yukarıdaki kitap resmine göz
ucuyla baktıysanız daha detaylı
bakın isterim bu resme, başlığına ve yazarına...
çünkü
“birtakım tuhaflıklar” ismiyle alakarga yayınlarından çıktı bu kitap...
ve matbaa kokusu hala
üstünde...
laf aramızda , kapağın
sağ alt köşesindeki hınzır kargayı görmemek,
görüp de sevmemek pek mümkün
değil...en azından benim için böyle...
gerçi, kargalar hayvan dünyasının looserlarıdır / kaybedenleridir daha çok...bir çok
fablda , hikayede kargaların kargalıkları (!) anlatılır...tilkilere yem
olduklarından , cevizleri kapıp kaçtıklarından veya ağızlarındaki peyniri kaptırdıklarından
bahsedilir....
oysa samed behrengi’nin
kitaplarında bir başka anlatılır kargalar...
ben kargalarla ilgili
fikrimde samed behrengi’nin yanındayım...
belki bizler de insanlık
dünyasının kaybedenlerinden olduğumuz için seviyoruzdur kargaları...
birtakım tuhaflıklar kitabının yazarı sevgili alper beşe’yle
de muhtemelen konuşmuşuzdur bunu ; birkaç
kişi bir araya gelip bir yayınevi kursaydık günün birinde, ben oyumu mutlaka karakarga yayınlarından yana kullanırdım...
bilmiyorum var mı
karakarga isminde bir yayınevi...
yoksa da bir gün olsun...
telif hakkı da istemem...
ama alakarga yayınları var
işte...
iyi ki de var...
alper’in kitabı da bu
yayınevinden çıktı...
iyi de oldu...
kitap daha dosya halindeyken dikkate değer bulunmuştu zaten...
alper beşe iyi bir
kalemdir...
sorgulayan bir akıldır...
ve hayatını, harflerin kelimelerin üzerinden her gün
yeniden kazanmanın çabasındadır bugün de...
felsefe eğitimi görmüştür
alper...
felsefecidir demek
istemedim çünkü ters adamdır alper , abi nasıl ifade bu şimdi, leblebici gibi diyeceği tutabilir...
birlikte çok yazıp
çizmişizdir alper’le...
başladığımız uzun soluklu
ve çok çetrefilli bir işi fikir olarak her zaman hep aynı yerde durmasak da
kırıp dökmeden bitirmenin huzurunu da yaşamışızdır...
alper beşe’nin “birtakım tuhaflıklar”
kitabını okursanız hem ne demek istediğimle ilgili taşlar daha bir iyi oturur
zihninizde hem de ankara’nın sokaklarında dolaşırsınız zaman zaman..
ben alper’e kitabının
çıktığında bir mail atmış iki soru sormuştum;
mayıs ayının 20’siydi...
alper daha baba olmamıştı...
değerli eşi sinem
de anne olmamıştı...
şimdi üç kişiler
evlerinde sayı hesabıyla...
ama alper’le sinem’e
sorsanız , onlar artık ne çok kişiler...
bir bebek yalnızca bir
insan değildir ki...
benim mailimi ve alper’in
20 gün aradan sonra gelen cevabını noktasına virgülüne dokunmadan paylaşmanın
zamanı bugünmüş...
******
alpercim
;
hayırlı olsun...
çocuğun biri geldi :))
diğerinin de eli kulağında mı
yoksa geldi mi ?
sana şunun için yazıyorum...
sen kıl :)))) adamsındır , sevmezsin böyle şeyleri ama...
şu kitaba ve sana değineceğim blogda...
şöyle sorularım var kitapla ilgili , cevapla , veya serbest stilde
(!) iki satır yaz
bana gönder , gerisini bana bırak ...
-insan neden yazar ?
-insan neden okur ?
selamlar...
kestane kebap , acele cevap....
*********
Sayın Örem,
O kadar zor bir soru ki bu. Bir
yandan cevabı çok yalın: "Öyle olduğu için." Ama bu cümle dünyanın en
karmaşık kitaplarından birinin ilk cümlesinde geçecek kadar da karmaşık.
Neden yemek yiyorsun sorusuna,
acıktığım için diyebilirim. Ama bu bir şeyi açıklamış olur mu?
Bir sabah uyanıp gördüğü her şeyin
sahte olduğu inancına kapılan, bunların aslının kitaplarda olduğunu düşünen bir
insandır belki de okuyan insan. Platon'un mağarasında yaşamaya devam
edemeyeceğine karar vermiştir. Duvara gölgesini vurduran ateşe değmiştir eli
belki yanlışlıkla.
Biraz yoğunluk, biraz unutkanlık;
bugüne kaldı cevap vermem. Hafta içi ajanstan ayrılmam mümkün olamıyor. Radyoya
uğramak istiyorum yoksa.
Sevgiler,
Alper
*******
sevmenin , nefret etmenin
, özlemenin , kızgınlığın, aşıklığın hatta hatta düşmanlığın bile sıradanlaştı(rıldı)ğı çağda, “birtakım
tuhaflıkların” külliyen tuhaflaştığı
zamanlarda alper beşe’nin
kitabını alın okuyun...
alakarga’nın da
alper beşe’nin de
birtakım tuhaflıklar’ın
da
yolu açık olsun...
okurları çok olsun....
( murat örem / 11
haziran 2014 / ankara...)
-kitaptan
bir bölüm- terapi / sayfa / 14
“ ...Oturduğum yere göre karakter tahlili
yaparak başlayacaktı Tijen Hanım. Tekli koltuklar tehlikeliydi. Bencil olduğum
sonucuna varabilirdi. Kanepenin, yastıkların yığıldığı köşesine geçsem ana
rahmini özlediğimi düşünebilirdi. Sandalyeyi gerçekten belim ağrıdığı için
değil muzipliğimden istedim...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder