturmuş durumdaysanız sakince arkanıza yaslanın…Derin bir nefes alın…Çayınızı sigaranızı ulaşabileceğiniz kol mesafesine koyun…Şu aptal kutusunu da kapatın…Telefonunuzun sesini kısın…
Yalnızsanız , yalnızlığınızı karşı koltuğa oturtun…
Kalabalıksanız, kalabalıklığınızla barışın…
Sonra , isterseniz tek başınıza isterseniz iki başınıza aşağıdaki diyalogları tane tane hecelemeye başlayın…
         Okuyun…
         Hakiki bir edebiyat ve gözlem kaleminden çıkan ve hayatınızın da köşelerine çarpan cümleleri kah yumruk yiye yiye , kah midenize taş oturta oturta , kah gülümseye gülümseye yudumlamaya başlayın…
         Ayşın Örem Alptekinoğlu imzalı çok nitelikli drama metninin tadını çıkarın…Bu övgüleri kardeş kontenjanından yapmadığımı da hiççç unutmayın...
         ( murat örem / 02 nisan 2015 / ankara…)
                                     ******
                             KİM BİLİR !   KİM BİLEBİLİR ?
( kainatta bir evin içi…
çok evin içi…
vakitlerden bir zaman…
vakitlerden çok zaman…
vakitlerden her zaman…)

KADIN:  Bak sana ne anlatacağım. Hintli  ermişle  öğrencileri Ganj nehrinin  etrafında  birbirlerine öfke içinde bağıranlar görünce ermiş öğrencilerine dönüp “İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “Çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş. Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir. Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.” Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “ Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu hiççç bulamayabilirsiniz.”
ERKEK:  Vay be, abime bak ne fiyakalı laflar etmiş…Kimmiş bu ermiş? Ben tanıyor muyum? Bizim mahalleden mi?  Hiç markette falan da karşılaşmadım yahu bu zatla ! 
KADIN: Çok komiksin, masayı topladıktan sonra hatırlat da güleyim, boşa gitmesin esprin.
ERKEK: Niye barut gibisin sen? Hem olgunlaşmış domates misali ermiş hikayeleri anlatıyorsun hem de ağzından alevler çıkıyor…
KADIN: Yok canım,  nereden çıkarıyorsun!
ERKEK: Yormuştur hayat yine seni. “Neyin var?” diye  sormayacağım, hiç bekleme boşuna!
KADIN: Bence de sorma! Sorunca bütün iyi niyetimle tane tane anlatmam gerekecek, sen de dinlemek zorunda kalacaksın. Üstüne de onca şeyin hatırına -ki kaldıysa o dediğimden- yorum yapmak zorunda kalacaksın. Özneyi seçeceksin, yüklemi bulacaksın, bir de yüzüme bakıp konuşacaksın… Yormayayım seni şimdi, boş ver!
ERKEK: Üniversite sınavına girerken kaçıncı tercihindi senin Edebiyat… Edebiyat öğretmeni olsaydın, edebiyat (!)  da yapardın dilediğince. Meslek hastalığı derdik soranlara. Kazansaymışsın o bölümü, dünya iyi bir yazarla tanışırmış . Halbuki senin gibi bir yazarla tanışamamak onların kaybı zaten ! Nasıl okudum mu aklını?
KADIN:  Bir ara müsait olunca “Edebiyat yapmak” deyimini açıklayıver bana olur mu? Tadı kaçacak bu içinde aşk olmayan “aşık atışması” nın. Öfken, aklının önüne geçince duyguların da “hoşça kal” deyiveriyor evrene. O zaman şu sehpadan farkın kalmıyor.
ERKEK: Tahtadan yapılan salondaki orta sehpadan mı söz ediyorsun yoksa şu cam olan zigondan mı? Hammadde farkı var yalnız dikkatini çekerim. Şaşırttım seni itiraf et, bu kadar derinliği olan bir cümle beklemiyordun benden.
KADIN:  Şaşırmak mı ? Günler, haftalar, aylar belki de yıllar önce beklentilerimi küçük parçalara böldüm. Olmadı, iyice ama iyice küçültüp tek  pişirimlik kaplara doldurup derin dondurucuya  attım.
ERKEK: Cümle senin mi yoksa dünyaca ünlü bir yazarın mı? Seninse hakkını yememem lazım, müthişti.
KADIN: Bence…. Boş ver. Yeter bu kadar… Böyle değişiyor insan. Bir dönem yere göğe  koyamadığı, bakmaya kıyamadığı, kırmaktan ölesiye korktuğu insanı, sevdiğini, duvardan duvara  vuruyor. Parmağına kıymık batsa, acısını kendi acısı yapan insan, canavara dönüşüyor.
ERKEK: Bak soruma cevap vermedin, kaçıncı tercihindi edebiyat fakültesi. Kazanamadın mı, kazandın da evde oturmak kolayına mı geldi, hangisi?
KADIN: Rahmetli büyükannem, bu adamla işin zor demişti bana. Aşıktım sana. Gözüm de gönlüm de senden başka bir şey görmüyordu. Ne demek istediğini anlamamıştım büyükannemin. Anlasaydım, yine de kararım değişmezdi. Öfke nedir bilmezdim, kin tutmayı “balık tutmak” gibi bir şey sanıyordum. İnsan niye sevdiğine kin beslesindi ki!
ERKEK: Dünyanın oluşumundan başladın yine! Gaz toz bulutu filan diye cümleler kuracaksan, dinleyemeyeceğim. Yıllarca kurduğun cümlelerin hepsini kaydettim aklıma. Aklımı başımdan aldığın günler geliiiiiiiiiiiiiiiiip geçti! Hiç sordun mu kendine bu adam niye böyle oldu diye?
KADIN: Sordum.
ERKEK: Hadi canım, güldürme beni. Hevesimi kursağımda bıraktığın onlarca olay sayabilirim hemen.
KADIN: Saysana, hadi bekliyorum.
ERKEK: Sayınca ne olacak,  gol atıp maçı 1- 1 mi yapacaksın? İş  uzatmaya gidecek sonra  penaltılara kalacak.
KADIN: Belki penaltılara kalmadan….
ERKEK: Güldürme beni. Olmaz, sonucu görmeden rahat etmezsin sen!
KADIN: Haksızlık ediyorsun.
ERKEK: Etmiyorum, deyince çözülecek mi sorun? Ooooooo, ağlayacaksan bırakayım!
KADIN: Ağlamıyorum, hem benim yıllardır…..
ERKEK: Evet senin  bin yıldır hatta bin yıldır yüreğin ağlıyor değil mi? Göz yaşın her daim gözünün ucunda, ha aktı ha akacak. Ömrüm geçti ama senin  mağduriyetin -nasıl birşeyse -  hiç bitmedi. Kör inadını bir türlü kıramadın, kırmandan vazgeçtim,  kör inadının varlığından haberdar bile olmak istemedin. Ağlayacaksan, kısa keseyim.
KADIN: Ağladığım falan yok, sesini yükseltme bana.
ERKEK: Yıllardır vızıltı şeklinde konuşmama alıştın değil mi?
KADIN: Birazdan,  susarak konuşmakla tehdit edeceksin beni. Hadi durma söyle!
         ERKEK: İstatistiki bir çalışman vardır senin bu konuda. Bu ve buna benzer cümleleri toplamda kaç kez kullandım hayatım boyunca sana, bu cümleleri kurarken üzerimde ne vardı, günlerden neydi? Yıllara ve aylara göre bir döküm istiyorum senden. Onca yıllık hukukumuz var, arşivin de sağlamdır senin. Hiç unutmazsın! Hadi bekliyorum.
KADIN: Beni çok yanlış tanımışsın!
ERKEK: Hangi filmden bu replik, siyah beyaz  dönemden  mi, yoksa yenilerden mi? Evet, seni tanımaya çalıştığımın farkındasın, kabul ettin yani. Sen, sen ne yaptın! Söylesene, yıllardır sevmediğim çay bardaklarında çay içirdin bana. Verirken  suratıma bakmayı bırak, “Dikkat et halıya dökeceksin” dedin.  “Afiyet olsun” demek aklına bile gelmedi.  Belki geldi de “Ne anlar bu adam bundan” dedin. Bu daha fena! Daha sayayım mı?
KADIN: Ne kadar doluymuşsun!
ERKEK: Dolu mu! Dolu, kar, yağmur, lodos, tsunami ne dersen artık. Çığın altında kalırsam bir umut kurtarabilirim kendimi, AMA ikimiz kalırsak bak  o zaman olacaklardan  çok emin değilim.
KADIN: Çay içer misin?
ERKEK: Sabahki haşlama çaydan koyacaksan İÇMEM!
KADIN: O zaman içme, sen bilirsin!
ERKEK: İhale yine bana kaldı. Sevmediğim şeyi belirtmemden daha doğal ne olabilir, elini vicdanına koy da söyle. Bir kere ya, bir kere !
KADIN: İçmeyeceğim dedin ama. İçecek misin yoksa!
ERKEK: Hayat beni seninle sınıyor, patronumla deniyor, annenle annemle, aklına gelebilecek herkesle deniyor nedense. Herkesin sınavı ayrı. Kimine çalıştığı yerlerden çıkıyor sorular, kiminin şansı yaver gidiyor hayatta. Ben ne yaptımsa KENDİM yaptım.
KADIN: “Sen” mi yaptın? “Biz demek istiyorsun herhalde!
ERKEK: Yine sözcük oyunları başladı, kemerlerinizi bağlayın sayın yolcular! İkinci bir anonsa kadar mümkünse karşı tarafın taaaaaaaaaa ana rahmine düşüş tarihinden başlayan  mağrur  mağduriyetini dinleyeceksiniz!  Mendillerinizi çıkarın. Ağlamayan bizden değil!
KADIN: İş yerinde, markette, kitapçıda, pazarda kısaca evinin dışında ÇOK SEVİYOR   herkeŞ (!)  seni.
ERKEK: Araya girmem lazım, HERKEŞ mi dedin sen! Amaaaan hata olmasın!  Söyle bakayım, hadi hecele, HER-KES, HER-KES. Başarabilirsin!
KADIN: Dilim sürçtü. Sürçemez mi?
ERKEK: Estağfurullah ne demek! Sürçer tabii. Güzellikleri  görmemeyi, söylememeyi ve iyisinden olgunundan bir -iki çift laf etmemeyi,  dilinin bütün bir ömür sürçmesine mi sayalım? Yoksa yanlış kullanımı herkes tarafından doğru kabul edilen ”galat-ı meşhurlara mı dahil edelim! Yani uzuuuuuuuuuuuun lafın kısası, güzellikleri görmemen, görmek istememen ne ile açıklanabilir? 
KADIN: Anlamadım, bir daha anlatabilir misin?
ERKEK: Anlatamam. Bir poğaça tarifi kadar da mı hükmü yok söylediklerimin!
KADIN: Her şeyi birbirine karıştırıyorsun.
ERKEK: Diyelim ki karıştırıyorum. Ne olmuş, hadi onu da söyle!
KADIN: Ben seni çok sevdim, sen beni sevmedin!  Belki de hiç ….
ERKEK:  Karşı tarafı çileden çıkarmada en başarılı yöntemdir şu yaptığın! Bu “yatalak” cümleler, insanı delirtir zamanla. Yatalak olan hasta, uzun süre ne ölür ne olur ya! Ölse yasını tutarsın,  hastan ayaklansa sağlığına kavuştu diye keyfini yaşarsın! İletişimciler, araştırmacılar, matematikçiler, bilim insanları! duyun beni. Seni çok seviyorum diyen çiçekler göndermedim karıma ömrü hayatımda, kör göze parmak büyüklüğünde taşı olan yüzükler almadım. O’na göre “HİÇ” sevmedim onu. Öfkeyle yoğrulmuş, gölgesiyle kavgalı bir adam olarak,  yaz kış demeden onu incittim,  hep ağlattım. Öfkemi ondan çıkardım.   
KADIN: Sevmedin değil mi beni? Biliyordum. Oysa ben….
ERKEK: Oysa o beni çok sevdi.
KADIN: Evet çok sevdim.
ERKEK: Evet çok sevdin!
KADIN: Evet çok sevdim.
ERKEK: Beni çok sevdi, beni çok sevdiğini, yemek yaparak gösterdi.
KADIN: Evet yaparak gösterdim.
ERKEK: Huzurumuz kaçmasın diye az tartıştı benimle.
KADIN: Az tartıştım.
ERKEK: Rahat edelim, kavgasız gürültüsüz yaşayıp gidelim diye, hiç itiraz etmedi.
         KADIN: Etmedim! Ettim mi?
ERKEK: Sessizlik bizi kuşattığında sesini hiç çıkarmadı. İçinden konuştu.
KADIN: Evet konuştum.
ERKEK: Sonra sesini unuttu!
KADIN: Unutmadım, bunu bana sen yaptın!
ERKEK: Sesini unutunca harfler, sözcükler ve cümleler de  kayboluverdi.
KADIN: Sen kaybettirdin!
ERKEK: Bütün meydan bana kaldı!
KADIN: Evet kaldı!
ERKEK: Yayıldıkça yayıldım. Taaaaaaaaa ki sana yer kalmayana kadar.
KADIN: Sonra sonra devam et!
ERKEK:  “Beni eskisi gibi sevmiyorsun sen dönemi” başladı. O dönem hiç geçip gitmedi, bitmedi. Beni eskisi gibi -ne demekse- sevmediğini fark ettiğinde, o her şeyle dalga geçen adam oluverdim bir anda. Ben adımı unuttum, sen de kendini.
KADIN: Kendini unuttun deme bana!
ERKEK: Demezsem, düzelecek mi her şey!
KADIN: Düzelecek!
ERKEK: O kadar eminsin yani!
KADIN: Ne diyeyim?
ERKEK: Bir şey deme.
KADIN: Seviyorsun beni değil mi?
ERKEK: Bilmem.
KADIN: Bilmem deme bana.
ERKEK: Demeyeyim.
KADIN: Ne diyeceksin?
ERKEK:  Kim Bilir !!!!!  Kim bilebilir ????

( ayşın örem alptekinoğlu / kasım 2014 / ankara…) 
-fotoğraf/ evdekorasyon.com-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder